28 Aralık 2013 Cumartesi

SON UYRIDIR CHP EĞER LÜLEBURGAZDA BİR KEZ DAHA KAZANMAK İSİTYORSA BAY BAŞKANLA DEĞİL BAŞKA BİR ADAYLA YOLA ÇIKMALIDIR


CHP’NİN LÜLEBURGAZ’DA BELEDİYE İÇİN HAYATİ ADAY SEÇİMİNE AZ KALDI…

Yaklaşan Yerel seçimler, ana seçimlerin kaderini belirleyecek. AKP’nin yarattığı skandallar, Atatürk’e ve Türk’lüğe ve Laik Cumhuriyet’e karşı girişilen eylemler, peş peşe gelen zamlar, yandaşlara verilen ihaleler, krediler, belediyelerdeki usulsüzlükler, yolsuzluklar milleti yavaş yavaş uyandırıyor!

Görünen o ki, yerel seçimlerde, 11 yıl süren AKP egemenliğini silkeleyecek bir ortam oluşuyor. Ancak… Mecliste grubu olanlar veya olmayanların Muhalefet partilerinin, özellikle CHP’nin hata yapmaması şart! CHP’nin Türkiye genelinde belediye başkan adaylarını, büyük bir titizlikle seçmesi gerekiyor. Bu adaylar, halkın içine sinen, dürüst, vatansever, yapıcı, yaratıcı kişiler olmalıdır.

Belediye Başkanları, partinin aynası ve imajıdır. Onun şahsında tüm parti değerlendirilir.

Lüleburgaz’da halen CHP’nin üç dönemden beri Belediye Başkanı Emin Hâlebak isimli zattır. Ancak… Üzülerek söylüyorum ki, bu kişinin, vatandaş arasındaki notu pek zayıftır.
Kendisi ilk iki dönemde DSP adayı olmuş ve kazanmış son seçimde de CHP dönmüş tür. Lüleburgaz halkının önemli bir bölümünde bu şahsın “CHP iş yapmaz, bürokrasi ve statükoculuktan kurtulamaz, CHP halktan kopuk bir partidir” gibi olumsuzlukları simgelediği düşüncesi yaygındır. CHP, kuvvetli olduğu Lüleburgaz’da bile, bu nedenle yıpranıyor. Halk arasında konuşulan ve yapılan şikâyetlerden ; “CHP’li Lüleburgaz Belediyesi’nin, 5 yıldır olumlu hiç bir iş yapmadığını, Pazar esnafına yaka silktirdiğini, halkın şikâyetlerini hasıraltı ettiğini” görüyoruz. Son dönemde kalıcı olumlu bir eser olarak yapılan ama zamanında bitirilemeyen “Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi Çifte hamam” röleve ve restorasyon çalışması dışında başka bir esere tanık olunmadığı gibi ilçede zabıta denetimi, çöp, temizlik, ilaçlama, yol, kaldırım, trafik, aydınlatma hizmetleri de yetersiz kalmış durumda! Festival adıyla yapılan 30 adet Heykelden başka bir eser yoktur. Mart 2014 yerel seçimine üç ay kala kış kıyamet girerken ilk seçimde kendisinin yaptırdığı topukkıran denen İstanbul caddesi ve şehrin ortasında “Hergele meydanının” yeniden yapımına başlanmasıyla kış aylarında yağacak kar yağmur engelleri yüzünden Halk aylarca çamurdan gına gelecektir. Bazı yandaş ve yalakalarına göre bu bir yenilenme dense de bal gibi seçim yatırımı olduğu meydanda on senedir neredeydin Mart 2014 yani seçime dört ay “aralık ocak şubat mart” kala caddeleri bozuyorsun? Yazık değil mi Lüleburgaz halkına esnafına dükkanların önleri kapandı ? İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre CHP’li Lüleburgaz Belediye Başkanı Emin Hâlebak görev süresi boyunca zamanını tam 430 gün (yani bir buçuk yıla yakın) yurt dışı gezilerinde geçirmiş! Bu bir rekor! Lüleburgaz Belediyesi’nde çalıştığını bildiğim bir kişi bir toplantıda . “Bizim Başkan yurt dışında vakit geçirmekten, yurt içinde iş yapmaya vakit bulamıyor!” diye ironi yapıyor! Türkiye’nin kaderiyle ilgili bu önemli seçimde CHP’nin Lüleburgaz’da şimdiki dışında birbirinden değerli diğer adaylar arasında çok titiz bir aday seçimi yapması gerekiyor! Maalesef 4 kez aday adayı olan Bay başkan tekrar aday yapılırsa rakip partilere gün doğar ve etki tepki oylarıyla Trakya’da CHP kalesi sayılan Lüleburgaz’da CHP kaybederse hiç şaşırmam ben şimdiden uyarayım dedim sonrası CHP ilgilendirir hayırlısı olsun…

 

2 Ağustos 2013 Cuma

LÜLEBURGAZ ŞEHRİ TARİHÇESİDİR

ESKİ BURGAZ YANİ BUGÜNKÜ LÜLEBURGAZ TARİHÇESİ
Eski metinlerde Birgoz,Bergos Burgos,Çatalburgaz vb. tarzında farklı şekillerde yazılan Lüleburgaz Ergene Irmağının küçük bir kolu olan Lüleburgaz çayının ( Yukarı ki kesimde ki adı Poyrak deresi ) kenarına kurulmuş tarihi bir kasabadır. Osmanlı döneminde Belgrad-Sofya-Edirne-İstanbul kervan yolunun en önemli duraklarından biriydi. Şehir,büyük bölümü hala ayakta olan ve klasik Osmanlı mimarisini yansıtan bir külliyeye sahiptir…
Kasabanın kuruluşu Bizans döneminde ki Arkadiopolis’e kadar uzanır. Burgaz ismi Yunanca ‘kule’ anlamında k, pyrgos’tan gelir. Bizans döneminden kalan surun bir kısmı hala durmaktadır. İlk Osmanlı kaynakları bu kalenin Osmanlılar tarafından 759-761 (1358-1360) yılları arasında alındığında ve ele geçirilmeden önce terkedildiği ve hatta onlar tarafından yıkıldığı konusunda hemfikirdirler…
1433’te buradan geçen Burgondiya şovalyesi Bertrandon de la Broquiere yıkık surlu (Pirgasi denilen) şehirde Türklerden başka kimsenin oturmadığını söyler…
Yapı stilinden hareketle (Erken dönem klasik Osmanlı H.905- M.1500 yılı civarı) ifade etmek gerekirse Lüleburgaz’da ki ilk ve önemli cami ırmakta ki köprünün yanında ki Eski Cami’dir. Burada bir süre kalan Menazü’ül avaim yazarı Aşık Mehmed hamamla birlikte bu Cami’den bahseder. H.936 M 1530 yılına ait tahrir defteri Lüleburgaz’ın o dönemlerde hala çok küçük bir yerleşim yeri olduğunu gösterir. Vize sancağına bağlı bir kaza merkezi olan kasaba da iki cami,bir tekke,hamam ve bir okulla kırk haneden (tahmini 200Kişi) oluşan üç mahalle bulunmaktaydı. (Cami-i Cedid,Cami-i Köhne ve Tekke-Hızır Mahallleri). Lüleburgaz kazasında ise sadece müslüman nüfusa sahip sadece 13 köy vardı.
1555 yılında Alman seyyahı Hans Dernschwam,şehir kapısı ve eski kalenin duvarlarını görerek ırmak üzerinde ki taş köprüden söz eder. Dernschwam’ın ziyaretinden birkaç yıl sonra, Rumeli beylerbeyi olan Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa şehri tamamen yeniden inşa etti ve burayı önemli bir konaklama yeri haline getirdi. H.967-M.1560 büyük bir medreseyle yanında zarif bir caminin inşasını bitirdi. Bundan beş yıl sonra çifte kervansaray,imaret,hamam ve geniş bir Pazar caddesi yaptırdı. Kervansarayın yapılış tarihini mevcut kitabesi ebced hesabıyla H.973-M.1565-1566 olarak verir. İtalyan seyyahi Antonio Pigafetta 1567’de işçilerin hala çalıştıklarını görmüştü. Ardından şehri ziyaret eden seyyahların hepsi bu bina grubunu parlak sözlerle överler. (Bak.Sokullu Külliyesi) Evliya Çelebi’nin buraya geldiği H.1061-M.1651 yılında Lüleburgaz’da 700 hane (tahmini 3500 kişi),üç cami,iki mescid ve yedi mektep vardı….

 

 

24 Temmuz 2013 Çarşamba

BABALAR HAKKINDA


SEVDİĞİM İLK ADAM..BABAM

Buralar soğuk,buralar serseri, buralar başıboş ve çirkin..
Kaybetmiş,yıkılmış,muhtaç insanlarla dolu her köşe başı. Baktığım her yüzde hüzün, her gülüş sahte, öylesine….
Minicik çocukların çıplak ayakları, akmaya hazır gözyaşları..titrek elleri..ve kirli yüzleri..
Canım acıyor baba…) Senin üstüme titreyişlerin geliyor aklıma..Vefan geliyor baba..)
Sıcacık sevgin…emeğin..o hiç bitmeyen emeğin…Bazen uzun uzun o çocukları düşünürüm baba. Onların ailelerini, yalnızlıklarını ve kimsesizliklerini..Onları o çocuk yüreğiyle, keskin gecelerin tehlikeli sokaklarına bırakan babaları.. o babaların yüreksizliğini, vicdansızlığını, zavallılığını düşünürüm..Düşündükçe içinden çıkamam, içim acır baba…)
Bakarken onlara buğulanır gözlerim. Buğulu gözlerimden tanırlar beni..onlara bakışlarımdan..Ve hiçbir şey söylemeden uzatırlar mendillerini, bir mendil alırım titrek ellerinden..gözlerim dolar tozlu saçlarını okşarken..yavaş yavaş yürürüm sonra, kendi bedenime ağırlaşırım, o masum yüzlere ağlarım baba..O mendille silerim gözyaşlarımı..Gökyüzüne kaldırıp başımı,binlerce kez şükrederim Allah’a, ve bir değil bin melek dilerim Allah’tan onlara..)
Bu şehir beni yaralıyor baba..bu şehir acıtıyor içimi..
Nasıl büyüttün beni..? Hasta olduğum zamanlarda ne çok korktu o yüreğin kimbilir…Nasıl canın acıdı her gözyaşımda…!! Ah! Baba…Bir özlem ki en derinden üşütüyor beni..Ne zormuş evimden,takıp kanatlarımı uçarken geride bıraktıklarımı özlemek..Ne zormuş, baba evine çok uzaklardan hasretle bakmak..
Şimdi sana bir kez daha teşekkür ederim sevgili babam..
Bana hayatı anlatıp, zamanı geldiğinde kanatlarımı takarken yardımcı olduğun için,
Bana her daim güvenip,cesaretle büyüttüğün için,
Hayatımdaki seçimlerimi tek başıma yapmama izin verdiğin için,
Her zaman arkamda,sırtımı yasladığım güçlü bir çınar olduğun için,
Her kötü anımda omzumda elini hissettiğim için,
Her çöküşümde dizlerimin üstüne,sevgiyle elimden tutup kaldırdığın için,
Bana sağlam bir kişilik kazandırdığın için, HERŞEY İÇİN…
En önemlisi,
Beni sokaklarda büyütecek kadar vicdansız olmadığın için,
TEŞEKKÜR EDERİM BABAM…
SEN Kİ; HAYATIMDA İLK TANIDIĞIM VE EN DERİN SEVGİYLE BAĞLANDIĞIM ADAM…
BABAM…İYİ Kİ VARSIN…VARLIĞIN DAİM OLSUN…
Sevgilerimle..
KÜÇÜĞÜN…


Bir efsanedir onlar Çocukları için bambaşkadır "Baba"kelimesinin anlamı. Düştüğünde
Anne diye bağıran çocuk arkasından babasının koşup geleceğini ve onu yerden kaldıracağını bilir daima. Ona duyduğu güvenle adım atar çok zaman. Bilir ki başı sıkıştığında babası arka çıkacaktır ona.

Anne her zaman baş tacımız baba ise gönül yoldaşımızdır. Annemiz duygusallığımız babamız mantığımızdır. Özellikle kız çocukları için baba kelimesinde çok özel anlamlar saklıdır. Bir kızın sevdiği ilk adamdır ve bundan sonra tanıyacağı tüm erkekleri babalarının özellikleriyle karşılaştıracaktır.

Sevginin anlamı bu gün. Babalarımızın günü "Bıyıkları henüz yeni terleyen ya da baba olmanın heyecanını çoktan yaşamış içimizin gülen yüzleri babalarımızın günü. Onlarla olmanın tadını çıkarabileceğimiz güzel bir gün avantajı belki de."

Doğumumuzu heyecanla bekleyen, dünyaya gelişimizle birlikte büyük sorumluluklar yüklenen ve bu durumdan hiçbir zaman şikâyet etmeyen; aksine bütün çabalarını severek yerine getiren "anımız babalarımızın" günü kutlu olsun. Bizim için yaptığı tüm fedakârlıklarda tek istekleri bizim mutluluğumuz, bir tek gülüşümüz, hayata karşı zaferlerimiz hiç kuşkusuz.

Hayatta bizi en çok seven iki kişiden biri, babalarımızın gözyaşları çok nadir akar. Kızını gelin eden ya da oğlunu askere uğurlayan babanın gözlerinde gördüğümüz ıslaklık bizi de duygusal yapar. Arkamızda vara yoğa ağlayan annelerimizden çok babalarımızın titrek elleri, konuşan bakışları, nemli gözleri kalır ardımızda. Daha çok içleniriz ağlayan bir baba gördüğümüzde.

Ve bir baba daima en uzağa bakar. Dalar gider çoğu zaman. Neyi düşündüğünü sorduğumuzda susar. Ya tahmin etmemizi bekler ya da zamanla onu anlamamızı. Hep bir sorumluluğu vardır bizim üzerimizde. Kaç ayrı çocuk, o kadar sayıda omuzlara biriken ağırlık. Bu ağırlık sayesinde bir neşelendiği olur bir hüzünlendiği.

Her zaman bizi saran sevgisi vardır üzerimizde, bizi koruyan, kollayan. Ne yapsak bizi bırakmayacağının güveni içimize dolan. Bazen en iyi arkadaşımız bazen kalp kırıklarımız. Ama her koşulda kalp atışlarımız. Güçlü, kararlı, sert bakışlı, koruyucu, güvenilir tanıdığımız ilk adam. Dünyaya geliş sebebimiz olduğunuz için binlerce kez teşekkürler.

BABA OLMAK HAKKINDA

her erkek bir iş sahibi olabilir..! Az-çok demeden, evini geçindirebilecek kadar para kazanabilir. Arkadaşları olabilir… kendisine güvenen… kendisinin de onlara

 güvendiği…Sözü sohbeti keyifli olabilir. Meslek hayatında da başarılı…

Akşama kadar birçok kişinin sıkıntısıyla uğraşabilir. İki lokma ekmek götürebilmek için evine, kendisini çok yorabilir…

Sosyal ortamlarda, sosyal aktivitelerde bol bol faaliyet yapabilir…

Sevdiği takımın hiçbir maçını kaçırmayabilir… alınan yenilgiler için günlerce kafa yorabilir…

Evlatlarının geleceği için türlü yatırımlar yapabilir…

Her erkek bunların tümünü yapabilir……ama her erkek “Baba” olamaz ki…!

Çünkü tüm bu saydıklarım erkekleri “BABA” yapmaz ki…!…

Küçük bir erkek çocuğundan gelmiş geçen gün bir soru… Diyor ki mailinde “Mehtap Ablacım… ben sizi hergün izliyorum… siz küçükken sizin babanız da benim babam gibi eve az mı geliyordu…?”

Düşündüm… babamı düşündüm… kendimi düşündüm… bu minik kalbin parmaklarından dökülen satırları düşündüm.

Ne olabilirdi dokuz yaşında bir erkek çocuğuna bunu söyleten? Babasına hasret, ama bir o kadar da babasıyla bir olmak istemesini, yaşamın kaygan zemininde harekete geçiren…

Baba olmak, tüm koşuşturmaların arasında da elindeki kendisine emanet edilmiş minik kalplere, babalığın nasıl bir şey olduğunu yaşatabilecek ve onları hayata güvenle hazırlayabilecek kadar donanımlı olabilmeyi başarmaktır.

Çocuklar için baba, bilinçaltı süreçleri açısından ve terapötik bir dille söylemem gerekirse “KAHRAMAN”dır.

Baba yanımızdaysa, korkmayız…

Baba yanımızdaysa güvendeyiz…

Peki ya baba yanımızda değilse…?

Babanın olmadığı yerlerde anneler devreye giriyor sevgili beyler…!

“Canım yabancı değil ya… o da annesi… benim yerime ilgilensin…” diyerek kendinizi kurtaramazsınız. Çünkü annenin karşıladığı duygusal beslemeyle, babanın karşıladığı duygusal beslemeler son derece farklı.

Baba, “özgüven, güç, kuvvet, yaşam karşısında güçlü olma” duygularını beslerken; anneler “merhamet, vicdan” duygularının oluşmasına neden oluyor.

Babanın duygusal ilişki kurmadığı, konuşmadığı, sohbet etmediği, evladıyla yakın ve sıcak iletişim kurmadığı durumlarda, babayla yeterince muhatap olamayan çocuklarda, anneden gelen duygular ağır basmaya başlar.

Size garip gelebilir ama hiç dikkat ettiniz mi? Önceden sokakta kavga eden çocuklar, birbirlerini tehdit ederken: “Seni babama söylüyceemmmm…” derlerdi.

Son dönemlerde bu sözün yerini ne aldı…? Evet bildiniz…

“Seni anneme söylüyycemmm…”
Erkek çocuğun, baba figürüyle yeterince muhatap olmamasından dolayı, yani özdeşim kuracağı, benzemeye çalışacağı bir yakın baba ilişkisi olmamasından dolayı, anneyi “benzeme nesnesi” olarak kullanmaya başlaması anlamına gelir.

Dikkat ediyor musunuz? Son on yıldır duygusal, her şeye ağlayan, olaylar karşısında aşırı duygusal tepkiler veren delikanlıların sayısında çoğalma oldu. Üniversite öğrencisi genç erkekler, kendilerini “ben çok duygusalım” diye tanımlamaya başladı. Halbuki bu özellik, aynı yaştaki kız çocuklarına özgü bir tavırdır. Herhangi bir zorluk olduğunda genel beklenti kızların üzülüp ağlaması; erkeklerin de ağlayan insanları teselli etmesidir. Ya da olaya daha sağduyulu, daha akılcı bir çerçeveden bakmasıdır.

Ne oldu da işler bu noktaya dayandı?

Çok basit… babalar, “baba” olamadılar…

Babalar, erkek evlatlarına ve kız evlatlarına yeterince yakın davranmadılar.

Babalar, para kazanmanın, onların fiziksel ihtiyaçlarını doyurmanın asli görevleri olduğu duygusunu üzerlerinden atamadılar.

Babalar, çocuklarının, kendileri için kazanacakları paradan daha çok, baba ilişkisine, babanın sarılıp öpmesine, babayla oturup uzun sohbetler yapılmasına ihtiyaç duyduklarını bir türlü göremediler.

Özetle söyleyeyim…

Duygusal ilişki kurup, besleme yapmadığınız kızlarınız, olmadık adamlarla evlenmeye kalkıyorlar. Çünkü kendilerine en yakın olan erkekle yeterince duygusal bir doyum gerçekleşmediği için, saçının telini bile vermeyeceğiniz tür adamlarla ilişki yaşamaya kalkıyorlar.

Oğullarınıza gelince… oğullarınız… oğullarınız erkek gibi davranmayı öğrenemiyorlar. Sürekli kadınlarla muhatap olmaktan, kadınların gittikleri çay poğaça toplantılarına katılmaktan, kadınların sohbetlerini dinlemekten, kadınların tepkilerini izlemekten, kadınlar gibi düşünüp, kadınlar gibi
davranmaya başlıyorlar.

Onlara “öğretebilecek baba”ları varsa tabii…



 

 

AFFET BENİ BABA
Kimi insanlar için üç fırsat çıkarmış önüne… Ben senin son fırsatındım. Beni kucağına aldığında, kim bilir ne hayaller kurdun. Hayallerin içinde kucağındaki çocuğu kim bilir nasıl büyüttün. Her baba gibi benim için de sen aynı cümleyi kurdun belki de; “bu evlat benim kurtuluşum olacak”
Yıllar yılları kovaladı ve sen her fedakar baba gibi bir dediği mi ikiletmedin oğlunun. Canından bir parçaydı; yemedin yedirdin, giymedin giydirdin. Hala unutmadım, cebinde dört çay parası varken ve sana bir çay alacak kadar para bile kalmamışken, sırf oğlun arkadaşların yanında ezilmesin diye bana verdiğini. Gizlice bakmıştım cebindeki paraya ve geri koymuştum, hastalandığımı söylemiştim sana neden gitmediğimi sorduğunda ve sen bana doktora götüreyim demiştin ya, o an odama çekilip hıçkırıklara boğulmuştum. Siz benim göz yaşlarımı daha bir çocukken, ninemin kucağında Zeki Müren’in “Bahçıvan” filminde at’ı öldüğünde görmüştünüz. Son göz yaşımı görüşünüz olmuştu, çünkü nasıl üzüldüğünüzü görünce kendimden bile sakladım o gözyaşları ve o zamandan başlamıştı süreç, Türk filmlerine ağlayan, yufka yürekli bir insan ve kaybetmeye alışkın bir seyyah olacağını belli etmişti o süre. Doğuştan yalnızlığın denizlerinde yüzen bir çocuk siluetiydim ben ve bilmezdim bu yalnızlığın hücrelerime işleyeceğini..
Yedi yaşlarındaydım ilk düşümü kurduğumda ve o zaman yazmıştım senaryomu; çok zengin olacak, yetin, öksüz, fakir çocuklara sahip çıkacak ve bana “Baba” diyeceklerdi. Ben senin gibi bir baba olacaktım. Sen her evlatta olduğu gibi ilk örnek aldığım insansın. Sana layık bir evlat olacaktım, sana yaptığım iyiliklerden bahsedeceklerdi ve göğsün kabaracak benimle gurur duyacaktın. Tek umuduna canından fazlasını verdin sen, annem gibi…
Hayatımın dönüm noktasıydı senelerce benden saklanan gerçekler, dünyamın yıkılış anıydı ve ben bir fotoğrafta siyah beyaz bir kareydim. Şiirler yazıyordum aşka aşık bir ruhla, hikayeler, tiyatro derken sen boş işlerle uğraştığımı, karın doymayacağını söylüyordun bunlarla geleceği görmüşçesine… benim bir doktor, mühendis ya da avukat, büyük bir adam olacağımı düşünürken ben kitap çıkarma, oyun yazma sevdasına düşmüş hayatın sahnesinde baş göstermeye, iyilikler yapmaya, sakatlar için şiirler okumaya ve kendi gerçek rolümü oynamaya başlamıştım.
Üniversiteye giderken gördüm ilk defa gözlerinin dolduğunu ve ilk ayrılıktı bu yaşanan. Sıkıntılı üniversite yılları, hayatı öğrendiğim yerlerde sokak lambaları, banklarla yarenlikler, acılar, ilk başka bir tenin ateşini hissediş, ilk defa aşkın elbisesini bir bedene giydirme çabaları, bir insanın başka bir insanın dünyasını nasıl karartabileceğini yaşamalar. Saçlarda birkaç tel siyahtı yaşananlardan sonra kalan ve çocukluğumu hatırlatan.
Sonra üç kişilik evimizin karardığı anı gördüğüm kabuslar…. Ben evimizin dışındaydım, karanlık haykırıyordu yalnızsın sen diye ve ben evimizi izliyordum gözlerimdeki yaşlarla, tek başıma, gökyüzü üstüme düşüyordu yıldız yıldız. Artık gece yarıları yoktu, uykular yoktu benim için. Şizofrenik bir yaşamın içinde ayakta kalmaya çalışan bir ruhtum ben. Memur olacak, sizi kurtaracaktı oğlunuz. İyi niyetinden kaybetmeye çocukluğunda başlamıştı. İki aile arasında gerçeklerin ortasında sıkıştı bir an için daha genç yaştayken ve bu mengenede kalışlar ruhunun karanlık sokaklarında kayboluşlarına sebep olurken, sözünüzü dinlemedi, şiirler yazdı, güzellikler üstüne her şeyi yazdı. Bir tek kendi kaderini yazamadı. Uykuyu unuttu. O ilk Türk filmlerinde başladı ağlamaya ve hala ağlıyor şimdi… Gözlerinde göz pınarları kurusa da… Ve sen hastalandın, ben ağladım, çaresiz kaldım, iyice kimsesizleştim, sefaletin koynuna başımı yaslayıp öykümsü kelimelerimi göz yaşlarımla ıslattım. Affet beni bana, hayallerini boşa çıkardığım için. aşırı duygusal, iyi niyetinden kaybetmeye alışmış olmasına rağmen hala iyilik yapmaya çalışan, yuvasız bir kuş gibi yalnızlığını yüreğinden atamamış, hayalperest bir yazar, sefil bir şair ve yüreklerde dolanan bir seyyah, kitap hayali gibi tüm hayalini yitirmiş, dar ağacında sallanan bir oğul oldum ben sana… Affet beni baba, oğul tadında bir evlat olamadığım ve sana layık olup torun veremedim, bir sıcak yuvaya sadece düşlerimde sahip olduğum için… Bu yürek seninle toprak olur baba, anca beraber, seni yalnız bırakmam ben. Her şeyimi kaybettim. Düşlerini gerçekleştiremedim. Sevdiğime kavuşamadım mesela, gözlerimebakıp “Ben ölmem, merak etme. Daha düğününü yapacam oğlum” derken ağlamıştım karşında aciz kalışlarıma… Ne olursun affet beni baba!
Sana layık olup, bir şiir yazamadım belki ama üstad Cemal Süreyya’nın mısralarıyla babasına seslenmek isteyenlere sesleniyorum bu şiirle…. Sevdiklerimizin değerini bilmek umuduyla, onları kaybetmeden… Kaybettikten sonra bilinse değerlerin ne kifayeti var ki? Bu şiir tüm babalara, Allah sizlere uzun ömürler versin, başımızdan eksik etmesin.

*SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Soylemesine maviydi kör oldum

Taslara gelince hamam taslarına
Taslar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taslarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kotu
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mi?


4 GECE 5 GÜNLÜK YUNANİSTAN TURU BÖYLE OLUR


YUNANİSTAN ( 4 GECE-5 GÜN )
1 GECE ; İSTANBUL – SELANİK22.00 de İstanbul’dan hareket. LÜLEBURGAZDA mola, bABAESKİ üzerinden Havsa Uzunköprü ve Keşandan İpsala (TÜRK) Kipi (YUNAN) Sınır Kapılarında Gümrük & Pasaport işlemleri sonrası EVROS bölgesinden YUNANİSTAN`a giriş

 1.GÜN ; SELANİK Sabah ALEXANDROUPOLİ (Dedeağaç) KOMOTINI (Gümülcine) üzerinden XANTHI (İskeçe) de Kavalada kahvaltı mola sonrası, Makedonia vadisi, VOLVİ ve KORONİA GÖLLERİ-HALKİDİKİ YARIMADASI üzerinden SELANİK`E varış. SELANİK ŞEHİR TURU (12 Havariler Kilisesi, Makedonia Trakya & Bakanlık Binası AGIOSDİMİTRİ KİLİSESİ, ATATÜRK` ün EVİ Aristoteoles Üniversite Kampüsü, İdadi, RODANDA, Ag. George Kilisesi, Şadırvan, HELEXPO İnternational Fuaralanı, Döner Kule, 19.YY Neo Klasik Yapılar, Averof Limanı, Beyaz Kule Bizans müzesi, Mekadonia TiyatroBinası, Vassilikon Kültür Merkezi, Kütüphane, Kamara, Bedesten, “Panagia Calkeon, St. Athanasios, St. Nicholas, St. Harlambos” Kiliseleri, Hamza Bey Camii, “B.İskender –E. Venezelo – P. Konstantin” Heykelleri, “Vardar, Makedonia, Şadırvan, Aristoteles, Elefterios” Meydanları “Ag. Dimitri, Egnatia, Tsmiski, Manastır, Langada, Nikis (Vas. Konstantin)” caddeleri gezisi, , Acropolis, Bizans surları, Eski Selanik, “Ana Poli”, Makedonia mimarisinin hakim olduğu Evler – Sokaklar, Vlatadon manastırı, şehrin kuşbakışı seyri ve YEDİKULE ZİNDANI, fotoğraf molası, ALACA İMARETİ & CAMİİ, Kraliçe OLGA caddesi 19.yy konakları (CASABİANCA & ALATTİNİ) vb. hediyelik eşya alış – veriş imkanı sonrası şehir merkezi 1 GECE Anatolia otelimize yerleşme ve konaklama. Arzu edenler için YUNAN TAVERNASI (Yemek+ İçki +CANLI GREEK MÜZİK+Sirtaki & Rebetiko)

2.GÜN ; SELANİK – ATİNA Sabah kahvaltı sonrası ATİNA`YA hareket. Galikos, Axios, Loudias Deltaları-Malgara –Vardar Ovası – Korinos – Katereni – Leptokaria-Platamonas üzerinden TEMBİ VADİSİ (Agios Paraskevi Kilise ve Ayazması)OLYMPOS (Tanrıların Dağı) ziyareti, Larissa Ovası,Karavomilos sahil Kasabası STİLDA Sahil Kasabası çıkışında Deniz Kenarında,EVİA ADASI`NA karşı 222 Restaurant`ta öğlen yemek molası (Extra), LAMİA, Ag. Kostantinos Sahil kasabası, Termopolis Kasabası & Kral Loenidis Ve Askerleri Anıtı, THİVA`da Cafe 90 tesislerindeki cafe molası (Extra) sonrası ATİNA` ya varış. Şehir merkezi 2 GECE Anatolia  otelimize yerleşme- serbest gece ve konaklama.


3.GÜN ; ATİNA Sabah kahvaltısından sonra ATİNA ŞEHİR GEZİSİ (Acropolis,Parthenon,Dionysos Tiyatrosu, Odeon, Zeus Tapınağı, Hadrianus Kapısı, LikavitosTepesi, Panathenic Stadyum, Harry Trouman Meydanı & Heykeli,Konservatuvar, Türk Elçilik Binası, Eski Saray, Cumhurbaşkanı & Başbakan`ın Konutları, Evzon Askerlerinin nöbet değişimi, Ulusal Park, Zappion Sergi Sarayı, “St. Paul, St. Nikodimos, Bizans” Kilisesileri, Syntagma Meydanı, Parlemento Binası “Meçhul Asker Anıtı” Tarihi Grande Bretage Oteli, Para Müzesi ( Heinrich Schliemann`ın Evi) 19. Yüzyıl Neo Klasik Yapılar (Akademi - Üniversite – Kütüphane) Merkez Bankası, Ag. Dionissios Katedrali, Omonia Meydanı, Kolokotroni Heykel & Meydanı, İlk Meclis Binası, Olympiyat Köyü, ünlü Plaka semti, Atina Mitropolis Katedrali, ünlü semt ve caddeleri gezisi sonrası otele dönüş ve konaklama. Arzu eden katılımcılar için TAVERNA’da Müzikli akşam yemeği Geceleme ayni otelde 3 GECE YİNE Anatolia da olur.

4.GÜN ; ATİNA – KAVALA Sabah kahvaltı sonrası Kavala’ya hareket. Akşam üzeri Kavala `ya varış. Şehir merkezindeki 4 GECE Galaksi otelimize yerleşme ve konaklama gece şehir turu serbesttir.
5. GÜN KAVALA – İSTANBUL Sabah kahvaltı sonrası KAVALA ŞEHİR GEZİSİ (Su kemerleri, Liman,Kale,19.YY Neo Klasik Yapılar,”FOLKLÖR MÜZESİ-BELEDİYE BİNASI-FRANSA KONSOLOSLUK BİNASI” Pangıa, Eski & Yeni Şehir,Acropolis,Deniz feneri, Ag. Nicholas & Teodoro Kimissi Kiliseleri KAVALA`LIMEHMET ALİ PAŞA (İmarethane - Ev & Heykeli) Er. Stavrou El. Venizelos caddeleri, Elefteros, Karaoli, Nikitsara,28-Ekim meydanları gezisi , alış–veriş imkanı sonrası,İSTANBUL` a hareket. XANTHİ (İskeçe) de mola ,KOMOTİNİ (Gümülcine) ALEXANDROUPOLİS (Dedeağaç) BATI TRAKYA ŞEHİR GEZİLERİ Yunan-Türk Free Shoplar da alış –veriş imkanı sonrası Türkiye`ye giriş. Lüleburgazda  mola sonrası gece İSTANBUL ’a varış.




KURBAN BAYRAMINDA MUCİZE TURİZM İLE YEŞİL KARADENİZ


DİKKAT DİKKAT T ÜM DOSTLARA VE ARKADAŞLARA ,

SONBAHARDA KURBAN BAYRAMI TATİLİ DAHİL YEŞİL KARADENİZ VE SARI YAPRAKLI YAYLALAR TURU YAPMAYI PLANLIYORUZ.

