29 Ocak 2012 Pazar

Atatürk ve Ata dedem Ali beyin hatırasına

ATATÜRK VE BÜYÜK DEDEM ARNAVUT ALİ AGA ANISINA

Bu anımı tarihe armağan ederken 83 yıl yaşamış olan Annemin Babası olan Ata dedem merhum Arnavut Ali Ağa’nın oğlu Değirmenci merhum Rasim Kanova ustadan dinleyip teyp kasetine de yazmıştım. Şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmayan sadece kendi aileme ait Mustafa Kemal Atatürk’ün 1913 yılında bir Osmanlı subayı iken resmi Ataşemilter görevi ile gittiği Sofya’da yaşanan anımızı ilk kez yayınlıyoruz. Bu yazıda anlatılanlar 1963 yılı 28 martında 83 yaşında vefat eden merhum Dedem Rasim Kanova tarafından özel olarak anlatılmış olup bant kaydı vardır anlatılanlar doğru ve gerçektir.

Gerçek şudur Mustafa Kemal Atatürk Balkan Savaşı sonrasında -ki Balkan Savaşı sırasında Trablusgarptadır- 27 Ekim 1913 te Askeri Ataşemilter olarak Sofyaya atandı bu görevde iken Sofya'da Büyükadadaki “Splendid Palas” isimli Hotel de kalmaktadır..Sofyada’ki görevi sırasında Bulgaristan'da yaşayan Türklerle çok özel görüşmeler yapmaktadır. Görevde kaldığı sürede yarbaylığa yükseldi ve bu sıralarda başlayan 1 Cihan Harbi nedeniyle ocak 1915’te vatana döndüğünde I.Dünya savaşı başlamıştı..Mustafa Kemal’in Sofya’da bulunduğu tarihlerde Kuzey Bulgaristan ürettiği tütünlerini toplayıp Fransa’ya satan ata dedem olan aslen Kosova Gora Bölgesi Brod köyünden 1850 yılında Bulgaristan Plevne Bejanova’ya göç eden Arvanut Ali Ağa (Bey'de) çok zengin bir tüccar olarak zaman zaman köyünden Sofya’da resmi iş görüşmeleri için geldiğinde Splendid Palas Hotelinde konaklarmış.Günlerden bir gün akşam yemeğinde yemek salonunda Osmanlı Ataşemilteri olan Mustafa Kemal ile bir vesile nasılsa tanışmış karşılıklı olarak ısmarlanan içkilerden sonra tanışma faslı geçilip muhabbet sırasında ata dedem olan (1848-1932) Bejanova’lı Arnavut Ali Ağa Bey daha rahat etmeleri için kuşağındaki Osmanlı altınlarını çıkartıp Restaurant’ın sahibine yemek salonunun tamamını kapattırarak her ikisi baş başa kalıp hem yer içer ve hem de gelecekteki Bulgaristan ve Osmanlının memleket meselelerini detaylı olarak konuşurlarmış.

