CUMHURİYET GAZETESİ - 12 EYLÜL 2000
IŞIL ÖZGENTÜRK
Bir 12 Eylül hikâyesi
Keşke yazıma günün tarihine bakmadan başlasaydım. Ama baktım ve bu yazının sizlere 12 Eylül günü ulaşacağını gördüm. 12 Eylül, belleğin önlenemez unutkanlıklarına rağmen pek çoğumuzun atlayamadığı, boş veremediği bir gün. Oysa aradan tam yirmi yıl geçmiş, o yıl doğan çocuklar şimdilerde internette sörf yapıyor ve hüznün mevsimi sonbahar bir kez daha bizi gizemli hikâyelerine doğru sürüklüyor.
Ben elimde olmadan sonbaharın gizemli hikâyelerine boş veriyorum. Yirmi yıl önce Davutpaşa Kışlası'nın önündeki bir kış gününü anımsıyorum.
Kar insafsızca, hiç durmadan yağıyor. Geçici tutukevi yapılan Davutpaşa Kışlası'nın aşağı giriş kapısındayız. Tutukevi olarak kullanılan ana bina tepede; girişten oraya en az üç kilometrelik bir yol var.
Okulların yarıyıl tatili üç gün önce başlamış. Bu nedenle görüş yerinde adlarını yazdırmak için bekleyenler arasında çocukların sayısı artmış. Her yaştan çocuk, insafsızca yağan karın altında, apaçık, rüzgârlı bir arazide saatlerdir bekliyor.
Bekliyoruz. Kadınlar ve çocuklar saatlerdir bekliyoruz. Mahkûm yakınlarını yukarı, tutukevinin oraya götürecek üç cemseden ikisi cezalandırılmış. Bu nedenle gidiş geliş tek cemseyle yapılıyor. Bu saatler süren bekleme ondan.
Çocukların ayakları, elleri buz kesti. Annelerin, bacıların, anneannelerin sözleri, hikâyeleri onları avutmuyor artık. Sıcak bir yer özlüyorlar. Aylardır göremedikleri babalarını, ağabeylerini çok özlediler ama şimdi görmeseler de olur, yeter ki, sıcak bir yere kavuşsunlar.
Karın altında çaresizlik diz boyu. En fazla yirmi beş kişi alan tek cemse tepeden usul usul iniyor. Vakit iyice ilerlemiş. İki cemse cezalı olduğundan, saatlerdir bekleyen mahkûm yakınlarının büyük bir kısmına sıra gelmeden ''görüş saati bitti'' denilecek ve bekleyenler özlem dolu yürekleri bir kez daha acımasızca burulmuş, evlerinin yolunu tutacaklar.
İçimizde biri var ki, o mutlaka babasını görmeli. Henüz beş günlük. Mavi gözleri hâlâ yumuk, ellerini güç açıyor ve hiç sesini çıkarmadan o da saatlerdir bekliyor. Babası, onu bugün ilk kez görecek. O henüz ana karnında üç aylıkken babayı tutukladılar. İşkencelerden geçirdiler. Baba bütün aşağılanmalara, bütün fizik acılara onu düşünerek katlandı. Şimdi tepede, tutukevinde en iyi giysilerini giymiş, saçlarını taramış ve elinde kendi ördüğü yeşilli, allı bir bere küçük kızını bekliyor. Beş günlük küçük kızını.
Ama böyle giderse baba küçük kızını göremeyecek, çünkü iki cemse cezalı. Dayanamıyorum, ben saatlerdir eşimi görmek için bekledikten sonra görmeden dönebilirim ama bu beş günlük küçük kız babasıyla mutlaka buluşmalı. Çünkü babasının belki de yıllarca sürecek mahpusluğunda bugünün önemi büyük. Baba bunca işkenceye bu nedenle dayanabildi, küçük kızının yüzünü görebilmek için dayanabildi.
Dayanamayıp görüş yerindeki yüzbaşıya cemselerin neden cezalı olduğunu soruyorum. Yüzbaşı, gayet net bir biçimde, gece mahkûmların fazlasıyla gürültü yaptıklarını, iki cemsenin de bu nedenle cezalı olduğunu söylüyor. Cemseler, az ötede ağaçların altında duruyor ve biz bekliyoruz.
Yüksek sesle, ''cemseleri cezalandırmanın bizi cezalandırmak olduğunu, görüş hakkımızın açıkça gasp edildiğini'' söylüyorum. Yüzbaşı şaşırıyor. ''Bağırmadan konuşun lütfen'' diyor. ''Verilen emir değiştirilmez, o cemseler cezalı ve siz bekleyeceksiniz.''
''Başka bir araç bulun'' diyorum, ''cezalı olmayan bir araç. Aramızda çocuklar var, hiç olmazsa onlar babalarını görsün!'' Sesim mutlaka yüksek çıkıyor ama artık ip koptu. Bu arada arkamda, yanımda, sağımda, solumda sesler duyuyorum.
''Aman sakin ol. Adamları kızdırma.''
''Emir büyük yerden, ne yapalım başka bir gün geliriz.''
''Sana mı düştü, cemselerin hesabını sormak. Şimdi hepimizi cezalandıracaklar.''
Evet çok iyi anımsıyorum, bu sözleri duyduğumu çok iyi anımsıyorum. Önce şaşkınlık gelip buluyor beni, ardından derin bir hayal kırıklığı. İki kişi dışında herkes sessizce beklemek yanlısı.
Sessizce beklemek.
Ne yapalım bu böyle, beş günlük kız çocuğu babasını göremeyecek.
Birden bir şey oluyor, cezalı iki cemse hareket ediyor ve bulunduğumuz yere gelip duruyor. Çoluk çocuk sevinç içinde cemselere binip tepeye yollanıyoruz. Herkes gülüyor, herkeste inanılmaz bir sevinç.
Ben suskunum. Birden bir el omzuma vuruyor. Beş günlük kız çocuğunun annesi.
''Sağol'' diyor, ''iyi ki, sen ve diğer iki arkadaş susmadınız. İyi ki, susmadınız.''
Ve cemseler tutukevinin kapısında bizleri bırakıyor.
Nereden baktım tarihe. 12 Eylül denince aklıma neden bu anı geldi bilmiyorum. Belki de 12 Eylül derin bir hayal kırıklığı olduğu için, bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder