31 Ekim 2010 Pazar

ATATÜRK HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKEN DOĞRULAR

ATATÜRK HAKKINDA DOĞRU OLANLAR …

Değerli okurlarım,”Mustafa” filminde halkımıza bilerek çarpık olarak anlatılan Yüce Atatürk’ün özel hayatına karşıt olarak Atatürk hakkında bilinmesi gereken değişik konularda bilgilerimi sizleri aydınlatmak için ekte sunuyorum.Film piyasasında büyük gürültüler kopartan ban göre TİCARET ATATÜRKÇÜSÜ olan yapımcısının sözde Atatürk’ün insan tarafını anlatan “MUSTAFA” filmini eğer izlediyseniz yapılan yorumları bir düşünün birde benim size yazdığım “İnsan Atatürk” hakkında yazdıklarımı iyi okuyun ve kimin haklı olduğuna kimin iftiracı olduğuna siz karar verin derim.Ayrıca “Mustafa” filminin belleklerimizde yaptığı tahribatını silmek amacıyla Şubat ayı içinde Sinemalarda gösterime giren olan Değerli Sanatçı Zülfü Livaneli’nin senaryosunu yazdığı ve çektiği “VEDA” filmi ile 19 mart tarihinde sinemalarda gösterime girecek olan yaşayan en büyük Atatürkçü Turgut Özakman’ın senaryosunu yazdığı ve Birol Güven’in Mint (Made in Turkey) yapımı tarafından çekilen “DERSİMİZ ATATÜRK” filmlerinin Lüleburgaz’da da vizyona girmelerini heyecanla bekliyoruz.

Şimdi gelelim Yüce Atatürkümüzün insan taraflarına

1."ATA" ve “MUSTAFA” LAFINI SEVMEZDİ:"Atatürk" hitabını ilk kez dönemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal de beğenerek soyadı olarak almıştı.Kendisine “Ata” diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.Yine Mustafa adını da sevmezdi kendisine Kemal denilmesinden yani kamile bilgiye eren insan olarak hoşlanırdı.İmzalarında M.Kemal ismini bu yüzden kullanırdı.Buna sonradan M.Kemal Atatürk eklendi.

2.EN SEVDİGI YEMEK:Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayati boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi.

3.EN BUYUK HAYALI DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI: Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.

4.BAŞUCU KİTABI "ÇALIKUSU" :Binlerce kitabı vardı.Ama bunların arasında bir tanesini hayati boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri Güntekin'in ünlü

“Çalıkuşu" romanını hep yanında taşır her gün rast gele bir yerinden açar, birkaç sayfa okurdu.

5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU: At’lardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti..

6.TAM BIR SALON ADAMI: En sevdiği dans Vals’tı. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu. Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.Ayrıca TSM hoşlanırdı

7.GÖMLEKLERININ TÜMÜ BEYAZDI:Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük

edebilmek için Beyoğlu`nda bir Rum terziye diktirilmeye başlanmıştı.

8.DOLABINDA LACİVERTE YER YOKTU:Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi.Lacivert takım giymeyi pek sevmezdi.Anıtkabir müzesinde sergilenen giysilerinin güzelliği şaşırtıcıydı.

9.ÖLÇÜLERİ: Boyu 1.74 idi yani günümüzde normal bir insan kadardı.Asla kısa değildi Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46'ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi.

10.RUMELI ŞİVESI: Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri

Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi. Yakınlarına en çokta “ Çocuk ! “derdi

11.HAZİN BIR HİKAYE:Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarının nerede olduğu bilinmiyor.

12.CUMHURBAŞKANLIGINDAN SIKILIYORDU:Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyordu, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu.

13.PAPA`NIN TEMSİLCİSİNE ELBİSE: Kılık-Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca Papanın Ankara temsilcisi Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.

14.KENDISI TIRAŞ OLMAZDI: Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanin üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi.Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı.Mutlaka özel berberi tıraş ederdi.

15.DÜZEN TAKINTISI VARDI: Evinde çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

16.HOŞGÖRÜLÜ LİDER: Bir anı olarak Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış,"Alın bunu kendi içsin"diyerek Atatürk`e hakaret etmişti Mahkemeye çıkarılacaktı.Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi.Buda O’nun hoşgörüsünün bir örneğiydi.

17.SİGARA PAZARLIGI:Hastalığının başlangıcın da kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuştu, Atatürk "beş" demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti:"Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım".

18."BU NASIL HALKCILIK?":Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti.Kondüktörün

Milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırmış nedenini sormuştu.Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama" demişti.Bugünde Uçakların Trenlerin yarı fiyata ve TBMM lokantasında yenen yemeklerin neredeyse beleş olduğunu bir bilse ne derdi acaba?

19."LAİKLİK ADAM OLMAKTIR":İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye şu tarihi cevabı vermişti: "Adam olmak demektir hocam,adam olmak!"

20.KURBANLARI BAĞIŞLARDI: Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara ve dökülen kana bakamaz böyle durumlarda sırtını dönerdi yada kesilmelerini engellerdi.Günümüzde ise yapılan hayvan katliamına kimse hava atmak uğurunda dur bile demiyor

21.YABANCI DİLE MERAKI:Askeri Lisede öğrenmeye başladığı o yılların en popüler yabancı dili olan Fransızca'yı sonraki yıllarda oldukça geliştirdi ve anadili gibi öğrendi Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi.

22.FASULYESINE POKER:Kumardan asla hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla eğlenmek için fasulyesine poker oynardı.Oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi.Arkasından Fasulye Pilav üzüm hoşafı yemeği ikram ederdi.

23.KAN GORMEYE DAYANAMAZDI:Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış ve yüzlerce binlerce cesetleri görmüş biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.

24.KULAKLARI DUYAN TEK KİSİ:Fransız tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğinde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış anılarında bunu esprili bir dille

anlatmıştı:"T.C`de bir tane kulakları duyan bir kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar".demiştir.

25.BIR RİCASI BAŞ AÇTIRDI:Bir gün halk arasında dolaşırken kara çarşaflı bir kadına rastlamış "Hafız Hanım benim hatırım için başındaki örtüyü açar mısın?" diye kibarca sormuştu.Kadın baş örtüsünü açarak Atatürk`un önünde eğildi ve ellerini öptü.

26.BİLARDO VE YÜZME: Sportmen bir kişiliği vardı. Her gün at biner yüzmeye gider ve

Geometrik desenler çizdiğinden bilardo oynardı.

27.EN BAŞARILI DERS:Eğitim hayati boyunca en başarılı dersi Matematikti. Pozitif

bilimlere ilgisi hayati boyunca sürdü.Akla dayalı Fen ve Matematik Bilimlerine hep inandı.

28.YAĞCILARA GEÇİT YOK:Yağcılara yalakalara ikiyüzlü riyakarlara çok kızardı Bir akşam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden Abdülhak Hamit`e hemen müdahale etti.

29.SON YILBASI GECESI:1937`yi 1938’e bağlayan son yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı

Tevfik Rüştü Aras ile baş başa geçirmişti. O gece dolabındaki kullanmadığı bazı elbiseleri Bakana hediye etmişti.

30.KÖŞKTEKI GÜVERCİNLİK:Kuşları çok severdi.Çankaya Köşkü`nde özel bir bakıcının

ilgilendigi güvercinligi vardı.Zaman zaman onlarla vakit geçirirdi.

31.YURDDIŞINA RESMİ GEZİ YAPMADI AMA DÖNEMİN DEVLET BÜYÜKLERİ HEP AYAĞINA GELDİ:Bunlardan İngiltere Kralı V Charles için verdiği akşam yemeğinde bir garsonun servis sırasında elindeki tepsiyi düşürmesiyle salonda esen buz gibi bir havada Krala dönüp”Haşmetmaap Ben bu millete her şeyi öğrettim ama UŞAKLIĞI bir türlü öğretemedim” lafı inanılmaz alkış topladı.Malum İngilizlerde Uşak olmak bir gelenekti.

32.DİNİNE SON DERECE BAĞLI İMANLI BİRİSİYDİ AMA HURAFELERE DİN BEZİRGANLARINA ÇOK KIZARDI:Atatürk’ün dindar bir kimliği vardı ama bunu asla siyasete alet etmedi ve bunu yapanlara çok kızardı.Bu yüzden din ve devlet işlerini ayırmak adına İslam ülkeleri içinde ilk kez Anayasal Laiklik kavramını getirdi.

33.ÇOK OKUYAN VE YAZAN BİR KİMSEYDİ:Hayatı boyunca hatta cephelerde bile savaş sırasında top sesleri gürlerken bile okumaktan haz duyardı.Büyük Nutuk eserinide günlerce kapandığı odasında yüzlerce olayı hafızasından süzerek yazdı ve TBMM Kürsüsünden tamamını ayakta durarak okudu.Ve sonucu Türk Gençliğine armağan etti.