 EĞER AŞAĞIDAKİ TASLAK PROĞRAMI OKUYUP BEĞENİPTE BİZE GERİ DÖNERSENİZ YAKLAŞIK BİR OTOBÜS KAFİLESİ HALİNDE 20 AİLE YADA ÇİFT TOPLAM 40 KİŞİ OLARAK (11/20 EKİM 2013) TARİHLERİ ARASINDA KALAN “BİRLEŞTİRECEK OLAN KURBAN BAYRAMI TATİLİNİDE” FIRSAT BİLEREK TAM 10. GÜNLÜK  BU GEZİYİ “LÜLEBURGAZ MUCİZE TUR” “HAYAT TURİZM” İŞBİRLİĞİ İLE KESİN YAPMAK İSTİYORUZ. ŞİMDİDEN KARARLI OLANLARA DUYURURUZ. SİZLERDE EŞİNİZE DOSTUNUZA DUYURUNUZ. KESİN KARARLIYSANIZ  İSTEĞİMİZ  BURADA VERDİĞİMİZ MÜRACAAT TELEFON VE YERLERİNE ŞAHSEN YA DA CEP TELEFONDAN MÜRACAAT İLE KESİN NİYETLİYSENİZ ADINIZI ADRESİNİZİ İLETİŞİM CEP TELEFONUNUZU KAÇ KİŞİ OLARAK KATILMAK İSTEDİĞİNİZİ ÖNBİLGİ ADINA DÖNEREK EN GEÇ “1 EYLÜL 2013” TARİHİNE KADAR LÜTFEN YAZDIRIN YADA BURAYA AÇIK OLARAK YAZIN BİZDE ONA GÖRE KALINACAK YERLERDE OTELLERİMİZİ AYARLAYALIM DERİM. FİATIMIZ KİŞİ BAŞINA YOL VE KONAKLAMA VE KAHVALTI DAHİL KİŞİ BAŞINA TUTULACAK OTOBÜS ÜCRETİNİN VE KİŞİ BAŞI OTEL ÜCRETLERİNİN HESAPLANMASIYLA ÇIKACAKTIR YANİ KABA TASLAK BİR HESAPLA 10 GÜNLÜK OTOBÜS ÜCRETİMİZ 10.000/40=400 TL YİNE ORTALAMA KİŞİ BAŞINA KONAKLAMA ÜCRETİMİZ GECESİ ORTALAMA  50 TL X 9=450 TL DİR.BU DURUMDA 10.000 /40=400 TL YOL ÜCRETİ OLURSA ÜCRETİMİZ YATAK DAHİL KİŞİ BAŞINA (850 TL) OLUR DERİM.BU FİYATIMIZ BELKİ DÜŞER AMA ARTMAZ SİZ DAHA UCUZUNU BULURSANIZ BU YAZ KAÇIRMAYIN GİDİN DERİM.

KURBAN BAYRAMI TATİLİNİ İÇİNE ALAN CUMA GECESİ ÇIKIŞLA PAZAR AKŞAMI DÖNÜŞLE 10 GÜN + 1 YOLDA 8 HOTEL KONAKLAMALI YEŞİL KARADENİZ GEZİSİ PROGRAMIDIR

MÜRACAAT TEL CEP 0542.2421281 ORHAN SUAT VEYA 0288.4174086 ERDAL YİNE ALANAT LÜLEBURGAZ 1 NOTER YANINDA MUCİZE TUR OFİSİ İŞ TEL 0288 413 15 15 ERSAN ÇELİKÖRS

 TASLAK PROĞRAM VE PLANLAMA

1 GÜN-HAREKET NOKTASINDA LÜLEBURGAZDA 11 EKİM CUMA GECESİ 21.45 te BULUŞMA HAZIRLIKLAR  sonucunda  11 Ekim 2013 Cuma günü gecesi saat 22.00 de Lüleburgazdan çıkışla 24.00 te istanbul transit gece yolda Bolu Gökdemirle tesilerinde mola ve  sabah Çorum Osmancık Ulusoy tesislerine varışla

2-GÜN -12 ekim 2013 Cumartesi günü sabah yolumuz üzerinde Çorum Osmancık kazası Ulusoy tesislerinde isteyen (exstra) isteyen yanında getirdiği kumanyalarıyla sadece çay kahve ile KAHVALTI yola devamla Samsun ve Ordu transit geçilecek Giresun Espiyede MEŞHUR KARADENİZ PİDECİSİNDE pide yenilecek yola devamla ayni gün akşam saat 18.00 de Rizeye varış ve otele yerleşme akşamında Rize Botanik bahçesinde istirahat ve  1.gece Rizede (Kaçkar) otelde konaklama

3-GÜN-13 ekim 2013 Pazar günü Rizede Otelde kahvaltı sonrasında çıkışla öğlen Ayder yaylasında İsteyenler yayla turu yapacak isteyenler mevcut Kaplıcaya girilecek tam gün gezilecek akşam Rizeye tekrar geri dönüşle yolda yemek yenecek 2 .gece (Kaçkar) Otelde Rizede

4-GÜN-14 ekim 2013 Pazartesi günü Rizede Otelde kahvaltı sonrasında çıkışla isteyenlere Rizenin en tanınmış tur acentası  RİTUR aracılıyla sabah erkenden kalkarak GÜNÜBİRLİK Gürcistan Batum gezisi yapılacaktır kalanlar ise kendi Otobüsleriyle Artvin Borçka gezisi yapacaklar ayni günün akşamı gene Rizeye dönüşle 3.gece (Kaçkar) otelde Rizede

5-GÜN-15 ekim 2013 Salı günü KURBAN BAYRAMI 1 GÜNÜ İSTEYENLER RİZEDE BAYRAM NAMAZINA GİDECEKLER VE dönüşte otelde kahvaltı sonrasında Rize’den çıkışla şehir turu ve öğlende Trabzon Uzungöle varışla dinlenme ve öğlen yemek sonrasında Trabzona devamla yolumuz üzerinde Trabzon Maçka Sümela manastırı ve tesisleri gezilip  Trabzon Maçkada (Maçka) Otelinde 4 gece konaklama

6-GÜN-16 ekim 2013 Çarşamba günü  KURBAN BAYRAMI 2 GÜNÜ Maçkadan çıkışla Zigana Geçidi turu ile Trabzon şehir turu yapılacak akşam Akçaabatta yemek sonrası 21.00 de Trabzon Maçkada (Maçka) otelde 5 gece konaklama

7-GÜN-17 ekim 2013 Perşembe günü  KURBAN BAYRAMI  3  GÜNÜ Trabzon Maçkadan kahvaltı sonrasında çıkışla sahilden Giresuna varışla hava koşullarına göre Karaneizin tek adası olan Giresun adasına deniz turu veya Giresun Keşap Yayları turu ve ayni akşamı Orduya geçişle Ordu  (Turist) Hotelde  6.gece konaklama

8-GÜN-18 ekim 2013 Cuma günü KURBAN BAYRAMI 4 GÜNÜ  Ordu Öğretmenevinde kahvaltı sonrası çıkışla Ordu şehir turu BOZTEPEDE öğlen yemeği sonrası şehir merkezinde alışveriş ve 7.gece Ordu (Turist) otelde konaklama

9-GÜN-19 ekim 2013 Cumartesi günü Ordu’da Turist hotelde kahvaltı sonrasında çıkışla öğlen Samsun şehir turu ile yola devamla akşam Karabük üzeri Safranbolu’ya varışla  Safranbolu da (Zarife Oteli )konağında 8 gece  konaklama

10-gün-20 ekim 2013 Pazar günü sabah otedle kahvaltı sonrasında Safranbolu turu ile öğlen yemeği sonrasında Safranbolu’dan çıkışla otobandan transit olarak doğrudan Bolu+İzmit+İstanbul+Lüleburgaza akşam üzerin 2000 de Lüleburgaz’a dönüşle gezi sonudur.

KURBAN BAYRAMI TATİLİNİ İÇİNE ALAN CUMA GECESİ ÇIKIŞLA PAZAR AKŞAMI DÖNÜŞLE 10 GÜN + 1 YOLDA 8 HOTEL KONAKLAMALI YEŞİL KARADENİZ GEZİSİ PROGRAMIDIR

UYARILAR

  • Program zamanlamasında Hava,Yol,vb... nedenlerle rehber gerekli gördüğü taktirde değişiklik yapabilir.
  • Turlarımız Otel, Otobüs, Tur Programı Ve Rehberlik Hizmetleri İle Bir Bütündür Ayrı Ayrı Düşünülemez.
  • Tur içersinde Kullanılmayan Ulaşım, Konaklama, Çevre Gezileri Vb. Haklar İade Edilmez.
  • 0–6 Yaş Çocuklarda Otel Konaklamasında Yatak Verilmeyebilir.
  • Çocuk indirimleri iki yetişkin yanında uygulanır. Tek bir çocuk için kullanılır.
  • Rezervasyon Esnasında Koltuk Sözü Verilemez.
  • Haftalık Turlarda Oturma Düzeni Birer Sıra Kaydırılır.
  • Konaklama Bölgelerinde Ve Otellerinde Yoğunluğa Göre aynı standartlarda olmak kaydı ile Değişiklik Yapılabilir.
  • Tur öncesi ve Tur içinde Hava Muhalefeti Nedeniyle Yapılamayan Turlarda  MucizeTurizm'in Sorumluluğu Yoktur.
  • Yeterli sayıda çoğunluk olmadığında turu( 3 gün )önceden haber vermek kaydı ile iptal hakkı Mucize Turizm de saklıdır.
  • Turun iptali durumunda Mucize Turizm iptalini bizzat katılanlara bildirmek zorundadır.
  • Yasal süreç olduğundan tazminat hakkı yoktur.
  • En Son fiyatımız ( kişi başına) iki kişilik odalarda verilir
  • BÜTÜN FİYATLARIMIZA KDV DAHİLDİR

 

 

OSMANLI YÖNETİMİNDE BEKTAŞİLİK NASIL YASAKLANDI NEDEN SUÇLANDI?