İşte bu buluşmalardan birisinde Rahmetli dedem Rasim Kanova henüz 13 yaşlarında iken babası Arnavut Ali Ağa’nın yanında Sofya'da Splendid Palas Hotelin de kaldığında babasının arkadaşı olan Osmanlı subayı Mustafa Kemal'in kendisine üç tane işaret fişeği hediye ettiğini ve kendisinin de Atanın elini öptüğünü anlatırdı.Tabii ki bu buluşmalarda yapılan muhabbetlerden birisinde Mustafa Kemal ata dedem Arnavut Ali Ağa’ya (Bey'e) gelecekle ilgili olarak şöyle dermiş:"-Çocuk bakın ben bir gün İstanbul'a döndüğümde kafamda Padişaha karşı ihtilal yapmak istiyorum bu nedenle bana Bulgaristan’dan maddi manevi destek verir misin diye sormuş?" Ata dedem Arnavut Ali Ağa ise cevaben “-Biz kim ihtilal yapmak kim bre Mustafa Kemal komutanım, çok büyük söylüyorsun ama galiba mastikayı fazla kaçırdığından böyle konuşuyorsun. Hiç olacak iş mi bu senin dediklerin ."diyerek anlatılanlara inanmazmış Mustafa Kemal ise O'nu ikna için bak Ali Ağa eğer bana inanırsan ve bana yardım edersen ileride Türkiye'ye gelirsen sana çiftçilik yapman için Polatlı ovasını veririm orada istediğin kadar çiftçilik yaparsın diye ikna etmeye çalışır çeşitli vaatlerde bulunurmuş. Tabii o tarihlerde ve o günün şartlarında bunları konuşmak olmayacak duaya amin demek gibi bir şeymiş.Yıllar Aylar geçmiş ve herkesin bildiği gibi Ataşemilter Mustafa Kemal yaklaşan 1.Dünya savaşı öncesinde acil olarak geri çağırılıp yurda dönmüş ve Gelibolu’daki 19 Tümen komutanlığına atanmış.Daha sonra yaşanan Çanakkale Savaşlarına katılıp bilinen destan yazarak İstanbul'a döndüğünde artık tüm ülkede tanınmış bir isim olmuştu.Hızla gelişen siyasi çalkantılar kaybedilen Osmanlı topraklarında işgal edilen İstanbul ve vatan toprakları sonrasında Mustafa Kemal’in meşhur “Geldikleri gibi giderler!” dediği sonraki yıllar da Samasundan Mustafa Kemal olarak başladığı İstiklal Harbi sonrasında yani Sofya Askeri Ataşemilterliğinden on yıl sonrasında 29.Ekim.1923 kurulan T.C. Devletinde o zamanki unvan ve adıyla “Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk” 1913’te yaşadığı Sofya hatıraları arasında bir zamanlar kendisine Splendid Palas Hotelinde sahip çıkan yemek ısmarlayan yakın arkadaşı "Arnavut Ali Ağa’ya "verdiği sözü tutmak adına dönemin Sofya Büyükelçisi Fethi Okyar aracılığıyla Plevne Bejanovalı Ata dedem Arnavut Ali Ağa’ya bir mektup yazıp Anavatan Türkiye’ye davet ettiğini eğer bu davete icap etmezse kendisine bundan böyle "ARNAVUT ALİ AĞA" değil de "GAVUR ALİ AĞA" diyeceğini yazmış.Bu yazıyı alan dönemin ağası “Arnavut Ali Bey” eğer göç ederse bazı zorluklarla karşılaşacağı bunca zorluklarla kazandığı toprağını bırakamayacağı için bu davete icap etmemiş ve Bulgaristan'da ki yaşamına devam etmiş.

Bu nedenle kendisine küsen Mustafa Kemal Atatürk O'nu bir daha arayıp sormamış arkadaşlık ilişkileri eski anılarda kalmış. Aradan geçen uzun yıllarda Arnavut Ali ağanın kendiside 1932 de 74 yaşında kendi köyünde ölmüştür.Ölümünden sonra çıkan 2.Dünya Savaşında Bulgaristan’ın önce Almanların yanında daha sonrada Rusların yanında savaşa girmesiyle ülkede yaşanan “Komünist rejim” sırasında tüm zenginliklerini kaybeden Ailesinin elinde kalanlarda tamamen bitmiş naçar kalan Arnavut Ali beyin en büyük evladı olan dedem Rasim kanova bir zamanlar Atatürk'ün davetine icap etmeyen Ailesinin geri kalanlarını alıpta 1950 yılındaki büyük göçle Anavatan Türkiye’ye gelip Trakya'da Lüleburgaz'a yerleşmişlerdir.