34.DİKTATÖRLÜKLE HİÇ ALAKASI OLMADI: Döneminde yaşanan Dünyadaki siyasi yapıda bazı Devletler Lenin gibi kızıl Diktatör Mussolini ve Hitler gibi faşist diktatörlerle yönetilirken asla ve kata onlara özenmedi isteseydi onlar gibi halklarını gözünü kırpmadan ezmek yerine Türk Halkına her alanda sahip çıkarak genç Türkiye Cumhuriyetini kurdu ve bu uğurda ölünceye kadar çalıştı.Bir başka özelliğide isteseydi V Mustafa ismiyle Padişah bile olurdu ama asla bunu düşünmedi aklın ağabeyle getirmedi.

35.ARKADAŞLARINA KÜSMEDİ DARILMADI:Atatürk asla arkadaşlarına küsmedi darılmadı bazı dedikoducular ve yalan yanlış eksik bilgilerden dolayı şimdiki gibi Devletini korumak adına onları sürekli uyardı.

36.KENDİSİNE SUİKAST DÜZENLEYENLERİ AFFETTİ:İzmir suikastinde tutuklanan bazı yakın arkadaşlarını idamdan kurtarıp affetti.Diktatör olsaydı Bolşevik Rusya’da Lenin gibi değil onları onların tüm yedi sülalesini öldürtürdü kimsenin de sesi çıkmazdı

37.DUYGUSAL VE SERT MİZAÇLIYDI:Atatürk küçük yaşta öksüz kalınca Annesine sığındı ve duygusal bir çocukluk geçirdiyse de,büyüdüğünde oldukça sert mizaçlı birisi oldu.

38.TÜRK TARİHİNDE İLK MAREŞAL OLDU:Türk tarihinde Meydan savaşı dediğimiz göğüs göğse savaştığı için Askerlikteki son unvan olan ilk Mareşal oldu.Sonrasında kendisi gibi olan Fevzi Çakmak’a da bu unvan verildi.

39.TAM BİR ASKERDİ:Atatürk yaşamına yön veren mesleği olan Askerliği çok ama çok severdi.Yetiştiği Harbiye’yi ve asker ocağını asla unutmamıştır.Her vesileyle Mehmetçik ile şakalaşır çevresindekilere onların nasıl zeki ve kahraman olduğunu vurgulardı.Hatta bir gün bir Mehmetçik’e kendisiyle güreş tutmasını istediğinde Mehmetçiğin cevabı karşısında gözyaşlarını tutamamıştı.Mehmetçik Atatürk’e “Aman Komutanım siz dünyanın en kuvvetli ordularının sırtını yere getirmiş bir kahramansınız,ben sizi nasıl yenerim.”demişti.

40.ÇOK GENÇ ÖLDÜ:Atatürk yaşamı boyunca hep mücadele ederek bir kere bile şimdiki gibi Barış yaşanan yılları görmedi mesleğinin getirdiği stresler sonucunda çok genç yaşta 57 yaşında vefat etti.Silah arkadaşları Allah her ikisinede rahmetler etsin İnönü 101 Celal Bayar 103 yaşında öldüler.Bu millet hep Atatürk 100 yaşına kadar yaşasaydı Türkiye Cumhuriyeti Dünyaca ünlü olurdu diye boşuna söylemiyordur.Bence de Ortadoğu’nun bu karmaşık ortamını çözer bizde Ortadoğu’nun İsviçre’si olurduk

41.19 YÜZYILIN DEVRİLMEYEN YAŞAYAN TEK LİDERİ KALDI:Atatürk’ün ne kadar büyük bir deha ve ölümsüz bir lider olduğunu anlamak istiyorsanız ,O’nunla birlikte yaşamış olan dönem Liderleri içinde yıkılmadan hala milletinin kalbine taht kurmuş karizmatik bir lider olarak ilalebet yaşayacak tek Lider olmasından korkan bazı AB ve ABD yandaşları kişiler tarafından tarihten ve Türk insanının gönlünden silinmeğe çalışılsa da bunu başaramayacakları kesindir.

Ne mutlu Türküm Atatürkçüyüm Kemalist’tim diyene,günümüzde Yüce Atatürk sayesinde bu devletin havasını suyunu kirleten vatan haini işbirlikçi kuklalara ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmeğe çalışan yerli satılmış daha doğru dürüst Türkçe konuşmasını bile bilmeyen kör cahillerin ve satın alınarak dağlara çıkartılan zavallı teröristlerin bu memlekete verdiği zararlarına ve TBMM de bizim verdiğimiz vergilerle maaşlarını alan ikiyüzlülere yuh olsun.

Bu Devlet bu Millet hep Türk’tür daima ve ilanihane Türk kalacaktır.Yeter ki Allah bu Millete Vatan şairi Mehmet Akif’in dediği gibi bir sefer daha İstiklal Marşı yazdırmasın Atatürk’ün kurduğu ve Türk Gençliğine yani sizlere bizlere emanet ettiği bu Devlet hep yaşadı hep yaşayacaktır.Çünkü Atatürk hiçbir zaman Türk Milletinin devlet yapısından uzaklaşmaması için Misakı milli sınırlarını çizdi ve “Ne Mutlu Türküm diyerek” bizi birleştirdi “Yurtta Barış,Dünyada Barış” sloganına inandı.Allah O’na ve Bu Devletin kurulmasına destek olan silah arkadaşlarına rahmetler

GÜNÜMÜZDE ATATÜRKÇÜLÜK ANLAYIŞI NEDİR?

ATATÜRKÇÜLÜK ANLAYIŞI NEDİR?

Rahmetli Özal’dan beri her 10 Kasımlarda Atatürk'ün ölüm yıldönümleri matem olarak değil, anma günü olarak değerlendiriliyor.Ancak anma günlerinde de gerek okullarda ve gerekse resmi törenlerde O'nun yaşam öyküsü ve kişisel özellikleri anlatılıyor.Nedense Atatürk'ün düşünceleri, Türkiye'ye katkıları, devlet hakkındaki idealleri arka plana itilip, şekil özün önüne geçiriliyor. İnanıyorum ki, Mustafa Kemal böylesi olsun istemezdi. O, bağımsızlığı, özgürlüğü, saygınlığı, çağdaşlığı, kalkınmayı ve dünyada etkin bir devlet konumuna gelmeyi düşlüyordu. Genç kuşaklara bunların anlatılmasını isterdi.Çünkü Mustafa Kemal, bir devletin ordusunda askerken, devletin hükümdarına, saltanatı karşılığında vatan topraklarını Emperyalizme peşkeş çeken hasta adam denen Ülkesinin padişahına karşı çıktı baş kaldırdı.Ayni şey bugünde Avrupa Birliği adını alan yine küresel emperyalizme hizmet eden üstelik Ülkemize ve Türk İnsanımıza karşı her vesile ile çifte standartlar uygulayan Devletler olmasına karşın maalesef Atatürk’ten sonraki Hükümetlerimiz tepki verememekten adeta Avrupa Birliğinin kuklası olmaktadırlar.Görünen odur ki bizi sırf Türk ve Müslüman bir toplum olduğumuzdan aslında bir Hıristiyan kulübü olan AB almayacaklardır.Ama hala bunu görmeyenler neden ısrar ederler.Bakın Atatürk sağlığında hiçbir dost Ülkenin Devlet ve hükümet Başkanlarının ayağına gitmemiş kendi ayağına getirtmiştir.Buna ABD ve İngiltere’ye devleti büyükleri de dahildir.Ama günümüzde tam tersi olmaktadır.Atatürk bu savaşımda, ulusunun bağrına yaslandı ve halkından güç aldı.Ordular düzenledi. Onlara özgürlük ve bağımsızlık bilinci verdi.Yurt içinde, kendisi hakkında ölüm fermanı verdiği padişahın desteklediği isyancı ve gerici güçlerle savaştı.Bugün hala Emperyalistlerin uşağı olan aldatılmış Kürt kardeşlerimizden bazılarının Vatan toprağımıza ve kendi Yurdumuza karşı yürüttüğü binlerce kardeş kanına mal olan anlamsız manasız ve satılmış uşakların parayla satın alınan zavallı insanlarımızın içine düştükleri durum elem vericidir.oysa Atatürk bu sorunu yıllar öncesinden görmüş ve Ne Mutlu Türküm diyene diyerek bitirmişti.Kendisi Dışarıda, bütün bir dünyanın omuz verdiği işgalci emperyalistlere karşı koydu.Çanakkale’de Sakarya’da Dumlupınar’da Meydan muharebeleri kazandı.Uçurumun kenarındaki yıkık bir ülkeden, saygı ile anılan yeni bir devlet, yeni bir yurt kurdu.Ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplumu, taassuptan aydınlığa ve çağdaş bir dünyaya taşıdı.Yeni bir ulus oluşturdu.İşte biz bu yeni Ulusun evlatlarıyız.Bütün bunları da 19 yıl gibi kısa bir sürede yaptı.Korunması ve yüceltilmesi için bize pırıl pırıl bir ülke bıraktı.Nasıl yüceltilebileceğinin ideolojisini anlattı.