1826 SONRASI OSMANLI YÖNETİMİ VE BEKTAŞİLİK

Bektaşiliğin yasaklanmasıyla birlikte tarihe ‘ Osmanlı devleti tarihinde ilk kez bir tarikat kapatılmıştır’ notu düşülmüştür.
Kapatma kararı, Bektaşi Vakıf, tekke ve inanç önderlerinin (Dede-baba) sıkı takibi ile desteklenmiştir.
İstanbul tekkelerindeki babalar ve muhibbleri tutuklanarak darphaneye hapsedilirler. Kıncı Baba, İstanbulağasızade Ahmet Baba ve Salih Baba idam edilirler. Diğerleri Şeyhülislam Efendi tarafından iman yoklamasına çekilerek Sünnilikleri kontrol edilir. Yapılan sorgular neticesinde idam edilmeyen Bektaşilerin İslami ilimlerde derin bilgileri olmamakla beraber, zındık ve mulhid olmadıkları anlaşıldığı, buna rağmen tümünün sürgün edilmesine karar verilir. Rumelihisarı’nda şehitlik tekkesinde Mahmut Baba ve yedi nefer muhibbi Kayseri’ye, Öküz ya da Paşa limanı tekkesinde Ahmet Baba ve Kazlıçeşme tekkesinde Hüseyin baba ikişer nefer muhibbleri ile Hadim’e, Karaağaç tekkesinde o tarihte aynı zamanda ‘Hacı Bektaş Vekili’ olan İbrahim Baba ile sekiz nefer muhibbi, Sütlüce Tekkesinde Mustafa baba ve Eyüp’te Karyağdı tekkesinde Mustafa baba ve üç Bektaşi ile Birgi’ye, Karaağaç tekkesinde misafir olan Yusuf Baba Amasya’ya, yine misafirlerden Ayıntablı Mustafa Baba Güzelhisar’a, Kıncı’nın kardeşi Mehmet baba Çamlıca tekkesinde Mehmet Baba ve Merdivenköy tekkesinde diğer Mehmet Baba dört nefer muhibbi ile Tire’ye gönderilir. ( Ahmet Cevdet,1966- 238; Birge, 1991- 89). Sürgünlerin Hadim, Birgi ve Kayseri gibi ulemanın etkili olduğu yerlere yapılmış olması, Bektaşilerin sıkı kontrol altında tutulmak istendiğinin göstergesidir.
İstanbul’da kalan diğer Bektaşilerin – takip siyasetinden daha az etkilenmemek adına – Sünni kılığına girerek takiye yaptığı anlaşılıyor. İzzet Molla Bektaşilere yönelik uygulanan takip siyasetini şu dizlerle dile getirmektedir. “ Ağalar eyledi cehime seferin/ Çaldı Bektaşiler de göç borusun.” ( Ahmet Cevdet paşa ).
Bektaşi tarikatının kapatılması, bazı ulema ve diğer tarikat mensuplarının hoşlanmadıkları kimseleri gözden düşürülmesine zemin hazırladığı anlaşılıyor. 1826 sonrası süreçte Bektaşi olmak o kadar suç teşkil eden bir durum arz ediyor olmalıdır ki insanların hırsları ve düşmanlıkları yüzünden Bektaşilikle hiç ilgisi ilişkisi olmayan kimseleri ‘ Bektaşi diye ihbar etmişlerdir. (Bu Cadı kazanı yakın tarihimizde Cumhuriyetin ilk dönemlerinde mürteci ve soğuk savaş yıllarında komunist yaftalarıyla ihbarı olarak sürüp gitmiştir.)
Cevdet Paşa (239), Bektaşilerin sıkı bir şekilde arandığı sırada Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi olarak bilinen özel bir ilmi grubun üyeleri olan Melekpaşazade Abdülkadir bey, eski vakanüvis Şanizade Mehmet Ataullah Efendi ve defterdar İsmail Ferah (Faruh) Efendi gibi isimlerin Bektaşilikle suçlanarak Manisa, Menemen, Bursa gibi yerlere sürgün edildikleri bildirilmektedir. Ancak Ferah Efendi o dönemde Tefsir-i Mevahip adlı eseri yazmakla meşgul olduğu için, padişahın emriyle tamamlamak üzere sürgün yeri Kadıköy olarak değiştirilmiştir. Murat Mollazade Arif Efendi de bu yola suçlanır ve İstanbul’a ayak basmamak üzere Aydın Güzelhisarı’na sürgün edilir. Cevdet Paşa (239) bu konuya ilişkin tespitini şu şekilde belirtmektedir. “ Bunların Bektaşilikle hiç ilgi ve ilişkileri yoktu.” Ayrıca devlete karşı açıkça tavır takındığı iddia edilen Sarraf Şapçı Yahudi Bektaşilikle itham edilerek idam edilmiştir. Şapçı Yahudi’nin idamından sonra bütün mallarına devletçe el konulmuştur ( Mutlu) 25). Örneklerde görüldüğü üzere birbirlerine düşmanlık besleyen insanlar, hasımlarını Bektaşi olmakla ‘suçlayarak’ ceza almalarını sağlamaktadırlar. Bu gibi örnekler o dönemde Bektaşi olmanın ne denli takibe maruz kalınabileceğinin ipuçlarını vermektedir.
Bu süreçte Bektaşi olmadıklar halde isimlerinin sonunda ‘baba’ unvanı bulunan pek çok şeyh de aynı akibete uğrayarak sürgün edilmişlerdir. Örneğin; Halep’teki Bayram Baba tekkesi kapatılarak mallarına el konulmuş daha sonra ise bu tekkenin Halveti’lere ait olduğu anlaşıldı 1831 yılında yeniden açılarak şeyhliğine Abdulhamid Dede tayin edilmiştir. ( Boz 199 – 88)
Bektaşilere yönelik olarak uygulanan takip siyaseti öyle bir boyuta varmıştır ki, Yeniçeri isyanı sırasında hapiste olmalarına rağmen, 15 kişi daha sonra tutuklanarak diğer Bektaşiler gibi Şeyhülislamın sorgusuna çekildikten sonra yedi tanesinin ehl-i sünnet olduklarına kanaat getirilerek serbest bırakılmasına, diğer sekiz kişinin ise bozuk itikatları sebebiyle ayrı, ayrı yerlere sürgün edilmelerine karar verildiği anlaşılmıştır. ( Ayar, 1998 – 42)
II. Mahmud, Rumeli’deki Bektaşi Tekkelerinin yıkımının ve Bektaşilerin durumlarının kontrolünü sağlamak amacıyla Hacı Ali Bey ve ulemalardan Pirlepeli Ali Ağa’yı; Anadolu Teklerini yıkmak için de Cebecibaşı Ali Ağa ve müderrislerde Çerkeşi Mehmet Efendi’yi 1 Ağustos 1826 tarihinde memur tayin etmiştir. (Uzunçarşılı 1988 – 572). Hacı Bektaş Kasabasında ki Pirevi Külliyesi’ndeki camiye ‘Nakşibendiye Camii’ adı verilirken, buradaki tekkeye de Nakşibendi Şeyhi Kayserili Şeyh Mehmed Said Efendi atanmıştır. Son Bektaşi postnişini Hamdullah Efendi ise 1828 yılında Merzifon’a sürülmüştür (Gündüz, 1997, s. 19).
Diğer taraftan II. Mahmud 1827 yılında, Hacı Bektaşı Veli Vakfı yönetimini Nakşibendi Tarikatı ilkeleri doğrulusunda yönetmesi koşuluyla Hamdullah Efendi’yi görevlendirdiği doğrulusunda bir berat verir. “ …kötünün ortadan kaldırılmasıyla Nakşibendi Tarikatı usulü yerine getirilmek koşuluyla adı geçen kardeş Seyyid Veliyüddin’e…. Görev belgesi gereğince bu beratı verdim.” ( öz B., 1997 b, 93). Bektaşi Veliyüddin posta oturtulurken, zaviyeyi Nakşibendi usulüne göre yönetmesi konusunda ‘uyarılır’. Veliyüddin’in 1828 yılında ölümüyle Nakşibendi şeyhi Said Efendi’nin ataması yapılır (Ulusoy, 1986, 94).
Devletin her tarafında, özellikle de Rumeli’de yaygın olan Bektaşi tekkelerinin bir kısmı cami, medrese ve mekteplere tahsis edilmiş, bir kısmı da özellikle Nakşibendi’lerin kontrolüne verilmiştir. ( Gündüz, 1997, 19).
Böylelikle Bektaşi tekkelerinin ‘ıslah edilip ehl-i sünnete’ kazandırılması kararlaştırılmıştır. ( Öz B., 1997a, 180).
II. Mahmud, ‘ Bunu kendimize iş edinip bu din sapkını topluluğu yok etmeye çalışacağız’ diyerek, idam edileceklerin hemen öldürülmelerini, bağışlanması istenilenlerin ise sürgün edilmelerini buyurur ( Öz B., 1997a, 180). Sanırız Bektaşilerin takip işinin gevşek tutulmuş olmasından dolayıdır ki, padişah bu işin yakından izlenmesi ve Bektaşiliğin tümüyle yok edilmesini sadrazamlık katından tekrar ister. Ancak II. Mahmud’un sadrazamlarından kimi Bektaşilerin araştırılmasını ve gereken cezanın verilmesini istediği fermanda “…Ben sana söyler iken rüzgarın şiddetli olmasından ve camların vurmasından işitmemişsin…” ifadelerinden üslubunun fazlasıyla sertleştiğini söyleyebiliriz ( Öz B., 1997b, 91).
Padişahın Bektaşilik işinin ağır çözüldüğü ve daha hızlandırılması yolunda sadrazamına verdiği buyrukta üslubunun daha da sertleştiği görülmektedir.
“… Şöyle böyle denilerek bunların yerine getirilmesi pek gecikti…. Denetçiler görevden uzaklaştırılsın… Birçok yasaların uygulanmasına izin vermeme karşın, yine yüzüstü bırakılıyor… Her ne kadar işler çoksa da, birine bir düzen verilmeden başkalarına başlanıyor. İşler Arapsaçına döndüğünden bir kat daha zorlaşıyor. Zecriye maddesi nasıl oldu(?)…her biri hizmet beğendireyim diye işleri birbirlerine dolaştırıyorlar. Şimdiye kadar bir şey söylemediğimden aşırıya gitmeye başladılar. Sonunda kızacağımı düşünmüyorlar mı(?)… Sonra, şöyle oldu, böyle oldu sözlerini dinlemem…” ( Öz B., 1997b, 94)
Sadrazam selim Paşa, Bektaşi takibi meselesinin ağırdan alınmasında şeyhülislamı sorumlu gördüğünden olsa gerekir ki, takip işi için bizzat padişah tarafından görevlendirilmesini ister. Bunun üzerine II. Mahmud, Bektaşiliği ortadan kaldırmak için veziriazamına gönderdiği buyrukla şeyhülislamı görevlendirmektedir.
“ benim vezirim… Bektaşilerin, tarikat şeyhleri, Kuran hocaları ve şeriat memurları, mahalle imamları gibi yansız (!) kişilerden oluşan inceleme-araştırma kurulları yoluyla durum incelenerek baskı ve korumanın dışında tutularak, haklarında şeri yasalar neyi gerektiriyorsa onu uygulayarak, yoksul-zengin ayırımı yapılmaksızın hangi sınıftan olursa olsun eşit tutularak, şu Bektaşi fesadı maddesinin ehli sünnet arasında tümüyle temizlemek için şeyhülislamlığın bu işi üstlenmesi buyruğumuzdur. Bu Bektaşilik fesadının Muhammed ümmeti arasından kaldırılmasına birlikte çaba ve özen gösteriniz.” (Öz, B., 1997b, 91)
II. Mahmud, Bektaşiler ve tekkeleri hakkında nasıl işlem yapılacağı konusunda ülkenin değişik yerlerine gönderdiği buyrukta tarikatın neden yasaklandığını belirttikten sonra, şeriatın gereği olarak bütün Bektaşi tekkelerinin yıkılmasını, tekke vakıflarının iptal edilmesini, bu arazi ve vakıfların devlete (beytülmal) döndürülmesini aldığı iki adet fetva eşliğinde emretmektedir (Öz, B., 1997b, 88).
Olayların gelişim seyrine ve II. Mahmud’un Bektaşi takibatının çok ciddiye alınması konusundaki uyarılarına bakılırsa tarikatın yasaklanmasını isteyen ana unsurun saltanat ricali olduğunu söyleyebiliriz. Kıncı Baba yargılanırken, hangi dine mensup olduğu sorulması üzerine muhibbeleriyle birlikte kelime-i şehadet getirince, “…yeis halinde iman makbul değildir, öleceğini anladığı için şehadet getirdi…” denilerek ölümüne karar verilmiştir ) Sezgin, 1995, 165). Bu gibi durumlar kararın daha çok siyasi bir uygulama olduğu gerçeğini pekiştirmektedir.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusuna kayıt yaptıran bazı eski Yeniçeri askerinin ‘yeniçeriliği yeniden ihya etmek’ gibi sözler konuşulmalarının anlaşılması üzerine takibata alınır ve bunlardan birkaçının sorguları neticesinde Bektaşi kıyafetinde bir adamla sohbetler ettiği öğrenilir. Daha sonra bu askerle savaş divanına verilerek öldürülür ( Ahmed Cevdet, 245).
Bu tür olaylardan yola çıkarak, Bektaşi dervişleriyle, 1826 sonrası yeni kurulan orduya kayıt yaptıran bazı yeniçeri eski Yeniçeri askerlerinin ilişkilerini canlandırma gayreti içinde oldukları sonucunu çıkabiliriz.
Bu arada, Bektaşilerin bir kısmının ehl-i sünnet inancına sokulması ve denetim altında tutulması amacıyla sürgünlerin Kayseri gibi ulemanın etkin olduğu bölgeler yapıldığı konusuna yukarıda değinmiştik. 1827 Temmuz’unda Kayseri’ye gönderilen bir fermanda;
“ Bir müddetten beri bazı erbab-ı Rafizin Hacı bektaş-ı Veli’ye mensubiyet davasıyla şer-i şerife ve dört halifeye zebandirazlik misullu hareketleri ve bunların çoğaldığından bahisle, tekkelerinin yıkıldığı, kimine siyaset uygulandığı, kimi sürgün edildiği, emlaklerin istirdadı lazım geldiği.” bildirilerek, bunların cami ve mescidlerde evkat-ı hamseyi ( beş vakit namazı) cemaatle eda etmelerine dikkat edilmesi emredilir ( Ortaylı, 2000, 374).
Anlaşılan odur ki, takkiye yapmak zorunda bırakılan Bektaşiler, sürgüne gönderildikleri yerlerde ehl-i sünnet dışı inançlarını hala muhafaza etmektedirler.