Aradan geçen yaklaşık yüz yıl içersinde tam beş kuşakta yaşanan bu hatıramızda eğer büyük dedemiz Arnavut Ali ağa Türkiye'ye gelip kendisine vaat edilen Polatlı ovasında yerleşseydi kim nerede olacaktı bilinmez ama hiç olmazsa Atatürk Türkiye'sinde yaşıyor olmanın şerefine nail olacaktık. Olmamış alın yazısımı? Kadermi? bilinmez ördüğü ağlarında yıllar sonra merhum dedem Değirmenci Rasim Kanova sağ iken bana bu anıları anlatmış ancak şimdi yazmayı nasip etmiştir.Bu vesile ile başta TC kurucusu merhum Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını ve sonrada Ailemin büyüklerinden merhum Arnavut Ali Ağa başta olmak üzere Babamın dedesi olan hakiki Osmanlı Türkü Kütahya’nın Büyüksaka Küçüksaka köylerinden Balkana göç edenlerin soyundan gelen “Osman Ağa” sülalesinden olanlara ve diğer ölmüşlerimize Yüce Allahtan gani gani rahmetler dilerken iki yakın arkadaştan birisi Ankara'da Anıtkabir’de birisi de Bulgaristan'ın Plevne Bejanova köyündeki mütevazi mezarlarında Nur içinde yatsınlar.Allah her ikisine de rahmet etsin.Ruhları şad olsun.

LÜLEBURGAZSPOR İÇİN BİR ÖNERİDİR?YARARI OLACAĞI BİR GERÇEKTİR

LÜLEBURGAZSPOR, Lüleburgaz’ın ortak değeri. Lüleburgaz Adalet ve Yeşilova amatör kulüplerinin 1967 de Türkiye’de Profesyonel futbol ligleri kurulurken dönemim unutulmaz Futbol adamı rahmetli Orhan Şeref Apak sayesinde bir Bulgaristan seyahatinde uğradıkları Lüleburgaz’da kendilerine gösterilen yakın ilgi ve alaka üzerine Lüleburgazspor olarak Trabzonspor gibi Profesyonel 3.Lige alındıkları müjdelenmişti..Kırklareli amatör kümede başlayan başarılı mücadele iki takımın birleşmesiyle 3 lig kapısı otomatik olarak araladı.üç yıl sonra Türkiye’de ilk kez bir ilçe takımının İkinci lige yükselmesiyle taçlandı. Evet tam 3 kez gittik ama yıllardır 4 kez gelmeyi başaramadık.Geçen sezon Ankara’da playoff maçlarında Ünye’yi şampiyon yaptık.

Geçen zaman içinde takımın futbolu ve futbolcuları değişirken, kentimizin çehresini ve çevresini de değiştirdi.Ülke genelinde bir çok kişi “Lüleburgaz” denilince “orası da neresi” diye artık sormuyor.Tabidir ki bunda ünlü sanatçı Mehmet Ali Erbil’in ÇARKIFELEK programında söylenen aslında mors alfabesinde bir kod harf olan “Lüleburgaz’ın L’si” cümlesi de çok katkı yapmıştır.Yine Lüleburgazspor’un 1979-80 sezonunda bir ikinci lig takımı iken Türkiye Kupasında dört büyüklerden Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi takımları eleyip yarıfinale kalmasıyla bir tarih yazmıştı.İşte O günlerden bu günlere yaklaşık 45 yıllık tarihi boyunca inişli çıkışlı bir grafik çizen Lüleburgazspor son yıllarda iyice küçülmüş gönüllü bir grup insanımızın özelliklede hakikaten iyi organizatör ve yürekli bir Başkan olan Siyami Aslan’ın yönetiminde bir avuç gönüllü yöneticilerinin katkılarıyla ayakta durmaya çalışmış kazandığı başarılar maalesef son maçlarda elinden uçup gitmiştir.Takımına zaten küsmüş olan Lüleburgaz Halkı takımına daha da küsmüş birde bu sezon nedense aylardan beri süren bir türlü bitirilemeyen stadyum yenilemesi yüzünden her maçını Babaeski yada Kırklareli’de oynayan bir takım olan Lüleburgazspor neden hala başarılı olamıyor hiç düşündünüzmü?Oysa.Topun yapısı ve toplumun kriterleri değişti.Taraftarların özellikleri değişti.Futbolcuların fiziksel ve teknik kapasiteleri,Futbol, futbolun felsefesi ve en önemlisi futbolun yönetimi değişti ama yöntemi değişmedi.Tarihimizde bir kez teşebbüs edildi ama maalesef değişemedi.Hızla değişmeye devam eden Profesyonel Futbol’ un karlı bir sektör olduğunu gördüğümüz halde değiştiremedik. Oysa ki artık futbol günümüzde “sektör” diye oynanıyor. Bu değişen yapının yarattığı küresel gelirler milyar dolarlara ulaşıyor. Pasta bu kadar büyük olunca futboldaki değişim ve gelişim de hem kendisini hem de tüm paydaşlarını etkilerken birer “iş” organizasyonuna dönüşen ve milyon dolarlık bütçelere ulaşan futbol kulüplerinin yöneticileri artık, eski klasik yöntemlerle idare edilemeyeceğini görmeli…