Bu ideolojiye ben "Atatürkçülük" diyorum. Siz "Atatürkçü Düşünce Sistemi" ya da 'Kemalizm" diyebilirsiniz.Tam bağımsızlık ve ulusal egemenliktir Atatürkçülüktür. Atatürkçülük emperyalizme karşı olmaktır.Demokrasiyi, insan haklarını, özgürlük ve barışı savunmaktır.Atatürkçülük, ülkenin ulusal çıkarlarını korumaktır.Türkiye'nin kalkınması ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması için çaba harcamaktır.Asla Irkçı ve dinsel yaklaşımlarla bölücülük yapmamaktır.Atatürkçülük, ekonominin ulusal çıkarlar doğrultusunda yönlendirilmesidir.Devlet yönetiminin dinsel kurallara dayandırılmasına karşı çıkmaktır.

Sosyal adalet ve fırsat eşitliğinin sağlanmasıdır Atatürkçülüktür.Ekonominin hiçbir dış güdüm etkisinde olmadan halk yararına yönetilmesidir.Atatürkçülük, akıl ve bilime dayanan çağdaş bir yaşam biçimidir.

Atatürkçülük nedir?Esasları Atatürk tarafından belirlenen; devlet hayatına, fikir hayatına, ekonomik hayata, toplumun temel kurumlarına, devletin rejimi ve işleyişine ilişkin gerçekçi, fikirlere ve ilkelere Atatürkçülük denir. Atatürkçülük Türk milletinin, bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devletin millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve ilmin rehberliğinde, Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkarılması amacını hedef alır.Bir diğer adı Atatürkçü Düşünce sistemi olan Atatürkçülüğün herkes tarafından benimsenmesi gerekir. Çünkü, Türk devletinin gelişmesi ve güçlenmesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin her türlü tehlikeye karşı korunabilmesi buna bağlıdır.Atatürkçü Düşünce sistemi, akılcı ve bilimcidir. Türk milletinin çağdaşlaşmasında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Vicdan ve düşünce hürriyetine saygılıdır. Milli birlik ve bütünlüğe önem verir. Millete ve insanlığa hizmet etmenin en büyük mutluluk olduğunu savunur. Seçme ve seçilme gibi vatandaşlık haklarını gerçekleştirerek Milleti devlet yönetiminde söz ve karar sahibi yapmıştır.İşte Atatürkçülük özeti budur anlayana davul zurna az.Anlamayana Sivrisinek saz…

DÜRÜSTLÜK NEDİR DÜRÜST İNSAN KİMDİR?

DÜRÜSTLÜK NEDİR DÜRÜST İNSAN KİMDİR?

Dürüstlük BİR ERDEMDİR anadan babadan gelir pazardan kilo ile satın alınamaz ve satılamaz.Bir insanın insan olması için hayat denen şu alemde tıpkı Yunus Emre Karacaoğlan Ahmet Yesevi Hz.vs gibi çok pişmesi gerekir.Yani bilinen deyimle “Hamdım,yandım piştim.” diyecektir.İnsanlıktan nasibini almanın bir yolu da herkesin bildiği dürüstlüktür.Kimse ayranım ekşi demez. Bazısı insanlık erdemleri gereği dürüst olduğunu söyler ama gelin bakalım okuyun dürüstlük neymiş görün. Dürüstlük nedir? Basit bir ifadeyle, bir insan dürüstse onun sözünde duracağına rahatlıkla güvenebiliriz.Dürüst kişilerin düşündükleri ile yaptıkları ve söyledikleri arasında bir tutarlılık vardır.”Bir insan ya dürüsttür ya da riyakar dönek yani iki yüzlüdür” diye eski bir deyim vardır. Eğer kişi ikiyüzlü riyakar ve dönekse ona güvenilmez. Çünkü sizden bir şeyler saklıyordur.Ve daha da kötüsü kendinden de bir şeyler saklıyordur. Ve en kötüsü de yaptığının kendisi de farkında değildir topluma zarar vermektedir.

Samimiyetin oluşabilmesi için, dürüstlük gereklidir. Karşınızdaki kişiye kendinizi dürüst bir biçimde ifade etmeye istekli olmalısınız ve de onlara kim olduğunuzu anlatırken açık olmalısınız.Bu, her zaman kim olduğunuzu aklınızda tutmanız anlamına gelmez. Olduğunuz gibi görünmeyi ve olayları olduğu gibi görmeyi deneyin.Aynı zamanda dürüst davranmak, sevimli ve hoş görünmek anlamına gelmez. Şikâyetlerinizi ve iddialarınızı da ortaya koyabilmelisiniz. Her ilişkinin kapalı kalmış bir tarafı vardır. Ve bu başka şeylerle ilgili olduğu kadar dürüstlüğün de bir parçasını kapsıyor. Dürüstlüğünüze bütünlüğünüze ve ilişkilerinizin dürüstlüğüne sadık kalırsanız, ilişkiniz sizi nereye götürürse oraya gitmelisiniz. Fakat bunu bilinçli olarak yapmalısınız. Çünkü bu sevdiğiniz üzerinde bir etki duygusunu ve ilişkinizin sonuçları için sorumluluklarınızı kabul etmeniz anlamına geliyor. Aynı zamanda dürüstlük hem ilişkinizin sağlığı için hem de bireysel yaşamınız için önemli bir niteliktir.Her şeyde olduğu gibi dürüstlüğü yaşamınıza ne kadar çok uygularsanız, her şey o kadar iyi olur.

Dürüstlük insan ahlakının temelidir.Yalan söylememek,kimseyi aldatmamak,kendi çıkarı için başkalarını kandırmamak,olduğundan başka görünmemek,dürüst olmak için yeterlimidir?Çağımızda bunlar kalmadı elbette,ama dürüstlük bunlardan çok fazla bunlardan çok daha fazla bir şeydir.Dürüst olmak gerçekleri kabul etmektir.Dürüst olmak her şey ve herkes için ayni ilkeleri geçerli kılmaktır.Dürüst olmak her zaman ve her koşulda doğru bildiğinin yanında olmaktır.Bundan ötürüde dürüst olmak çok zor bir şeydir.Dürüst olmak en başta cesur olmayı gerektirir.Cesur olmadan dürüst olamazsın.Çıkarlarından yoksun kalmayı göze almazsan dürüst olamazsın.Yalnız kalmayı göze almadan dürüst olamazsın.Dürüst olmak bedeli çok ağır bir erdemdir.Toprak Dede Hayretin Karaca’nın dediği gibi Bir olacaksın ama dürüst olacaksın yılmayacaksın Bir olmaktan korkmayacaksın bir gün gelecek Bir Bin olacaktır.Zaten bütün bunlardan ötürüde çok değerlidir.O zaman insan neden dürüst olmanın peşinde koşsun ki?Böylesine ağır bir yükü kim sırtlamak ister.Söze bakarsan herkes dürüst olduğunu söyler rahatça.ve kolayca.ama onların yakınlarında durur nelerden çıkar sağladığına bakarsan görürsün ki gerçekte dürüst değiller.

Her çıkar ekonomik çıkar değildir,duygusal çıkarlar vardır,kendi üstünlüğünü kabul ettirmeğe dayalı çıkarlar vardır.Çok çeşitli çıkarlar vardır.İnsanı baştan çıkaran da her çeşitten çıkarlardır.İşte insanı dürüst olmaktan uzaklaştıranlar bunlardır.İnsan önce kendine karşı dürüst olmaktan vazgeçer.Sonrada buna uygun kılıf hazırlamaya başlar.Şartlar der böyle yapmak gerektir der,sen işin içyüzünü bilmiyorsun der daha sıkışınca karşısındakini tehdit eder saldırır.Ama ne yaparsa yapsın dürüst değildir.Gerçekleri kabul etmeğe yanaşmaz.Dürüst insan özgüven sahibidir.Özgüven gerektiği zaman ortaya çıkan büyük bir güçtür.İşte bu özgüven baba parasıyla dayı desteğiyle oluşmaz.Özgüvende tıpkı dürüstlük gibi senin bileğinin hakkı ile kazanacağın bir erdemdir.Özgüven dürüstlüğünün sana armağanıdır. Dürüstlük yaşamının temel taşı olursa hep kazanırsın.Hakkın olanı kazanırsın ki bu çok değerlidir.Doğru olanı kazanırsın ki başını hep dik tutmanı sağlar.Kendini kazanırsın ki en büyük kazancındır.Geri kalan sana kendiliğinden gelir.Doğru yerde durana doğru şeyler gelir.Yaşamın güzelliği bundan başka nedir ki?