Hamdullah Efendi, sürgünde bulunduğu sırada 1846 yılında Amasya’da ölmüştür. Mehmet Hamdullah Çelebi’nin, Amasya’ya sürgününden sonra ‘Hasreti’ mahlasıyla şiirler yazdığı bilinmektedir (Ulusoy, 1986, 93).
Dede-Baba’nın bu sıralarda ‘Hasreti’ mahlasıyla şiir yazmaya başlaması anlamlıdır.
Bektaşi tekkelerinin yıkılması faaliyetine önce İstanbul’dan başlandığı anlaşılmaktadır. Kapatılan Bektaşi tekkeleri hakkında ayrıntılı bilgi veren Hasluck’a (1995)göre İstanbul’da on dört Bektaşi tekkesinden dokuzu yıkılmıştır. Rumelihısarı’nda Şehitlik, Öküz Limanı, Karaağaç, Yedikule, Sütlüce, Eyüp, Üsküdar, Merdivenköy ve Çamlıca’daki Bektaşi tekkeleri yıkılanlar arasındadır. Türbelerin haricindeki binaların yıkılmasının ardından, tekkelerin müsadere için malların defterlerinin tutulmasının ardından raporların hükümete sunulduğu, bu raporlar doğrultusundan işlem yapıldığı anlaşılmaktadır.
İstanbul’daki tekkelerin kapatılmasının ardından, 1827 tarihli padişah buyruğuyla,
“ Anadolu tarafından olan bütün Bektaşi tekke ve zaviyelerinin yalnız türbeler yerinde bırakılarak binaların yıkılmasıyla mal, eşya, emlak ve bunların (dükkan, ev) tarafıma düşenler için kaydedilmiş, yazılmış ve imzalanmış defterlerinin gönderilmesi…” istenmektedir. ( Öz. B., 1997b, 92).
Bu doğrultuda kapatılan tekkeler arasında Bektaşilik açısından son derece önemli olan ve Elmalı’da bulunan Abdal Musa Tekkesi de vardır. Tekkenin bütün mal ve mülklerine el konulmuş, eşyaları satılmıştır. Tekkede bulunan görevliler de başka yerlere sürülmüştür. Abdal Musa Tekkesi’nin Anadolu ve Rumeli’deki Bektaşi zaviyelerinin en büyüklerinden biri olduğunu düşünürsek, tekkeye ait yapıların fazlalığı daha kolay anlaşılabilir. Tekke kapatıldığı zaman sahip olduğu binalar şu şekilde verilmiştir; üzeri kurşun kaplı türbe; üzerine kurşun kaplı bir adet köşk; bir adet hamam; bir adet çamaşırhane; iki adat misafir odası; dört adet at ahırı; bir adet öküz ahırı; üç adet mektep odası; üç adet mutfak; on adet ambar; bir adet dükkan (Daşçıoğlu, 25).
Tekkede birçok mezar taşı bulunmaktadır. Postnişinlere, dervişlere ve bunların aile fertlerine ait olan bu taşların bir bölümü 1826’dan önceye aittir. 1826 süreciyle birlikte Bektaşilerin mezar taşlarının büyük oranda tahrip edildiği anlaşılmaktadır. (Tanman, 1988, 65).
Çeşitli kaynaklara göre 1826 müdahalesiyle birlikte kapatılan, yıkılan, bağlı bulunanın sürgüne gönderildiği Bektaşi tekkelerinden bazıları şunlardır; Anadolu: Haydar Baba Tekkesi, Yatağan Baba Tekkesi, Hamza Baba Dergahı, Ayn-i Ali Baba Tekkesi, Niyazı Baba Tekkesi, Cafer Baba Tekkesi, İnci Baba Tekkesi, Şahkulu Sultan Dergahı, İstanbul: Karaağaç tekkesi, Karyağdı Tekkesi, Perişan Baba Tekkesi, Şehitlik Tekkesi, Akbaba Tekkesi, İvaz Fakih Baba Tekkesi, Bademli Tekkesi, Yarımca Baba Tekkesi, Seyyid Ali ( Kızıl Deli) Sultan Dergahı, Kesriye Tekkesi, Vodorina Tekkesi, Velikiot Tekkesi, Kuç Tekkesi, Hıdır Baba Tekkesi; Mısır; kaygusuz Abdal Tekkesi, Kasr-ı Ayn Tekkesi ( Hasluck, 1995; Melikof, 1999b; Öz B.,1997 a, İzti, 1998).
Hasluk (1995), sadece Edirne’de on altı Bektaşi tekkesinin yıkıldığını, tekke topraklarına ise Anadolu’dan getirilen göçmenlerin yerleştirildiğini belirtmektedir. Devletin her tarafında, özellikle de Rumeli’de yaygın olan Bektaşi tekkelerinin bir kısmı cami ve medreseye tahsis edilmiş, büyük bir kısmı da birer ehl-i sünnet türbedar atanmak suretiyle başta Nakşibendilik olmak üzere Kadirilik ve Sadilik gibi tarikatların kullanımına verilmiştir.
Öztürk (1992), Esad Efendi’den yaptığı alıntıya dayanarak, İstanbul’daki bazı Bektaşi Tekkelerinin kapatılması sırasında alkollü içkilere rastlandığını, dahası içki şişelerinin ağızlarına, yırtılan Kur’an sayfalarının (İftiranın boyutlarına bakınız!) tıkaç yapıldığını ifade etmektedir. Özellikle Rumeli’deki bazı Bektaşi tekkelerinde alkolün bulunmuş olması, Bektaşi ritüel ve erkanı açısında anlaşılabilir bir durumdur. Ancak Kur’an sayfalarının tıkaç olarak kullanılması iftiranın ne boyutlara ulaştığının fotoğrafıdır. Esad Efendi’nin bu tespitlerini değerlendirirken, kendisinin 1826 sürecinin kalemşörü (zamane yalaka medyası diyebiliriz) olma misyonunu unutmamak gerekir. Diğer taraftan II. Mahmud’un, Bektaşilerin izlenmesinde imamlara ( hafiye imama) görev verdiğini hatırlarsak durum daha da anlaşılır hale gelir düşüncesindeyiz.
BEKTAŞİ VAKIFLARININ DURUMU
Bektaşi Dede-Babalarına yönelik uygulanan takip siyaseti ve tekkelerin kapatılmasının ardından sıra Bektaşi vakıflarına el konulması sürecine gelmiştir. II. Mahmud müsaderenin kaldırıldığını bir fermanında şu şekilde bildirmektedir:
“Bundan böyle saltanatın millet için bir dehşet ve bir korku kaynağı değil, fakat bir destek olmasını istiyorum. Bunun için bireyin malına el konulması geleneğini kaldırıyorum.” ( Karal, 1994, 152)
II. Mahmud. Bektaşi tekkelerine yönelik olarak yayınladığı fermanda ise “…Ellerindeki tekke ve zaviyeler için…önceden verilen arazi vakıfları iptal edilerek, bu arazi ve vakıflar devlete döndürülecektir.” ( Öz, B., 1997b, 88)
Bir taraftan Bektaşi mal ve tekkelerine müsadere yapan II. Mahmud, diğer taraftan da saltanatın dehşet kaynağı olmasını istemediği için müsadereyi kaldıran Sultan II. Mahmud vardır. O halde II. Mahmud’un Bektaşiler için müsadere yaparken, devleti Bektaşilerin nazarında ‘dehşet ve korku kaynağı‘ haline getirdiği sonucuna varabilir miyiz?
Bektaşi tekkelerinin kapatılmasından sonra bütün gelirlerine ve gayri menkullerine el konulmuştur. Vakıflar, belirli aralıklarla satılarak hazineye gelir kaydedilmiştir. Satışlardan, iltizamdan ve emanetten elde edilen gelirler önceleri Asakire-i Mansure-i Muhammediye’nin masraflarının karşılanması için Mukataat Hazine’sine, daha sonra ise özel bir hazine olarak oluşturulduğunu düşündüğümüz Mansure Hazinesine gönderilirken; tekkelerin enkazlarının da cami, mescid ve medrese gibi yapılarda kullanılması istenmiştir ( Ayar, 1998, 51,75, 84, 105).
Burada dikkat değer bir konu ise tekke ve zaviye vakıfları olan gayrimenkulleri almaya halkın dini duygularla fazla rağbet etmemesi üzerine bunlar, zaman, zaman gerçek değerinin çok altında satılmıştır. ( İpşirli, 1990, 56)
Yapılan satışlara daha çok gayrimüslim azınlıkların rağbet ettiğini düşünmek yanlış olmasa gerekir. Örneğin; Cuma ve Bucak Bektaşi tekkelerindeki mülkler Osmanlı yerel yöneticilerince Koçanalı bir Rum zengine satılmıştır ( Öz, 1997a, 184).
Halkın Bektaşilere ve Bektaşi mallarına yönelik yaklaşımında Osmanlı yönetiminin propagandasının etkili olduğunu düşünmeliyiz. Halk arasında Bektaşiler aleyhinde genel bir düşmanlık havası yaratılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır ( Uzunçayırlı, 1988, 566). Bizzat Cevdet Paşa (1966, 236), Bektaşilerin kanun yoluyla idam edilmelerinin, devleti sever görünenlerin amacı olduğunu belirtmektedir. Böylelikle Bektaşilerin tamamen ortadan kaldırılması devletin tam bir hedef halinde ortaya konulmaktadır. Bektaşilerin öldürülmelerini amaç haline getirmeyen kimseler, devleti sevmemekle itham edilmiş olmaktadır. Bu tür yaklaşımların Bektaşiler için halk nezdinde yapılan propagandanın ulaştığı boyutu gösteriyor.
Bektaşilere yönelik uygulanan takip siyasetinin, en büyük zararlarından birisi de, yıkılan Bektaşi tekkelerindeki birçok yazılı eserin yakılarak yok edilmesidir. Müsadere edilen sadece tekkelerin gayrimenkulleri değildir, tekkeye ait evrak ve kitapların büyük bölümü de müsadere edilmiştir ( Ortaylı, 2000, 348). Öyle sanıyoruz ki, yok edilen eserlerin sayısının binlerle ifade edildiği bu sürecin en büyük zararlarından birisi, Bektaşilik tarihinin yeterince açıklanamayan noktalarını aydınlatması muhtemel ışığı da söndürmüştür.
Abdal Musa tekkesinde, o dönemin koşullarına göre oldukça iyi bir kütüphanenin olduğu bilinmektedir. Bu kütüphanede değişik türden on üçü KUR’AN-I KERİM olmak üzere 141 cilt kitap bulunmaktadır. Kütüphanedeki kitaplar incelendiğinde, diğer tarikatların tekkelerinde bulunabilecek kitapların burada da bulunduğu görülmektedir (Daşçıoğlu, 1996, 22, 23).
Demir Baba Tekkesi, Göbekli Saraç Baba Tekkesi, Nefer Baba Tekkesi ve Hızır Baba Tekkesi ile Kara Baba Tekkesinde de birer kütüphane mevcuttur. Bu tekkelerde bulunan kitaplar Abdal Musa Tekkesindeki mevcut kitaplardan daha azdır. Ancak kitaplara bakıldığı zaman genelde içerik yönün aynı tür eserlerin varlığı göze çarpar. Bu eserler ya Büyük İslam Klasikleri ya da didaktik edebiyat eserleridir ( Daşçıoğlu, 1996, 24).
Ancak bu durum, Bektaşilerin Sünniliğine kanıt gösterilmesi anlamına gelmemelidir. Bektaşilerin kendilerine ait kitapların yanında Sünni dinsel öğretiye yönelik kitapların da bulunması, Osmanlı devlet yönetiminin bir baskısı sonucu olabileceği gibi, bilgi edinme gereğinin sonucu da olabilir ( Öz B., 1997a, 209).
Bu arada Bektaşilerin, Osmanlı devletinin takibinden en az zararla kurtulmak için ehl-i sünnet dışı eserlerin bazılarını ortadan kaldırmış olması da akla gelebilir.
Ahmet Yaşar Ocak (1992, 378), Bektaşi tarikatının kaldırılmasında sadece birkaç küçük tekke Dede-Babasının idam edilmiş olmasıyla yetinildiği belirtmektedir.
1826 sürecinin Sayın Ocak’ın dediği gibi birkaç Bektaşi Dede-babasının idamıyla sonuçlanmış olması doğru olsa bile bu Bektaşiler yönelik yapılan, baskı ve zulmün az olduğu anlamına getirilmemelidir.
Her şeyden önce son Yeniçeri isyanından bulunan suçluları tek, tek bulmaları mümkün olmaması nedeniyle Bektaşilerin tümü hakkında – her ne kadar tam olarak uygulanmasa da – ‘katli vaciptir’ kararı alınması önemli bir göstergedir.
Ayrıca Osmanlı yönetimi, tarikatı hedef almamış olsaydı tüm Bektaşi Tarikatını kapatıp, Bektaşilerle ilgili her şeyi yasaklar mıydı?
Bektaşileri, tarikatı kapatan II. Mahmud’a karşı neler hissettiğini anlamak pek de zor olmasa gerekir. Zira Bektaşiler, II.Mahmud’un Bektaşi Tarikatını kapatması esnasında yetmiş bin Bektaşiyi idam etmeye yemin ettiğine, fakat kafasını kesecek kadarını bulamayınca, Bektaşi mezar taşlarının kafalarını sayı tamamlanana kadar uçurulmasını emrettiği anlatılır.
Ayrıca Bektaşiler, İstanbul – Cağaloğlu – Divanyolu’ndaki II. Mahmud türbesinin önünde ne zaman geçseler, tükürüp lanet okumanın, onların ananelerinden biri haline geldiği söylenir( Birge, 1991, 92).
Bektaşilerin yeniden yerüstüne çıkmasıyla birlikte II. Mahmud’un anısı, doğal olarak Bektaşileri ürperten bir hal almış olmalı ki, bu tür söylenceler Bektaşiler tarafından kabul görür.
BEKTAŞİLİĞİN VAROLMA MÜCADELESİ
Balım Sultan dönemi ile başlayan Bektaşi tarikatı’nın ‘resmi tarihi’ 1826 süreciyle birlikte sona ermiştir. Bektaşiler için üçüncü evre olan 1826 sonrası ‘gizli yılların’ başlangıcı anlamına gelmektedir. Osmanlı hetorodox inanç geleneğinin en büyük tarikatı olan Bektaşilik, yaklaşık üç yüz yıldan fazla bir zaman resmi etkinliğini sürdürürken 1826 karşı hareketinden sonra bu etkinliğini resmi olmayan boyuta taşımıştır. Böylelikle bu güne gelindi.

