21 Aralık 2012 Cuma

YAZ TATİLİNDE 1-8 TEMMUZ ARASINDA YAPILACAK YEŞİL KARADENİZ GÜRCİSTAN GEZİSİ DUYURUSU


HAYAT TURİZM İLE YAZ TATİLİNDE 1-7 TEMMUZ 2013 TARİHLERİ ARASINDA (8 GECE +7) GÜNLÜK YEŞİL KARADENİZ+GÜRCİSTAN BATUMİ GEZİSİ PORĞRAMIDIR
HAREKET:30.Haz.2013 Pazar günü 23.00 te Akşam yemeği sonrasında yanınıza akmak için Kumanya hazırlıkları yapılarak gece seyahati için saat 23.00 te Lüleburgaz Öğretmenevi  sokakta  İmam-Hatip okulu köşesinden 2012 model  47 kişilik Mercedes Travego otobüsümüzle başlayacaktır. Gece yolculuğu olarak İstanbul-İzmit-Bolu-Gerede-Tosya-Merzifon-sabah varış Samsun
1.GÜN-1.Temmuz.2013 Pazartesi günü Sabahleyin SAMSUN yakınlarındaki Tepede Belediye tesislerinde Kahvaltı molası verilecek ve sabah 9.00 kadar dinlence sonrası yola devamla Samsun şehrinde Kurtuluş Savaşı müzesi gezilecek arkasından Mudanya Vapuru müzesi gezilecek sonrasında gündüz yolumuza devamla Terme Çarşamba Ünye Fatsa Ordu dönüşte görülmek üzere Transit geçilecek ve Giresun Espiye’de Öğle yemeği için Karadeniz Pidesi molası verilecektir.Yemek sonrasında tüm yolcularla Giresun-Trabzon-Rize’ye varışla doğruca RİZE merkezde KAÇKAR HOTELİNE yerleşilecektir. Yerleşme sonrası hava koşullarına göre Rizede BOTANİK BAHÇEDE akşam çayı hafif kumanya kahvaltı yenilecektir 22.00 de otele dönüp yerleşme ve 1 gece Rize’de Dedeman otelinde konaklama
2.GÜN-2.Temmuz.2013 Salı günü Sabahleyin otelde kahvaltı sonrasında dinlence ve moral için Çamlıhemşin AYDER YAYLASINA çıkılacaktır. Ayder yaylasında serbest zaman verilecek ve isteyenler özel ciplerle Kaçkar yaylasına çıkacak isteyenler de yanında aldıkları mayoları ile Ayderin meşhur Termal Banyosuna suya gireceklerdir. Öğlen yemeği için giderken AYDER YAYLASI yolunda meşhur MUCİT İSMAİL’İN YERİNDE grupça Karadeniz yemekleri yemek adına rezervasyon yaptırılacak ve öğlen 13.30-15.00 arasında yenilecektir. Dönüşte pazarlıkla meşhur Rize Bezi satış yerinden alışveriş yapılacaktır. Akşam yemeği için Çayelideki meşhur  KURU FASULYECİ HÜSREV LOKANTASINDA yenilecektir ve 22.00 de Rize’ye dönülüp  2 gece Rize’de Dedeman hotelde konaklama
3.GÜN-3.Temmuz.2013 Çarşamba günü Sabahleyin otelde kahvaltı sonrasında özel arabamızla daha önceden yanınıza alacağınız  sadece (Nüfus Kağıdınızla) birlikte grubumuzla önce HOPA’YA oradan Sınır kapısına ve kişi başı (15 TL )çıkış ödeyerek GÜRCİSTAN BATUMA gideceğiz.Tüm gün Batumda eğlenerek gezerek yemek yiyerek ayni yoldan geri dönüp 22.00 de 3 gece Rize’de Dedeman hotelde konaklama