Yalancılar ikiyüzlü dönekler bu Ülkede hep kazanmış olsa da artık günü geldi önümüzdeki 2011 Genel Seçimlerinde oylarınızın kıymetini bilin ve kim dürüstse kim özgüvene sahip memleket için canını dişine takıp namusunla çalmadan çırpmadan çaldırmadan ,saçı bitmedik yetimlerin hakkını yedirmeden önce Türkiye’mize ve Türklüğümüze sahip çıkan sonrada Vatanımıza, Milletimize, Bayrağımıza, İstiklal Marşımıza insanlarımız renk dil din mezhep olarak asla ayırmadan her bölgemize eşit olarak bölünmez bütünlüğümüze bu Vatanın yetiştirdiği tüm değerlerine sahip çıkan yani bilinen Türk insanlarına ırk din dil renk inanç parti ve mezhep ayırımı yapmaksızın yaklaşan birde Bu memleketin Kurucusu olan Ulu önder Ölümsüz Liderimiz Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün fikir ve düşüncelerine candan bağlı O’nun koyduğu İlke ve Devrimlerinin savunucusu olan hangi Parti ise dürüstçe davranın elinizi vicdanınıza koyun ve ona oy verin derim.Kazanan yine siz olacaksınız çünkü bunu yapmazsanız başınıza neler geleceğini tahmin etmek bile istemiyorum.Burada yazmaya kalksam tüyleriniz diken diken olur ve beklide Allah bu Millete bir kez daha yazdırmasın dediğimiz İstiklal Marşımızı yeniden yazmak zorunda kalırız Siz siz olun artık aklınızı başına alın ve Medyada yer alan yalanlara kanıpta kutsal olan oyunuzu asla satmayın aksine sahip çıkın.Önümüzde uzun bir süre var her yerde Seçim konuşmaları yapacağımız günler gelinciye kadar öncelikle Vatan Millet sonrada Lüleburgaz İLİ için mücadele edecek gelecek kuşakların genç temsilcilerine oy verin destek verin derken Demokratik bir Ülkede herkesin oyuna sahip çıkmasını dilerim saygılarımla

KOSOVO PRİŞTİNE BROD KÖYLÜ BÜYÜK DEDEM ARNAVUT ALİ BEY İLE ATAŞEMİLTER MUSTAFA KEMAL'İN SOFYA HATIRASININ BELGESELİDİR

BÜYÜK BÜYÜK DEDEM ARNAVUT ALİ BEY VE ATATÜRK'ÜN ANISINA...

Bu anımı (1900-1983) yılları arasında yaşamış olan Annemin Babası olan Büyük dedem merhum Ali Ağa’nın torunu Değirmenci merhum Rasim Kanova ustadan dinleyip teyp kasetine de yazmıştım. Şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmayan özbeöz kendi aileme ait Atatürk’ün 1913 yılında bir Osmanlı subayı iken resmi Ataşemilter görevi ile gittiği Sofya’da yaşanan anımızı ilk kez yayınlıyoruz.Bu yazıda anlatılanlar 1963 28 martında 83 yaşında vefat eden Dedem Rasim Kanova tarafından anlatılmış olup bant kaydı vardır anlatılanlar doğru ve gerçektir.

Olay şudur Mustafa Kemal Atatürk Balkan Savaşı sonrasında 27 ekim 1913 teAskeri Ataşemilter olarak atandı bu görevde iken Sofya'da Splendid Palas isimli Hotelde kalmaktadır.Sofyada’ki görevi sırasında Bulgaristan'da yaşayan Türklerle çok özel görüşmeler yapmaktadır.Görevde kaldığı sürede yarbaylığa yükseldi ve ocak 1915’te vatana döndüğünde I.Dünya savaşı başlayacaktı.Mustafa Kemal’in Sofya’da bulunduğu tarihlerde Kuzey Bulgaristan tütünlerini toplayıp Fransa’ya satan büyük dedem olan Arvanut Ali Ağa (Bey'de) çok zengin bir tüccar olarak zaman zaman Plevne ili Bejanova köyünden Sofya’da iş görüşmeleri için geldiğinde Splendis Palas Hotelinde konaklarmış.Günlerden bir gün akşam yemeğinde yemek salonunda Osmanlı Ataşemilteri olan Mustafa Kemal ile her nasılsa tanışmış karşılıklı olarak ısmarlanan içkilerden sonra tanışma faslı geçilip muhabbet sırasında Büyük dedem olan (1868-1932) Bejanova’lı Arnavut Ali Ağa Bey daha rahat etmeleri için kuşağındaki Osmanlı altınlarını çıkartıp Restaurant’ın yemek salonunun tamamını kapatarak her ikisi baş başa kalıp hem yer içer ve hem de gelecekteki Bulgaristan ve Osmanlının memleket meselelerini detaylı olarak konuşurlarmış.

İşte bu buluşmalardan birisinde Rahmetli dedem Rasim Kanova henüz 13 yaşlarında iken babası Arnavut Ali Ağa’nın yanında Sofya'da Splendid Palas Hotelinde kaldığında babasının arkadaşı olan Osmanlı subayı Mustafa Kemal'in kendisine üç tane işaret fişeği hediye ettiğini ve kendisinin de elini öptüğünü anlatırdı.Tabii ki bu buluşmalarda yapılan muhabbetlerden birisinde Mustafa Kemal büyük dedem Arnavut Ali Ağa’ya (Bey'e) gelecekle ilgili olarak şöyle dermiş:"-Çocuk bakın ben bir gün İstanbul'a döndüğümde kafamda Padişaha karşı devrim yapmak istiyorum bu nedenle bana Bulgaristan’dan maddi manevi destek verir misin diye sormuş?"Büyük dedem Arnavut Ali Ağa ise cevaben “-Biz kim devrim yapmak kim bre Mustafa Kemal komutanım,çok büyük söylüyorsun ama galiba mastikayı fazla kaçırdığından böyle konuşuyorsun.Hiç olacak iş mi bu senin dediklerin ."diyerek anlatılanlara inanmazmış Mustafa Kemal ise O'nu ikna için bak Ali Ağa eğer bana inanırsan ve yardım edersen ileride Türkiye'ye gelirsen sana çiftçilik yapman için Polatlı ovasını veririm orada istediğin kadar çiftçilik yaparsın diye ikna etmeye çalışır çeşitli vaatlerde bulunurmuş.Tabii o tarihlerde ve o günün şartlarında bunları konuşmak olmayacak duaya amin demek gibi bir şeymiş.Aylar geçmiş ve herkesin bildiği gibi Mustafa Kemal yaklaşan 1.Dünya savaşı öncesinde yurda dönerek Gelibolu’daki 19 Tümen komutanlığına atanmış.Daha sonra yaşanan Çanakkale Savaşlarına katılıp destan yazarak İstanbul'a döndüğünde artık tüm ülkede tanınmış bir isim olmuştu.Hızla gelişen siyasi çalkantılar İşgal edilen Osmanlı toprakları ve İstanbul sonrasında Mustafa Kemal’in meşhur “Geldikleri gibi giderler!” dediği daha sonraki yıllar da Mustafa Kemal olarak başladığı İstiklal Harbi sonrasında yani Sofya Askeri Ataşemilterliğinden on yıl sonrasında 29.Ekim.1923 kurulan T.C. Devletinde o zamanki unvan ve adıyla Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1913’te yaşadığı Sofya hatıraları arasında bir zamanlar kendisine Splendid Palas Hotelinde sahip çıkan yemek ısmarlayan yakın arkadaşı "Arnavut Ali Ağa’ya "verdiği sözü tutmak adına dönemin Sofya Büyükelçisi Ali Fethi Okyar aracılığıyla Plevne ili Bejanovalı Arnavut Ali Bey'e bir mektup yazıp Anavatan Türkiye’ye davet ettiğini eğer bu davete icap etmezse kendisini bundan böyle "ARNAVUT ALİ BEY" değil de "GAVUR ALİ BEY" diye hatırlayacağını yazmış.Bu yazıyı alan dönemin köy ağası Arnavut Ali Bey eğer göç ederse malını mülkünüde bırakacağından bazı zorluklarla karşılaşacağı için bu davete icap etmemiş ve Bulgaristan'da ki yaşamına devam etmiş.

Davetine icap edilmediği için kendisine küsen Mustafa Kemal Atatürk O'nu bir daha arayıp sormamış arkadaşlık ilişkileri eski anılarda kalmış.Aradan geçen uzun yıllarda Arnavut Ali beyin kendiside 1932 de 64 yaşında kendi köyünde ölmüştür.Ölümünden sekiz yıl sonra çıkan 2.Dünya Savaşında Bulgaristan’ın önce Almanların yanında daha sonrada Rusların yanında savaşa girmesiyle ülkede yıkılan Krallık rejimi yerine gelen Komünist rejim sırasında tüm zenginliklerini kaybeden Ailesinin elinde kalanlarda tamamen bitmiş naçar kalan Arnavut Ali beyin Ailesinin bir zamanlar Atatürk'ün davetine icap etmeyen geri kalanları 1950 yılındaki yaşanan büyük göçle Bulgaristan'dan Anavatan Türkiye’ye gelip Trakya'da o zamanlarda torunu olan ve kendisi ile ayni adı taşıyan Lüleburgaz Ortaokulu Beden Eğitimi Öğretmeni Ali Kanova'nın himayesinde Lüleburgaz'a yerleşmişlerdir.