 

KUTSAL KİTABIMIZ KURAN-I KERİM PARA İLE SATILAMAZ İNCİL GİBİ BEDAVA VERİLİR


KİME İNANALIM ŞAŞIRDIK

Din bezirgânların parayla Kuran satışına yaklaşımı “Allah’ınindirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de onu az bir paha ile değişenler (onu maddî karşılık ile satanlar) var ya, işte onların yiyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne onlarla konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için acıtıcı bir azap vardır.” (Bakara: 174) Yukarıdaki ayetlere bakarak sanki Kur'an-ı Kerim kitabının ücretle satılmasının bir sakıncası varmış gibi anlayanlar olabilir.(mesela benim gibi) Fakat bu böyle değildir. Ayetleri dikkatli incelediğimizde, Allahın kitabının (kağıt) malzemesi değil, aksine hukumlerini belli bir paha karşısında satmanın haramlığı görülecektir. Kur’an’ın yazılı bulunduğu kitap anlamında olan Mushaf'ın, basılıp satılmasından bir sakınca yoktur. Âyetlerde geçen satma, dinden taviz verme (Yahudiler gibi hukumlerini çarpıtmak) manasınadır. Bu sebeble ulema, Kuran'ı Kerim'in alım-satımında, "Kuran-ı kerimin fiyatı, ederi kaç para?" yerine, hediye tabiri kullanılması daha uygun olduğundan, "Kur'an-ı Kerim'in kağıdını (malzemesini) kastederek hediyesi ne kadar?" diye sormayı isabetli görmüştür.Kur'an-ı Kerim'in basılıp dağıtılmasında şüphesiz belli bir maliyet sarfedilmektedir. Her zaman hayrına dağıtacak hayırseverler olmayabildiğinden, insanların kolaylıkla ulaşabilmesi, bulunabilmesi için basılıp çoğaltılması zaruridir. Matbaacıların ve kitapçıların geçimlerini sağlayabilmeleri için belli bir ücret almalarında mahzur yoktur.

Bu konuda ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk'ün Show Tv canlı yayında söylediğine göre Kur'an'ı Kerim'i parayla satmak kesinlikle haram...Ancak hocanın Kur'an çevirileri kitapçılarda ücret karşılığı satılıyor. Aynı şekilde internet üzerinden de Kur'an çevirileri için para isteniyor.Mesala yayın yılı 2011 olan son Kur'an tefsiri 28 TL'den satışta...

 

 

 

PLEVNE KAHRAMANI OSMAN PAŞA HAYATI


GAZİ OSMAN NURİ PAŞA (1832-1900)

   Daha çok Gazi Osman Paşa olarak tanınır ve bilinir. 1832 yılında Tokat'ta, Yağcıoğulları ailesinin bir bireyi olarak dünyaya geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüşdiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Kırım Savaşı'nın çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise yüzbaşı oldu.

   Genelkurmay Başkanlığı'nda çalıştıgı zamanlarda Osmanlı Devleti'nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesi kararlaştırıldıgından, Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1861'da Teselya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyanları nın başlaması üzerine Girit’e tayin edildi. 1866’da Girit'teki çalışmalarından dolayı Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın takdirini kazanarak Miralay (albay) oldu. Yemen’e gönderildi. Arkasından Paşa rütbesiyle Rumeli’de bulunan Beşinci Ordu Manastır Fırka (tümen) Kumandanlığına tayin edildi (1875). Buradaki çalışmalarından dolayı birinci ferik (korgeneral) oldu. 27 Haziran 1876 yılında Sırbistan'ın, Osmanlı Devleti'ne ultimatom vermesi sebebiyle, Osman Paşa Vidin komutanlığına getirildi. Sırp İsyanları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını zaptetti ve bu nedenle Sırp ordusu çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa'nın hedefi Belgrad'ı almaktı ancak Serasker den izin verilmedi, zira şartlar uygun değildi.

   Osman Paşa'yı tüm milletimize tanıtan olay ise 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı yani 93 Harbi'ndeki 145 gün süren ve Rus kuvvetlerini bu süre zarfında durduran Plevne Savunması olmuştur. Plevnede büyük bir savaş savunma örneği göstermiş olan Osman Paşa, birer ay arayla 3 büyük ve şiddetli taarruzda bulunan düşman kuvvetlerini durdurmuş ve onlara geçit vermemiştir. En sonunda taarruzdan fayda gelmeyeceği kanaatine varan Ruslar sıkı bir kuşatmayla Osman Paşa'nın erzağının bitmesini beklemeye başlamışlar ve erzak durumunun vehameti üzerine Osman Paşa askerleriyle birlikte huruç-yarma harektı düzenleyerek Rus uşatmasını yarmaya çalışmıştır. Tam başarılı olacakken yanlarında gelen sivil halkın kendilerini yavaşlatması üzerine Rus kuvvetleri arasına sıkışan Osman Paşa teslim olmak zorunda kalmıştır. Rus Çarı kendisine kesinlikle bir esir muamelesi yapmamış bir misafir gibi ağırlamış ve bir müddet sonrada İstanbul'a dönmesine müsade etmiştir.  

   Gazi Osman Paşa İstanbula dönüşünde Sultan II.Abdülhamid Han tarafından büyük bir törenle karşılanmış ve kendisine çok az yüksek rütbeli askere verilmiş olan "Gazi" ünvanı verilmiştir. Bu tarihten 1900 yılında vefat edene kadar 22 sene Saray Müşiri olarak Sultan II.Abdülhamid'in daima yanında bulunmuş, kendisine askeri danışmanlık yapmıştır. Ölümünden sonra ise bu makama bir daha kimse atanmamış yeri boş bırakılmıştır.Gazi Osman Paşa'yı çok seven Sultan II.Abdülhamid, bunun göstergesi olarak iki kızını Osman Paşa'nın iki oğluyla evlendirmiştir. 5 Nisan 1900 yılında vefat eden Gazi Osman Nuri Paşa, Fatih Camii haziresine defnedilmiştir. Kabri üzerine türbeyi Sultan Abdülhamid yaptırmıştır. Plevne Marşı Tuna nehri akmam diyor Etrafımı yıkmam diyor Şanı büyük OsmanPaşa Plevne'den çıkmam diyor Kılıcımı vurdum taşa Taş yarıldı baştan başa Şanıbüyük Osman Paşa Askerinle binler yaşa

KARAENİZ GEZİSİ PROĞRAMI


9GÜN +8 GECE BAŞTAN BAŞA YEŞİL KARADENİZ TURU PROĞRAMIDIR

Bu proğramda tarihler bilerek verilmemiştir ancak Seyahat Şirketinin önceden adı verilen otellerle görüşerek kesin rezerve yapıldıktan sonra tarihler sonradan kesinleştireceklerdir.Ancak burada Pazardan itibaren 9 günlük Karadeniz Gezisi için önerilen tarihler bu yıl 9 gün tatil sayılacak olan Kurban Bayramı tatilidir.

HAREKET VE BULUŞMA PAZAR Akşam Saat 22.00’da Lüleburgaz’dan hareket ediyoruz. Gece yolculuğu yaparak İst, İzmit, Bolu, Mengen, Devrek, Çaycuma, Bartın yol güzergahı üzerinden sabahleyin Amasra’ ya geliyoruz.