Son genel kurul ve sonrasında yaşananlar,takımı küme düşme potasına düşürdü. Yaşanan süreç “Dernekçi” yönetim anlayışına sahip yöneticilerin yerlerini daha çağdaş ve profesyonel yöneticilere bırakmak zorunda olduğunun işaretidir.Lüleburgaz’ın birliği ve beraberliği yeniden sağlanacaksa ve rahmetli Börekçi Mustafa Çilek’in “Lüleburgazsporumuza sahip çıkın” vasiyeti yerine gelecekse bunun futboldaki ticarileşme ve şirketleşme ile mümkün olabileceğini unutmamalıyız. Kulübün yönetim keyfiyeti de mülkiyet yapısı ile birlikte borsa” ya açılmakla önlenir. Bizim gibi dernek şeklindeki kulüplerin futbolun örgütlenmesini yeniden gözden geçirmesi bir zorunluluktur. Mevcut yapının kendi kendini finanse eden bir sistem haline dönüşümünü sağlayabilmemiz için önceliğimiz şirketleşme olmalı.Şirket hisselerinin halka arz’da süreci tamamlayan önemli bir unsurdur.Lüleburgazspor’un içinde bulunduğu açmaz ancak ve ancak “şirket” ile çözülür.Tüm bunlar bir hayal değil yeter ki büyük düşünelim.Şirket olmakla her şey birden çözümlenmez.

Şimdi bu teklifimi yaparken Şirket yönetimi de önemli.Yönetim Kurulu başkanı başarılı bir işadamı olmalı.Örneğin Lüleburgaz’da önemli bir yatırım olan Sarımsaklı Çifliğini milyon dolarlara satın alan ZİYA ORGANİK TARİM ÜRÜNLERİ A.Ş.’nin sahibi, Türkiye’nin Ümraniye de “BJK Nevzat Demir Tesislerinin” yapımından tanıdığı aslen Erzincanlı ama ailesinin kurduğu FIRATPEN A.Ş. sahibi olarak tanınan Sayın Nevzat DEMİR’e gitmek ve yardımını istemek hiç aklınıza geldi mi? Aslında Beşiktaş yöneticisi olduğu söylensede sadece BJK Başkanlığına aday olmuştur ama seçilememiştir.Gelsin Lüleburgazspor Başkanlığı ona feda olsun Dünyaca ünlü Pimapen Fabrikasının bulunduğu Büyükçekmece “Tepecik Fıratpenspor kulübünde yıllarca sponsorü olan bu değerli işadamı isterse Lüleburgazspor’umuza vereceği maddi ve manevi sponsorlük desteği ile adımızı tarihe yazdırır bir değil iki Lig atlar, Bank Asya 1 Liginde bile oynarız.Yeter ki akıllı olup şirketleşelim ve Lüleburgazspor’un adına nasıl ki FB GS BJK de “ÜLKER” yazıyorsa “ZİYA ORGANİK” adını yazdıralım yetecektir.