Aradan geçen yaklaşık yüz elli yıl içersinde tam beş kuşakta yaşanan bu hatıramızda eğer büyük büyük dedemiz Arnavut Ali Bey Türkiye'ye gelip Polatlı ovasında yerleşseydi kim nerede olacaktı bilinmez ama hiç olmazsa Atatürk Türkiye'sinde yaşıyor olmanın şerefine nail olacaktık.Olmamış alın yazısını kaderin ördüğü ağlarında yıllar sonra dedem Değirmenci Rasim Kanova sağ iken bana bu anıları anlatmış ancak şimdi yazmayı nasip etmiştir.Bu vesile ile başta merhum Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını ve sonrada Ailemin büyüklerinden merhum Arnavut Ali Bey ve diğer ölmüşlerimize Yüce Allahtan gani gani rahmetler dilerken iki yakın arkadaştan birisi Ankara'da Anıtkabir’de birisi de Bulgaristan'ın Plevne ili Bejanova köyündeki mütevazi mezarlarında Nur içinde yatsınlar.Allah her ikisine de GANİ GANİ rahmet etsin.

Torun Orhan SUAT(E)Öğ/Araştırmacı/Yazar

ATALARIMIN MEMLEKETİ KOSOVO PRİZREN BROD KÖYÜ HAKKINDA BİLGİLER

KOSOVO DRAGAŞ DİĞER ADIYLA GORA BÖLGESİ PRİŞTİNE BROD KÖYÜ

Gora; Dragaş Belediyesi ve 20 köyle birlikte Kosova’nın güneyinde yer alan bu bölge köylerinin 2’si daha Makedonya sınırları içerisinde, 10’u da Kuks Belediyesiyle birlikte Arnavutluk sınırları içerisinde bulunuyor. İhmallere ve terkedilmişliğe itilen bu yöre ve halkı son yüzyıl içerisinde sürekli fakirlik, ekonomik sıkıntılar ve göçle yüzleşti. Resmi olmayan verilere göre nüfusu yaklaşık 18.000 olan bu bölgede günümüzde yaklaşık 7 bin ile 8 bin arasında kişi yaşıyor. Bölgedeki köylerin en büyükleri Restelica, BROD, Mlika, Baçka, Dikance ve Vranişte neredeyse bomboş. Savaştan sonra iki binin üzerinde kişi daha iş bulabilmek için buraları terk etti.Osmanlı’nın ardından bölge sürekli göç yaşadı

Dragaş Belediyesinden 15 kilometre uzaklıkta bulunan Brod Gora köylerinden biri. Osmanlı döneminin bölgedeki ünlü zanaat ve ticaret merkezi özelliğine sahip. Rakımı 1400 metre olan ve Makedonya-Kosova sınırı yanı başında bulunan bu köy de sürekli göçü yaşayanlardan... Osmanlı askerinin bölgeden ayrılması üzerine köy ve bölge halkının çoğu Türkiye’ye göç etti. Aynı göç Rankoviç rejiminde, Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti döneminde yaşanan baskılar sırasında da aralıksız sürer. 1999 yılı Kosova savaşı sonrasında bölgede son bir göç dalgası daha yaşandı. İster Gora bölgesinde, ister de şehirlerde yaşayan Goralılar, savaşın ardından aşırı milliyetçilik akımı, baskı, asimilasyon, yağmalama ve çok sayıda saldırıların kurbanı oldu. Üsküp’teki hemşeri ve yakınlarının yanında kendilerini bulan 450 kadar Brod’lu aile, ayrıca İştip, Bitola, Prilep, Veles ve Koçani gibi şehirlere de yerleşti.

Kalmak onlar için ‘endişe ve belirsizlik’ Brod köyünde olduğu gibi Gora bölgesinin genelinde genç nesilleri görmek mümkün değil. Kalanlar içinse gelecek ‘endişe ve belirsizlik’ demek. On yıl öncesine kadar yaklaşık 3000 kişinin yaşadığı bu köyde şimdilerde 850 kişi yaşama mücadelesi veriyor. 1938 yılına kadar Türkçe eğitim yürütülen yörede 1938 yılından sonra, Sırp askerlerinin saldırı ve baskıları neticesinde Sırbistan tarafından gönderilen hocalarla eğitim Sırpça dili üzerine yapılmaya başlar. Günümüzde Brod köyü ilk okulunun 150 kadar öğrencisi var. Eğitim ise hala Sırbistan eğitim plan ve programına göre yapılıyor. Ebeveynler “bunu değiştirmeye yetki ve gücümüz yok” diyor. Köylerin bazılarında eğitim Kosova plan ve programına yapılıyor. Yörenin ‘önde gelen’ bazı kişileri ise eğitimin hala Türklere karşı kin besleten Sırbistan eğitim plan ve programına göre yapılmasında ısrarlı. Çünkü ısrarlı olanlar gibi, öğretmenlerin birçoğu daha Sırbistan Eğitim Bakanlığından maaş alıyor. Sıradan vatandaşa gelince Brod ve Gora bölgesi köylerinde yaşayanlar genelde hayvancılıkla, şehirlere yerleşenler ise aşçılık, pastacılık ve köftecilikle uğraşmakta.

Onlar kimin vatandaşı?Onlar Kosova sınırları içerisinde yaşamaları ve Kosova vatandaşları olmalarına rağmen, bu durum her geçen gün rengini değiştirmeye devam ediyor. Savaştan sonra Gora’da peynir ekmek gibi Makedon ve Bulgaristan pasaportları dağıtılıyor. Romanya pasaportlarının da dağıtılmaya başlanacağı haberi bölgede en son konuşulan konulardan bir diğeri. Makedon pasaportlarına gelince, bu ülkenin pasaportuna sahip olabilmek için (İsim ile soyadı kısmının yanı başında “po poteklo Makedonec” - Makedon asıllı ve uzun zamandır Kosova’da yaşadığının belgelendiği) Makedonya İçişleri Bakanlığı formunun doldurulması yeterli. Söz konusu formların yöredeki dağıtımını Makedonya İslam Birliği üstlenirken; bu girişim Dragaş Belediyesi, UNMIK, KFOR temsilcileri ile siyasi liderlerin sert tepkilerine maruz kalmasına rağmen hala devam ediyor.

Peki neden Makedon pasaportu?Savaştan hemen sonra yörede ilk olarak ofisini açan kuruluş Makedonya Kilisesi yardımlaşma örgütü ACT olmuş. Yardımların dağıtımı ardından yöreyi ziyaret eden Makedonya Uluslararası Kongresinden üst düzey bir heyet, Dragaş Belediyesindeki Goralı yetkililerden Gora’da Makedonya-Kosova sınır geçidinin açılması için girişimlerin başlatılmasını ister. (Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Türkiye, Batı Avrupa, ABD ve Avustralya’da yaşayan Goralı, Torbeş ve Pomakları) İster uluslararası, ister de yerel arenada, ‘Müslüman Makedonların’ haklarını savunur şeklinde boy gösteren söz konusu heyetin tek amacı; Kosova sınırları içerisinde yaşayan Goralıları ‘İslamlaştırılmış Makedonlar’ olarak göstermek, Makedon hükümetinin hedeflerine uygun alt yapıyı sağlamaktır. Makedonya, bölgede Makedon pasaportlarını dağıtarak tek hedef, kendilerince Kosova sınırları içerisinde kalan Gora bölgesini kendi toprakları, 400 kilometre karelik alanda yaşayan ve Makedonca konuşan Goralıları da kendi vatandaşı olarak göstermektir. Bu amaca varabilmek için açık açık faaliyet yürüten Makedonya Uluslararası Kongresi, savaştan sonra art arda gönderdiği heyetlerle Gora için özel bir statü, özel bir yönetim, iki sınır arasında serbest ticaret, yöredeki Gora halkına çifte vatandaşlık, 20 köy ilk okulunda Makedonca eğitim, Makedonya’ya serbest geçebilmeleri için özel izin, YSFC’nin çöküşüne kadar sınır geçidi olarak faaliyet yürüten Strezimir-Restelica sınır noktasının açılmasını talep etmektedir. Ekonomik kriz ve işsizlikle mücadele eden Goralıların bu can alıcı sorunundan yola çıkanlar, ‘Makedonya pasaportuyla Yunanistan, ve Slovenya’ya vizeyle, Bulgaristan, Hırvatistan ile Türkiye’ye ise vizesiz gidebilir, iş bulabilirsiniz’ söylemleriyle pasaport formlarının dağıtımını sürdürüyor. İşsizlik yüzünden canlarından bezmiş bazı Brod’lu ve Goralılar için pasaport formlarında ‘Makedonum’ yazması yada bunun kabullenilmesiyle daha geçlerde nelerin yaşanabileceği çok da önemli değil.

“Hayat yok burada” Yöredeki halk ise: “Bizler ne merhamete, ne de acımasızlığa terk edilmişiz. Savaştan sonra buraya hiç kimse gelip sorunlarımızla ilgilenmedi. Sadece seçim zamanı geldiğinde herkes buralarda oy peşinde koşturuyor. Seçim bittikten sonra artık ne uğrayan oluyor, ne de ziyaret eden. Elektriğimiz, suyumuz, yolumuz, paramız yok, hayat yok burada... Ne doğru dürüst bir belgemiz, ne de pasaportumuz var. UNMIK’in çıkardığı yolculuk belgesiyle hiçbir yere gidilemiyor. Kruşevac’ta Sırbistan pasaportu çıkarabilmek için 250 euro gerekli. Sadece bir doğum kâğıdı almak 25 euroya mal oluyor. İş yok. O parayı nereden kazanacağız. O yüzden bura insanı Makedon pasaportunu bir umut, bir kurtuluş olarak görüyor. Doktor ve aydın kesim buraları terk etti. Bizler yalınız tek başına kaldık buralarda” diyorlar. Bunu dile getirirken, yerel ve merkez yönetimde yer alan kendi siyasi liderlerinin ilgisizliğinden de yakınmayı ihmal etmiyorlar. Başka bir Brod köyü sakini de, Makedonya kısmında kalan Yelovyana ve Urviça Gora köylerindeki ahalinin çoğunun Makedon pasaportlarına sahip olmadıklarının altını çizerken, hiçbir zaman Makedonya sınırları içerisinde yaşamamış olanlara Makedon vatandaşlığı verilmesinin kafalarda birçok soru işareti yarattığını belirtiyor.