1.GÜN ( PAZARTESİ )Adını Kraliçe Amastris’den alan ve zamanında Fatih Sultan Mehmet’in, "Lala, lala Çeşm-i Cihan bu mola’’ dediği Amasra, aslında keşfedilmeyi bekleyen tarihi ve doğal sırlarıyla "Uyuyan Prenses" e benzetilir.  Amasra’ da bulunan Roma Kapısı, Roma Surları ve Çarşısını geziyoruz. Öğlen yemeğimizi burada alıyoruz. Daha sonra emsalsiz evleri ile meşhur, adını bölgede yetişen ve nadir bir bitki olan ‘Safran’ dan alan SAFRANBOLU’ ya gidiyoruz. Burada sırasıyla Hıdırlık Tepesi,Cincihan, Eski Kaymakamlık Konağı, buram buram tarih kokan meşhur Safranbolu evleri ve Safranbolu Lokum Evinde hem yörenin hem de Leziz Lokumunun Tarihini anlatan slâyt gösterisini keyif ile seyrediyoruz.  Buradaki gösteri sonrasında Safranbolu’ da konaklayacağımız Safranbolu Bağlar Saray Otel’ e veya Zalifre Otel' e giriş yapıyoruz. Otelimizde akşam yemeğimizi alıp, konaklamamızı gerçekleştiriyoruz.

2.GÜN ( SALI )Sabah otelimizde kahvaltımızı alıp çıkışımızı yaptıktan sonra Kastamonu ya hareket ediyoruz. Kastamonu’ da bulunan yine Tarihi Safranbolu Evlerinin özelliklerini taşıyan ve yörenin geleneksel yemeklerinin sergilendiği Restoranımızda Öğle yemeğimizi alıyoruz. Öğle yemeği sonrasında ise Arkeoloji Müzesini geziyoruz.  Burayı gezdikten sonra Şerife Bacı Anıtını ve Osmanlı döneminden kalan mimari yapılara sahip binaları da geziyoruz. Gezimizi bitirdikten sonra ise SİNOP’ a hareket ediyoruz. Bir dönem Anadolu’nun ‘ Alkatrazı’ tabiri ile de tanınan ve 1999 yılında kapatılarak müzeye çevrilen, ayrıca Şiirlere, Şarkılara konu olan Tarihi bir yapıya Sinop Cezaevi’ne gidiyoruz. Üç yanı deniz olan ve Kale duvarları içeresinde yer alan Cezaevi’ne de ev sahipliği yapan 4000 yıllık geçmişi olan Sinop Kalesi’ni ve Cezaevini geziyoruz.  Daha sonra Sinop’un Çarşısında gönlünüzce gezebilmeniz ve alışveriş yapabilmeniz için serbest zaman veriyoruz. Serbest zamanın ardından Sinop’ta konaklama yapacağımız Sinop Turist Otel giriş yapıyoruz. Ve Otelimizde akşam yemeğimizi alıp, konaklamamızı gerçekleştiriyoruz.

3.GÜN (ÇARŞAMBA )Sabah Otelimizde Kahvaltımızı alıp çıkışımızı yaptıktan sonra Sinop’tan hareket edip Bafra yolu üzerinden SAMSUN’a geliyoruz. Samsun’da 8000 Yıllık bir tarihi anlatan Arkeoloji Müzesi’ni geziyoruz. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk adımlarının atıldığı Samsun’daki Atatürk Müzesi’ni de gördükten sonra Öğle yemeğimizi alıyoruz. Ve gezimize Atatürk’ün Samsun’a çıktığı ‘Bandırma Vapuru’ turumuz ile devam edip, başka bir durağımız olan Ordu FATSA’ ya hareket ediyoruz. Fatsa’ya vardığımızda Otelimize giriş yapıyoruz. Akşam yemeğimizi Otelimizde alıyoruz Konaklama ve serbest zaman. Burada Fatsa Yalçın Otel’de kalıyoruz.

4.GÜN ( PERŞEMBE )Sabah Otelimizde aldığımız kahvaltı sonrasın da Çıkışımızı gerçekleştiriyoruz. Ordu - GiresunTrabzon üzerinden Karadeniz’in Cennet köşelerinden biri olan ‘Uzun Göle’ çıkıyoruz. Yine emsalsiz bir manzaraya sahip olan cennet yurdumuzun bu köşesinde yapacağımız çevre gezimiz sonrası Öğlen yemeğimizi burada yiyoruz. Hem göze, hem damağımıza hitap eden Öğle yemeğimiz sonrasında ARDAŞEN’e inip Ayder’e çıkıyoruz. Burada Rize ayder Memişoğlu Konak Otel’e yerleşiyoruz. Akşam yemeğimizi Otelimizde alıp, Konaklamamızı gerçekleştiriyoruz.

5.GÜN ( CUMA ) Sabah Otelimizde alacağımız Sabah Kahvaltı sonrası çıkışımızı yapıp Karadeniz’in ünlü Yayla şenliklerinin yapıldığı ‘AYDER YAYLASI’ na çıkıyoruz. Burada Sağlık dolu güzel ve temiz havayı içimize çekip, yeşilin ayrı ayrı tonlarının bulunduğu muhteşem manzarası ile Huzurumuza huzur katıyoruz. Buradan da ‘Borçka’ya hareket ediyoruz ve Öğle yemeğimizi aldıktan sonra Çoruh Nehri üzerinde kurulan ‘Borçka Barajı’nı geziyoruz. HOPA, Kemalpaşa Beldesi’ndeki Hopa Sarp Otel’e yerleşiyoruz. Akşam yemeğimizi alıyor ve Konaklamamızı yapıyoruz.

6.GÜN (CUMARTESİ ) Sabah Kahvaltı sonrası otelimizden hareket ediyoruz.Türkiyenin en Kuzey ucunda olan Eski Sovyetler Birliği, günümüzde Gürcistan sınırı olan Sarp Sınır Kapısı’nı geziyoruz. Buradan BATUM’a kimlikle geçiş için, Kayıt Bürosundan Kayıt ve Sınır Polisi çıkış işlemlerimizin ardından Gürcistan / Acara Bölgesi’ne geçiyoruz.

Batum'a geçiş için T. C. kimlik numarası bulunan nüfus cüzdanı yeterlidir. Nüfus cüzdanı dışında pasaport ile geçiş yapılabilir. Bunların dışındaki kimliklerle giriş yapmak mümkün değildir. Bu nedenle yanınızda mutlaka üzerinde T.C. kimlik numarası bulunan hasarsız nüfuscüzdanınızı bulundurunuz.Ayrıca ebeveyinleri yanında olmadan seyahat eden 18 yaşından küçükler için anne ve babadan noterden tastikli muvafakatname gerekmektedir.
Sınırdan geçiş yoğunluğa göre bir saat, bir saat otuz dakika kadar sürmektedir.

İlk görülecek yerlerden olan ‘Gönye Apsaros Kalesi’ni ziyaret edip Batum Şehir merkezi’ne doğru devam edenpanaromik gezimizin sonunda ‘Etnografya Müzesi’ ve ‘Sanat Galerisi’ni ziyaret edip öğle yemeği molası veriyoruz. Öğle yemeği sonrası Çarlık Rusyasından kalma ‘Botanik Bahçesi’ni geziyoruz. Buradan da Batum şehir merkezinde bulunan ‘Orta Camii’yi ve ‘Orthodox Meryemana Katedrali’ni de geziyoruz. Ardından 1,5 saatlik serbest zaman. Gezi sonrası Hopadaki otelimize geri dönüyoruz. Hopa Sarp Otel

7.GÜN (PAZAR) Sabah Kahvaltı sonrası otelden çıkış yapıp Rize üzerinden Trabzon’un ünlü Hamsiköy ve Zigana Tünelini geçerek, Gümüşhane il sınırlarına girip oraların güzel görüntüsünü görüyoruz. Dönüş’te yine Hamsiköy’de olan ve leziz etlerden oluşan tescilli mangal keyfi ile öğle yemeğimizi alıyoruz. Daha sonra Sümele Manastırı’nı görmek üzere yola devam ediyoruz. ‘Sümela Manastırı’nın o görkemli görüntüsünü gördükten sonra Trabzon’daki otelimize yerleşiyoruz. Size vereceğimiz serbest zamanda arzu ederseniz Minibüslerle şehir merkezine giderek alışveriş yapabilirsiniz. Trabzonda Aksular Otel

8.GÜN (PAZARTESİ)

Sabah Kahvaltı sonrası otelimizden çıkış yapıyoruz. Trabzonda bulunan ‘Atatürk Köşkü’ nü geziyoruz. Buradan da ‘Giresun’a gidiyoruz. Şehir merkezini gezip, Ordu’ya hareket ediyoruz. Burada Ordu şehrinin yamaçlarında bulunan ve 450 metre yükseklikteki Boztepe’ye teleferik ile çıkıyoruz. Ordu’nun ve Karadenizin muhteşem manzarasına birde kuşbakışı ile görüyoruz. Öğle yemeği molasını yine Boztepe’de veriyoruz. Daha sonra Samsun’a geçiyoruz ve serbest zaman veriyoruz. Samsun Büyük Samsun Otel’e yerleşip, akşam yemeğimizi alıp, konaklamamızı yapıyoruz.

9.GÜN (SALI) Sabah Samsunda Büyük Samsun otelimizde alacağımız kahvaltı sonrası çıkışımızı yapıp Samsun’dan sabahleyin ayrılıyoruz. Dönüş yolumuza giriyoruz Havza, Merzifon, Gerede, İzmit ve iSTANBUL üzerinden yolumuza devam edip, akşam saatlerinde LÜLEBURGAZ’DA oluyoruz.

Başka bir MUCİZE  TUR Turizm Organizasyonunda buluşmak üzere………….

UYARILAR

  • Program zamanlamasında Hava,Yol,vb... nedenlerle rehber gerekli gördüğü taktirde değişiklik yapabilir.
  • Turlarımız Otel, Otobüs, Tur Programı Ve Rehberlik Hizmetleri İle Bir Bütündür Ayrı Ayrı Düşünülemez.
  • Tur içersinde Kullanılmayan Ulaşım, Konaklama, Çevre Gezileri Vb. Haklar İade Edilmez.
  • 0–6 Yaş Çocuklarda Otel Konaklamasında Yatak Verilmeyebilir.
  • Çocuk indirimleri iki yetişkin yanında uygulanır. Tek bir çocuk için kullanılır.
  • Rezervasyon Esnasında Koltuk Sözü Verilemez.
  • Haftalık Turlarda Oturma Düzeni Birer Sıra Kaydırılır.
  • Konaklama Bölgelerinde Ve Otellerinde Yoğunluğa Göre aynı standartlarda olmak kaydı ile Değişiklik Yapılabilir.
  • Tur öncesi ve Tur içinde Hava Muhalefeti Nedeniyle Yapılamayan Turlarda  MucizeTurizm'in Sorumluluğu Yoktur.
  • Yeterli sayıda çoğunluk olmadığında turu 3 gün önceden haber vermek kaydı ile iptal hakkı Mucize Turizm de saklıdır.
  • Turun iptali durumunda Mucize Turizm iptalini bizzat katılanlara bildirmek zorundadır.
  • Yasal süreç olduğundan tazminat hakkı yoktur.
  • En Son fiyatımız kişi başına iki kişilik odalarda verilir
  • BÜTÜN FİYATLARIMIZA KDV DAHILDIR.