Ekonomist dergisinin düzenlediği En zengin 100 araştırması’nda Türkiye’nin en zengin aileleri arasında gösterdiği işadamı Sayın Nevzat Demir bu memlekette var ama gören bilen yok. Öylesine ki futbol bilgisi ve ilgisi ile de çok kişiyi cebinden çıkartır. Hem işadamı kariyeri olarak hem de futbol bilgisi olarak birçok hocayı bile cebinden çıkartır, yeter ki istensin. yeter ki isteyelim.Unutmayalım zengin-fakir-fukara her ne olursak olalım.Bu kentte ki ortak değerimiz Lüleburgazspor’dur.Lüleburgazspor artık bu şehrin simgesi olmuş nerdeyse yarım asırlık bir mazisiyle mutlaka yaşatılması gerektir.İnsanlar fanidir gelip geçerler ama eserleri bakidir.Benim önerim başka Lüleburgaz,Başka Lüleburgazspor da yok.Çok sevdiğim bir söz vardır: “Çözümün parçası olmayanlar sorunun parçası olmaya devam ederler”Ben bir garip Orhan Suat’ım param yok ama aklım çok sizde bu akıldan faydalanın ve ilk önce sizlere yıllardan beri söylediğim gibi LÜLEBURGAZSPOR TARİHİNİ ölmeden önce Sayın CEM ATABEYOĞLU’nun arşivinden faydalanarak yazdırın sonrada Sayın NEVZAT DEMİR’i Lüleburgazsporlu yapın bakın nerelere çıkacaksınız?

LÜLEBURGAZSPOR NASIL KURTULUR REÇETESİ NEDİR?

Lüleburgazspor Nasıl Kurtulur? Ya da Kurtulur Mu?

Sevgili okurlarım Uzun zamandır kafama takılan bir konuyu ilk ve son kez sizlerle paylaşmak istiyorum ve bundan böyle kendime söz veriyorum bu konuda eğer gereken yapılmazsa bende kalemimi toprağa gömeceğim ve asla bu konuda yazmayacağım.

Mazisi nerdeyse yarım asra yaklaşan Trakya’da yıllardan beri sembol olan Lüleburgaz’ın yani şehrimizin sembolü olması gereken aslında bir ekol yaratan ama kimsenin önemsemediği bir değer olan “Lüleburgazspor” Futbol takımımız son yıllarda oynadığı Profesyonel Türkiye Futbol 3.Liginde sessiz ama derinden giderek kazandığı onca başarılarına rağmen maalesef her alanda üvey evlat muamelesi görmektedir.

Örneğin bu kulübe hizmet veren 8.Kasım Şehir Stadı yaklaşık bir yıldan beri sözde restore edilmekte ve zaten zor durumda kalan takımımız her zaman deplasmanda oynamaktadır. Nerde bu Milletvekilleri?nerede bu Futbol ilgilileri?nerede bu yetkililer?nerede bu Belediye ?neden bu takıma yardım etmezler neden YABANCI takım muamelesi yaparlar ve iki üç ayda bitecek işi savsaklarlar?Bumudur ellere veren bize gelince uyuyan hizmet anlayışı.memleketli olmanın bu kadar önemli olduğu ülkemizde takımımızın durumundan bahsedeceğim bu hafta.Taraftar azlığı nedeniyle ekonomik güçsüzlükler, takım ürünlerinin satılamaması, ek bir gelir elde edilememesi ve tüm bunların yanında asıl sorun olan:Futboldaki şiddetin artışındaki dolaylı katkıları!Arada bağlantı bulunmadığını düşünebilir ve bundan da mı Şehir Kulüpleri suçlu diye içinizden geçirebilirsiniz. Fakat sizlere aradaki bağlantıyı göstermek istiyorum.Biz toplum olarak yeni birisini tanıdığımız zaman ilk sorduğumuz soru nereli olduğudur. Askerde bile toprak toprağa yardım eder, ama şehir takımlarının taraftarının durumu aynen şu şekilde: Şehir takımı o gün üç büyüklerden birisiyle maç yapıyorlarsa diğer iki büyüğün taraftarı şehir takımın yanında yer alır ve aslında yine üç büyüklerden birini destekler. Böyle bir döngü sürekli devam eder gider.Bunun nedeninin normal hayatında başarısız olan insanların takımlarının aldığı başarılardan kendilerine pay çıkararak sanki kendi başarılarıymış gibi sevinmeleri ve övünmelerinden başka bir şey olmadığını düşünüyorum.Diğer takım taraftarıyla dalga geçmeyi ihmal etmeyen kitle o başarıyla kendini yüceltme gayreti içinde oluyor.Biz maç gününün ertesin günü takımımız yenilince işe veya okula gitmeyen bir toplumuz. Aslında olması gereken bu değil. Olay kendi takımının gerçek anlamda yanında olabilmekte!