Şu günlerde Gora’da ‘Gelecekten daha fazla korku’ duyulduğu için ne oldukları, nereden geldikleri ve ne hissettiklerini çok iyi bilmelerine rağmen bu değerler yüreklerde saklanıyor; Ve ahali herhangi bir milli mensubiyet kimliğine bürünmemeye çalışarak tarafsız kalmaya tercih ediyor. Bu sebebin altında yine terkedilmişliğe mahkum edilmek ve hiç kimsenin onlara sahip çıkıp destek sunmama korkusu yatıyor. Sadece pasaport dağıtanlar gibi sahip çıkmak isteyenlerin kötü emellerine alet olmamak, onların kimi milli değerlerinden uzak durmaya çalışmasının tek nedeni. Sarıldıkları tek değer İslamiyet olgusu olunca, Goralılar dışa ‘İslamlaştırılmış bir etnik gurup’ şeklinde yansıyor.

Ancak Gora’da milli ve dini değerlerin bilincinde olmayan veya olup ta kariyer yada şahsi çıkarlar peşinde koşturan, göz göre göre halkı asimilasyona itmek isteyen bir gurup ta mevcut. Maalesef bu mevcudiyet, aşırı milliyetçi Hırvat, Sırp, Makedon, Bulgar ve Arnavut kesimlerinin, onların büyük ulusal projelerinin çıkarına hizmet sunuyor. Böl ve yönet sistemiyle hareket eden bu aşırı milliyetçi kesimler için birilerinin isimsiz ve milli değerlerden uzak kalması, doğal olarak onların ‘büyük’ hedeflerine engel oluşturmuyor.

Maznikar: “Goralıların kimler olduğuna dair gerçekler Osmanlı arşivlerinde yatar” Gora üzerine çeşitli araştırmalar yapılıp ve çeşitli tezleri ileri sürüldüğünü dile getiren Brod’un “DAG” Kültür ve Araştırma Merkezi Başkanı Yahya Maznikar, (Suriye’de İslam Tarihi Fakültesi ile Prizren Yüksek Pedagoji Okulu mezunu) yapılan bu araştırmalar hakkında şunları anlatıyor: “1876 yılında Osmanlının ayrılışı ardından Rus Bilim adamı Yastrebov’un yapmış olduğu araştırmalar sonucunda Gora bölgesinde yaşayan halkın Rus asıllı olduklarını ileri sürmüştür. Yastrebov’un ardından bu bölgede araştırma yapan Bulgaristanlı araştırmacı Şişkov, “Bulgari Muhamedani” isimli eserinde Goralıları Bulgar asıllı Müslümanlar olduğunu tezini ortaya atar. Daha sonra Makedonyalı Todor Petrova ve Niyazi Limanovsko Gora’da yaptığı araştırmalarda burada yaşayan halkın Müslüman dinini benimsemiş Makedonlar olduğunu ileri sürer. Goralılarla ilgili ortaya atılan değişik tezlerden kimileri ise bura halkın Arumuni (Romanyalı), Bogumiller yada değişik soylardan geldiği ortaya atmıştır. Goralıların kimler olduğuna dair ortada duran soru işareti bura halkı için hassas konulardan biri olmuştur. Bizce Goralıların kimler olduğuna dair gerçekler Osmanlı arşivlerinde yatmaktadır.”

Bura halkı kendini hep Türk bildi, kendini öyle bildirdi.“1389 – 1876 yılları arasındaki dönemde ve Osmanlı belgelerindeki kayıtlara göre bu bölgede yaşayan Goralıların kendilerini Türk olarak bildirmişlerdir” diyen Maznikar, Osmanlı yönetiminin ayrılışı ardından 1971 yılına kadar ister Sırp-Hırvat-Sloven Krallığında, ister de Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyetinde ve bu dönemlerin kayıtlarında Goralılar kendilerini Türk olarak bildirdiğini ifade ediyor. Birçok askeri ve doğum kayıt belgesi de bu halkın kendilerini Türk olarak bildirdiklerini kanıtlamakta. İkinci dünya savaşı sonra sonrası 1971 yılında baskı ve asimilasyon girişimleri sonucu Gora bölgesinden Türkiye’ye göçlerin yine ivme kazandığını kaydeden Maznikar, 1971’de Gora’dan 5000 kişilik bir gurubun daha Türkiye’ye yerleştiğini anlatıyor. “Osmanlı arşivlerinde Gora bölgesinde yaşayan halkın Türk olduğu ve Osmanlı’dan önce buraya yerleşen Türk kavimlerinden oldukları vurgulanmaktadır. Osmanlının ayrılışı ardından bura halkına yönelik Pan- Slavcılık ve asimilasyon hareketleri başlatılmış, direnenler ya öldürülmüş, yada göçe zorlanmışlardır. Bu asimilasyon hala günümüzde de açık olmasa bile dolaylı bir şekilde sürmektedir” diyen Maznikar, “Sizce Çanakkale savaşında, Plevle muharebesinde şehit düşen onlarca Goralı kendini nasıl hissetmiş olabilir ki, bura savaşlarda yaşamalarını feda edebilsin?” diye soruyor.

(Plevne muharebesinde Brod köyünden 94 kişi şehit düşmüş, sadece iki kişi, Raif Maslar ve Demir Kalinka sağ olarak köylerine dönebilmiştir. Çanakkale savaşında bu yöreden şehit düşenlerin sayısı 460’tır.)

Türkiye’nin daha fazla sahip çıkmasını istiyoruz.Türkiye devletinin bu insanlara bir an önce sahip çıkmasını isteyen Maznikar, bura halkı zor koşullar altında bu tür bir yaşama terk edilirse, Pan Slavizim faaliyetleriyle çok yakında hem dinini hem de kimliğini değiştirmek zorunda kalacağını ifade ediyor. “Türkiye Cumhuriyetinin üzerindeki yükün hayli ağır olduğunun bilincindeyiz ve bütün Türk Dünyası, Türkiye Cumhuriyetinden gelecek desteğe, en ufak bir yardıma bile ihtiyacı çok büyüktür. Ama ben yine de Türkiye’nin Goralılar’dan desteğini esirgemeyeceği konusunda iyimserim” diyen Maznikar, Türk KFOR’unun savaştan sonra bölgede sağladığı güvenlik, yürütmüş olduğu faaliyetler ve sunmuş olduğu yardımları övgüyle karşılayarak yere göğe sığdıramıyor. ‘Buraların tek ihtiyacı iştir, yatırımlardır, Türkiye’deki şehirlerle kardeş şehirler oluşturmaktır’ diyen Maznikar, Brod’tan 205, Dragaş Belediyesi genelinden 417 oy çıkaran Kosova Demokratik Türk Partisi’nin yöredeki faaliyetlerinin sadece seçim kampanyaları sırasında oy toplayabilmek için yapmış olduğu ziyaretlerle kısıtlı kaldığını ifade ediyor. Maznikar, Kosova Türk Eşgüdüm Bürosu, Anadolu Kalkınma Vakfı AKV ve Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi TİKA’dan daha fazla ilgi ve yardım beklediklerini de söyledi.

Biz Boşnak değiliz. Savaştan sonra Dragaş Belediyesinde Boşnaklaştırma faaliyetlerinin de hız kazandığını belirten Brod’un “DAG” Kültür ve Araştırma Merkezi Başkanı Yahya Maznikar, “Bizler Bosna ve Boşnakları severiz, onlara saygımız sonsuzdur. Ancak Goralılar olarak Boşnaklarla İslam dini dışında etnik, kültürel, giyim, yaşam tarzı, gelenek ve görenek olarak hiçbir ortak noktamız, hiçbir bağlılığımız yoktur. Kimi Gora köylerinde Boşnaklığı kabul edenler ortaya çıkmaya başladı. Fakat kendilerinin ne olduğunu itiraf etmelerinin zamanı da gelecektir. Bence savaştan sonra Gora’da Boşnaklaştırma fikrini yayan ve bunu destekleyenler batı devletleridir. Onlar için Gora’daki halkın kendilerine Türk demesinden ziyade Boşnak demesi daha faydalı. 1971 yılından bu yana da yapılan sayımlarda milli kimlik olarak bizlere ya Yugoslav dendi, ya Müslüman dendi, ya da Goralı dendi. Ama oradaki halkın kendilerini ne hissettiklerini, yüreklerinde neyin yattığını ben çok iyi biliyorum. Ve yüreklerdi o milli duyguların gün gelip rahat bir şekilde dile gelmeye başlayacağından eminim” diyor. Maznikar, Makedonya sınırları içerisinde kalan Urviça ve Yelovlyana köylerindeki Goralılara yönelik yürütülen tüm baskı ve asimilasyon girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını, ora ahalinin milli kültürlerini korumaya ve kendilerine Türk demeyi başardıklarını belirtti. Ancak Arnavutluk sınırları içerisinde kalan Gora köylerinin yürütülen eritme politikalarının kurbanı olmaktan kurtulamadığını dile getiren Maznikar, “Yusuf ve Cemile” gibi türküleri aynı melodi fakat Arnavutçalaştırılmış şekliyle söylemek zorunda kaldıklarını ifade etti. Buradaki köylerin çoğunun boş olduğunu, genç neslin İngiltere gibi batı devletlerine göç ettiklerini kaydeden Maznikar, kalanlardan da kimilerinin kendilerine ‘Goralıyım’ demeye korktuklarını vurguladı.

Tarihi belgeler ve araştırmalar Goralılar hakkında ne diyor? Goralıların kimler olduğuna yada ırk veya etnik kökenlerine dair birçok tartışmalar yürütülmekte ve çeşitli tezler ortaya atılmaktadır. Bilim adamları, tarihçiler, sosyolog ve dilcilerin Goralıların kimler olduğuna dair bugüne kadar yaptıkları araştırmaların kimileri objektiflikten uzak, ya çok yüzeysel yada siyasi yönlendirmelerin etkisi altında kalır. Ancak bilim adamlarının fikirde oydaş oldukları çoğu araştırmalar, Osmanlı ordularının Balkan topraklarına çıktığı zaman Goralıları, Torbeşleri ve Pomakları isim olarak o şekliyle bulduğudur. Başta İslam dinine mensup olmaları gibi kültür ve yaşam tarzlarında ortak özellikler taşıyan bu halkların Goralı, Torbeş veya Pomak isimlendirilmesinden yola çıkarak, günümüzde Bulgar, Yunan, Arnavut, Sırp tarihçiler bu halkları çeşitli şekillerde kendi ırkları yada halkları olarak göstermeye çalışmaktadır. Onların İslamlaştırılmış Bulgar, Makedon, Sırp, Rus yada Yunan’lılar oldukları tez ve iddiaları hala güncelliğini korumaktadır.

10. ve 12. yüzyıllarda Kuzey Çin’deki Kuman ve Kıpçak ailelerinden gelen ve Balkanlara kuzeyden inen Pomak, Torbeş ve Goralılarla ilgili arşivlerdeki belgelere göre; ataları çok güçlü savaşçılar olan Kuman Türkleri, soydaş Hun, Avar ve Bulgar gibi Türk boylarının yolunu izleyerek ilk olarak Karadeniz’in kuzeyine yerleşmişlerdir. Karpat Dağları, Orta Avrupa ve Balkanlara ilerleyerek, Romanya, Bulgaristan ve Makedonya’ya yerleşirler ve yerleştikleri bölgelerin adlarını ve adlandırmalarını olduğu gibi benimserler. 1078 yılında Kuman Türkleri, Tuna ırmağının güney vadilerine daha önce yerleşen Peçenek Türkleriyle birlikte Bizans’a saldırır ve bir süre Edirne’yi muhasara altına alırlar. Kuman ve Peçenek Türkleri 1078 yılında Tuna ve Sava ırmaklarının güneyinde kurdukları federasyon 1091 yılına kadar sürer. Bu federasyonu bir tehlike olarak gören Bizans, bu kavimleri birbirine düşürerek, Macarların yardımıyla Bulgar Türklerini, Peçenek Türklerinin desteğiyle Macarları imha etti. Aynı taktiği kullanarak 1091 Lebunion savaşında para karşılığında kendine bağladığı Kuman Türklerini Peçenek Türklerine karşı kullandı. Böylece kurulan Kuman-Peçenek federasyonu bozuldu. 1154 yılına kadar Kumanların bir kısmı Kosova, Yeni Pazar ve Bosna’ya yerleşirken, bir kısmı da kuzeye dönerek bugünkü Romanya, Avusturya, Macaristan ve Çekoslovakya topraklarına göç ettiler. Kosova’nın güneyindeki Gora bölgesinde bulunan Mlika köyüne yerleşenler Balkanların ilk ve en eski camiini inşa ederler. Cami kitabesinde “1090 yılında bu camiyi Ahmet Ağa inşa ederken, onarımı da 1128 yılında tamamlanmıştır” yazılıdır. Söz konusu kitabe İslam’ın buraya Osmanlıdan önce geldiğini bir daha kanıtlamaktadır. Ayrıca burada bir hususa daha değinmek önemlidir. Tüm bu süreçte Kuman ve Peçenekler Balkanlara kuzeyden inerken aralarında İslam’ı benimseyenler de vardır. Aralarında tesettürlü kadınlar olduğu gibi, yüzleri örtülü, yakışıklı, cesur ve savaşçı Kuman ve Peçenek Türkleri vardır. O yüzden Osmanlı orduları Balkanlara çıkarken, 1389 Kosova Muharebesinden önce diğer yerlerde olduğu gibi Gora’da da İslam’ı benimsemiş, dillerinde ve yaşam tarzlarında orta Asya’daki eski Türk kültürüne özgü özellikleri yitirmeyen insanları bulmuşlardır. Osmanlıların Balkanlarda hızlı bir şekilde ilerlemesinin önemli bir faktörü de burada buldukları ve onlara yardımcı olup yol gösteren, Osmanlı saflarına geçen Kumanlar, Pomak, Peçenekler; yada Balkanlar’da bugünkü adlarıyla Torbeşler, Goralılar ve Boşnaklar olmuştur.

Dilcilerin yaptığı incelemeler göre, Torbeş ve Goralıların dil kökenleri, Türk şivesi Katage’ye, Kuman Oksugite ve Arapça’ya dayanmaktadır. Bu etnik gurupların milli kıyafetleri terlik, üç kısımdan oluşan yelek (pleten, srmen ve şaren), entari, cübe, sitarka, çorap, duvak, skutaça, nogavica ve altın süslü beredir. Düğünler beş gün sürer. Düğün boyunca başta yağlı güreş olmak üzere çeşitli yarışmalar düzenlenir. Düğünün ilk iki günü bayanlara, son üç günü de beylere aittir. Düğünlerde genelde Osmanlı bayrağı kullanılırken; “Yancariça”, “Dur kız sana kına sürülecek”, “Ömer amca”, “Nebet-Bedir Aleyn Savaşı” gibi uzun Türküler yakılır. Tarih ve sürekli değişen yönetim, rejimler boyunca bura insanların isim ve soyadları da sürekli dolarak değiştirilmiştir. Örneğin: Osmanoviç Bayro – Bayroski Osman – Osmani Bayro. Pomak, Torbeş ile Goralıların dost, kardeş ve anavatan olarak benimsedikleri Türkiye ve Türklerle olan dayanışmasının en somut örneklerini son iki yüz yılda meydana gelen 1877-78 Rus Türk savaşlarına Türk taraftarı olarak katılımıyla; ardından da aynı desteği esirgemedikleri Çanakkale ile Plevne muharebesinde görmek mümkündür.

Türk KFOR’u tarafından savaştan sonra Gora’da onarılan Zli Potok köy yolu ile yaptırılan menfez açılışı sırasında Goralı çocukların söyledikleri Türkçe şarkı, yöreden Çanakkale savaşına katılan büyüklerine adanan ve hala yakılmakta olan türkülerden biriydi: “Türklerin gemisi kırmızı delikli / İçindeki askerler aslan yürekli; Düşmanların gemisi yeşil direkli /İçindeki askerler tavşan yürekli; Kaçma düşman kaçma tutuklanırsın/Çanakkale boğazında teslim olursun...”Geçenlerde Sırpların yoğun olarak yaşadığı Ştırpce Belediyesi Koordinatörlük Merkezi tarafından Gora yöresine gönderilip dağıtılan yardımlar arasında domuz etinin de yer alması Gora halkını huzursuz ederken, yöredeki kimi aydınların tepkisini toplamıştı. Goralılar, kendilerinin İslam dinine mensup oldukları bilindiği takdirde böyle bir faaliyeti çirkin ve saygısızca bir girişim olarak nitelendirdiler. Sırbistan Milli Eğitim Bakanlığının yöredeki öğretmenlere maaş vermeye devam etmesi ve İslam dinine mensup insanlara domuz eti içeren bu gibi yardım faaliyetlerin sürdürmesi Pan Slavizim hareketlerinin açık bir göstergesi olsa gerek.

Turchin Kelimesinin almamı nedir? Turchin kelimesi üzerine durmak gerekir.balkanlarda eski kayıtlarda Balkan müslümanlarına turchin denmesinden kaynaklı kayıt altına alınırken Turchin(müslüman) diye kayıt edilmişlerdir.Bundan kaynaklıda bir takım sözde araştırmacılar bakın kayıtlarda Turchin yazıyor diyerek açıkça söylemek gerekirse çamura yatıyorlar.