Maç günleri buluşulan eski bir dost gibi görmek önemli olan, Kazansa da kaybetse de yanında olmakta İyi gününde takımın yanında olmak kolay, önemli olan kaybederken yanında olabilmekte tıpkı gerçek dostlar gibi,Fenerbahçe taraftarını düşünelim. Taraftar grubu Avrupa basınında dahi kendine yer bulmuş ünlü bir taraftar grubu ve popülaritesi olan bir kitle. Ama geçtiğimiz yıllarda Pendik maçı sonrasında o zaman Milli Kalecimiz Rüştü’yü döven ertesi ayda Manchester United zaferi ile Rüştü’yü omuzlarına da alanda aynı taraftarlar grubuydu!

Türkiye’de hangi taraftar grubu kötü giden takımının arkasında olabiliyor?Örneğin Fenerbahçe taraftarı için bu denebilir.Çünkü bu yıl şaibeli olarak şike iddiasıyla sarsılan camia takımına inanılmaz bir şekilde sahip çıkmış ve çıkmaktadır.İki sezonönce Fenerbahçe Trabzonla berabere kalıp sadece bir maç yüzünden şampiyonluğu kaçırdı. Eğer ki Fenerbahçe bir gol atabilmiş olsaydı son maçı kazanmış, Şampiyon olmuş, Sezonu kupayla kapatmış, Daum takımın başında kalmış olacaktı. Evet sadece bir maç bu kadar hatta bir gol bu kadar etki yaratan. Peki, taraftara takımını sevdiren veya nefret ettiren tek bir gol veya kupa mı?Bu çarpıklığın çözümü ne olabilir?

Şehir takımlarının çocukları kazanması gerekir diye düşünüyorum.Tıpkı yıllar önce Lüleburgazspor yönetimin yapacağı en önemli şey 7–8 yaşından itibaren bütün çocukları kazanmak onların başka takımları tutmasına sebep vermeyecek girişimlerde bulunmak olmalıdır.Bu 8–10 senede meyvesini verecek bir plan olmalı.Bunu diğer şehirlerde yapabilir. Çocuklar ikon olmuş Futbolcularla bir araya getirilebilir. Çocuklara idmanları izlettirilebilir böylece kendilerine örnek olarak kendi şehirlerinden oyuncular seçebilirler. Bu sayede çocuk yaşadığı şehirdeki takımı sever o takımın bir parçası olduğunu hissedebilir o zaman tribüne gidip yenildiği bir maç sonunda stadını yakmaz idmanda izlediği konuştuğu futbolcuya bozuk para çakmak vesaire atmaz.Maçlarına gider formasını alır kaybetse de bu işten zevk alır bir organizasyonun parçası olmak hoşuna gider. Kavga etmeden eğlenerek kazansa da kaybetse de bunu bir eğlence olarak görüp iyi bir dost gibi sahiplenir takımını. Diğer takımlara da saygı duymayı öğrenirler bu da futbolda şiddete uzun vadede son verebilecek ve inanılması gereken bir projedir.Futbol keyifli bir oyun içinde rekabet var ama şiddete yer yok!Takımlarımızın bir parçası olalım ama sadece başarılarıyla değil,

Bu sayede diğer şehir takımlarının da taraftarlarının bol olduğu ve kültürü olan tıpkı İngiltere Brezilya Arjantin İspanya vs.gibi bir futbol ülkesi haline gelebiliriz.