Bugün bile Kosovaya gidin sorun bir insana müslümanmısın diye oda size %90 ı Turchin olduğunu söyleyecektir.Ben bulunduğum sırada Makedon bir ailenin yanında misafir kaldım bana sordukları soru şuydu; ' Turchin li si?' ben anlamadan '' ne yasam pomak '' dedim :-) soruyu tekrar edince müslümanmısın diye sormak istediğini anladım.Bu veri benim için önemliydi.Çünkü halk arasında müslümanlara Turchin deniliyordu ve bunu milliyet olarak lanse eden sözde tarihçileri boşa çıkartıyordu.

Makedonyadaki Torbeş kavramına gelince uzun bir yazıyı hak eden bir durum fakat kısaca Makedonyada ilk islamiyeti yayan Bektaşi gezginleridir(bu konuda ayrıntılı yazımı daha sonra paylaşacağım) ve bunlar sırtlarındaki torbalarla köy köy sürekli gezip kendi dergahlarına insanlar toplarlarmış.Bundan dolayıda halk arasında torbalı geliyor diye anılır olmuş.Bunun akabinde islamiyete geçenlerede torbalıların köyü denmeye başlanmıştır.Günümüze 'Torbeş' olarak uzana gelmiştir bu kelimedir...Balkan araştırmacısı öğretim üyesi maria todarova bunu belgeleriyle ortaya koymuş zaten evet müslümanlara genel olarak turchin yada turkski diyorlarmış. bunuda kökenine bakmadan söylüyorlarmış.

"Türko-İslami" tanımı gerek Balkan Müslümanlarının bizzat kendileri, gerekse onları "düşman" olarak gören Balkan milliyetçileri tarafından benimsenen bir tanımdır. Bugün başta Sırplar olmak üzere diğer tüm Balkan milliyetçileri, Boşnakları, Arnavutları ya da Pomakları, yani etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan Balkan Müslümanlarını "Türk" olarak tanımlarlar. Bunun nedeni ise, etnik kökenleri ne olursa olsun, Balkanlar'daki tüm Müslümanların, aralarında yaşadıkları Hıristiyan uluslardan ayrı bir "millet" olarak algılanmalarıdır. Bu "millet"in ismi ise, her ne kadar etnik bir Türklüğü ifade etmese de, "Türk Milleti"dir. Florida Üniversitesi'nden Balkan tarihçisi Maria Todorova bu durumu şöyle açıklıyor:Balkan milliyetçiliği Ortodoks Hıristiyanların birliğini parçalarken, öte yandan tek vücut ve değişmez bir Müslüman cemaati imajı üretmiştir ve bunu da "millet" kavramı bazında görmektedir. Bir başka deyişle, Balkanlar'daki Hıristiyan halklar kendi aralarında milliyetçilik kıstasına göre ayrımlar geliştirirken, öte yandan Müslümanlara, sanki bu insanlar tek bir milletmiş gibi davranmışlar ve bu yönde bir söylem geliştirmişlerdir. Bu Hıristiyan uygulamasının en açık örneği, Balkanlar'daki tüm Müslümanlara, etnik kökenlerine göre bir ayrım yapmadan, "Türk" denmesidir. Bu, bölgede hala çok yaygın olan bir kullanımdır.

Öte yandan, Balkan Müslümanlarının geneli de, milliyetçi söyleme adapte olmadıkları ve Balkanlar'daki ulus-devlet oluşumları tarafından dışlandıkları için, kendilerini ayrı bir "millet" sayan bir toplumsal bilinci bugüne kadar korumuşlardır.Todorova'nın da belirttiği gibi, Balkan Müslümanları için dini kimlikleri her zaman için etnik kimliklerinden çok daha öncelikli olmuştur. Bulgaristan'da durum böyledir; "Bulgar Müslümanları" olarak tanımlanabilecek olan Pomaklar kendilerini Bulgarlardan çok Türklere yakın hissederler. Bosna'daki durum daha da belirgindir; Sırplarla ya da Hırvatlarla tamamen aynı etnik kökene sahip olan ve aynı dili konuşan Boşnaklar, bu iki halkla hiçbir zaman bütünleşmemiş, kendilerini hep Osmanlı ekseninde görmüşlerdir.

Balkan uzmanı Eran Frankel, aynı durumun Makedonya içinde de geçerli olduğunu vurgular. Frankel'e göre, "Makedonyalı Müslümanlar hiçbir zaman Makedonyalılık adına İslam'ı geri plana atmış ya da reddetmiş değildirler. Aksine, çoğu kez kendi Slavlıklarını reddetmişler ve Slav-olmayan bir İslam kimliğini benimsemişlerdir."2 Yine Frankel'e göre Makedonya'daki Müslüman Arnavutlar ya da Çingeneler, kendilerine Slav kimliğini benimsemektense, "Türk" olarak tanımlanmayı tercih ederler.İşte bu nedenle de, Türkiye'nin Balkan yarımadasındaki "uzantısı" olan halklar, yalnızca birkaç milyonluk Balkan Türk'ü değil, nüfusları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanlarıdır. Çoğu etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan bu insanlar, kendilerini aynı dili konuştukları Sırplardan ya da Bulgarlardan çok, Türklere yakın hissetmektedirler. Çünkü bu insanlar herşeyden önce "Osmanlı"dırlar ve Türkiye de Osmanlı'nın yegane mirasçısıdır. Tarihçi Maria Todorova, bu konuda şöyle söyler:Türkiye'nin Balkanlar'daki etkisi oldukça komplekstir. Bu etki, öncelikle Balkanlar'daki Türkçe konuşan nüfusa yöneliktir. Bu nüfusun büyük bölümü Bulgaristan'da yaşar, kalan kısmı ise çok daha az sayılarda Yunanistan, Romanya ve eski Yugoslavya'dadır. Ancak Türkiye'nin etki alanı bununla sınırlı değildir. Aynı zamanda Slav diliyle konuşan Müslümanlar da Türkiye'nin etki alanı içindedirler.

Todorova, Türk-olmayan Balkan Müslümanlarının kendilerini Türklükle özdeşleştirme eğilimlerine gösterge olarak ilginç bir noktanın daha altını çizer: 20. yüzyıl boyunca Balkanlar'dan Türkiye'ye göç eden Slav Müslümanlar (Arnavutlar dahil), Türk kimliğini benimseyerek Türk toplumu içinde asimile olmuşlardır. Bu durum, Todorova'ya göre, "Osmanlı mirasının Türk etkisine dönüşmesinin açık bir örneğidir."Dolayısıyla Türkiye'ye düşen, Balkanlar'daki etnik ve dini mozaiği iyi analiz etmek ve bu mozaik içinde, kendi tarihsel kimliğine uygun bir strateji belirlemektir. Bunu yaparken etnik, dini ve kültürel değerlerin dünya siyasetinde her geçen gün daha fazla önem kazandığını, dünyanın giderek daha artan bir biçimde medeniyetler arasındaki ilişkilerle tanımlanacağını da hatırlamak gerekmektedir. Dahası, Balkanlar, etnik, din ve kültür gibi kavramların en etkili olduğu bölgelerin başında gelmektedir.Onu bunu anlamam Yesam Pomak eytako to goranski Gora pomakçada yukarı yüksekte demek balkan tulumba bu insanların kültürüdür.(ninem derdi)bizimle dil kültür olarakı aynılar ve bu insanların kendilerini Türk olarak kabul etmelerinde hiç bir sakınca yoktur Türklerden gördükleri hoş görüyü Balkanlarda Sırptan mı yoksa Bulgardan mı gördüler biraz daha genel düşünün bizim için dilimiz tabi önemli yalnız dinimiz daha önemli dahil agam diyordu sırp için müslümanmı tamam isterse kardeşi olsun hemen roketi atar diyordu Bulgarlar tarihteki en lanet edilmiş milletlerdendir Herhalde biz kendimize bakalım bize kucak açılmış bu ülkenin menfaatlerini düşünelim ırkdaşlığı boş verelim yaşasın Türkiye ben Slav kökenliyim diyorum kimse tepki vermiyor neden versin ama bizi kullanmak isteyen bazı çevreler olabilir var demiyorum dikkat edilmesi gerekir bizi kendilerinden farklı görmeyen bu güzel ülkenin güzel insanları ile kanımızın son damlasına kadar ben varım eminim sizde VARSINIZ bırakın Goralılar Türküm desin onlar bu kelimeyi Türklükle Müslümanlığın aynı sayıldığı için kullanıyorlardır he bu kimseyi de rahatsız etmesin

BU İNSANLAR KENDİ ARALARINDA GORALIYIM DİYOR YALNIZ HİRİSTİYANLAR SORDUĞUNDA TURSKİ DİYOR ÇÜNKÜ BALKANLARDAKİ HİRİSTİYANLAR MÜSLÜMANLARA GENEL OLARAK TÜRSKİ DİYORDA ONDAN GORANLARDA MÜSLÜMAN OLDUKLARINI BELLİ ETMEK İÇİN KULLANIYORLAR