4.GÜN-4.Temmuz.2013 Perşembe günü Sabahleyin otelde kahvaltı sonrasında Rize’den ayrılarak yol üzerinde bir Çay Fabrikasını gezerekten öğlen saatlerinde Trabzon sınırları içindeki Çaykara üzerinden UZUNGÖLE varışla öğle yemeği ünlü restaurant  Salihin yerinde yenilecek ve serbest çevre gezisi yapılacak 15.00 ayni yoldan geri dönülerek Trabzon Maçka ilçesi yakınlarında meşhur SÜMELA Manastırı gezilecek sonrasında akşam yemeği yemek adına grupla Maçka’da meşhur Trabzon yağlı pidesi yenilecek ve orada yolumuzda bulunan Trabzon Maçka’da Maçka  Hotelinde 4 gece konaklama
5.GÜN-5.Temmuz.2013 Cuma günü sabahleyin otelde kahvaltı sonrasında Maçka’dan ayrılarak  Trabzon şehir turu ile görülecek tarihi turistik yerler görülecek ve çarşıdan alışverişten sonrasında Öğlen yemeğimiz için Akçaabat’ta meşhur Akçaabat Köftecisi Osman’ın yerinde  Öğlen yemeği köfte yenilip oradan Giresun’a geçilecektir ve Giresun’da akşama kadar serbest gezilecek Giresun Müzesi ve Kalesine çıkılacak akşam saat 20.00 de ORDUYA varılacaktır. Ayni gece ORDU ÖĞRETMENEVİNDE 5 gece yerleşme sonrasında grupla birlikte Müzikli eğlenceli AKŞAM YEMEĞİ yenilecek ve 23.00 biter ve 5 gece ORDU da Öğretmenevinde konaklama
6.GÜN-6.Temmuz.2013 Cumartesi günü sabahleyin otelde kahvaltı sonrasında yolumuzda bulunan Ordu BOZTEPEYE teleferikle çıkılacak oradan sonra yola devamla öğlende SAMSUNDA Samsun Müzesi ve Kurtuluş Savaşı Müzesi grupla gezilip çarşıda serbest öğle yemeği yenilecek ve 15.00 te yola devamla akşam üzerinde AMASYA varılıp müzeleri gezilecek 6 gece Amasya’da  Amasya Hotelde konaklama
7.GÜN-7 .Temmuz .2013 Pazar günü sabahleyin otelde kahvaltı sonrasında hareketle Merzifon Tosya Ilgaz Gerede  üzerinden BOLU’YA varışla Bolu gezisi turumuzla birlikte Bolu Çarşıda serbest Öğlen yemeği sonrasında son gün olduğundan öğleden sonrasında 15.00 Bolu’dan İstanbul’a hareketle otoyoldan durmaksızın sadece Kartalda Mehmetçik tesislerinde ihtiyaç MOLASI ve yine Kumburgaz Metro tesislerinde ihtiyaç MOLASI doğrudan gece 24.00 sularında Lüleburgaz’a varış ve aldığımız noktadan dağılma gezi sonudur.
Böylece Yeşil Karadeniz gezisi bitmiş olacaktır. Gezimize 22 çift olmak üzere 44 kişi katılacak 2 KAPTAN ŞÖFÖR  ve MUAVİN ile Orhan Suat  REHBER katılacak olup toplam sayımız 48 olacaktır.
Gezimiz herkese açık olup katılım şartları ve planlama Lüleburgaz MUCİZE TUR TARAFINDAN yapılacaktır. GEZİMİZE YAZILIM VE KATILIM 1 MART 2103 TARİHİNDEN İTİBAREN MUCİZE TURİZM ACENTASINA BAŞVURUNUZLA BAŞLAYIP üç aylık bir periyota duyurulacaktır 1 MAYIS 2013 GÜNÜNE KADAR İLK YAZILANLARA SAYIYA GÖRE ÖN SIRADAN 5 NUMARADAN SONRASI KİŞİYE ÖZEL OTURMA SIRASIDA VERİLECEKTİR KONTENJAN KALIRSA  15 MAYISA KADAR YEDEKLER OLACAKTIR VE 1 HAZİRAN 2013 SONRASINDA GEZİMİZE KATILANLAR KESİNLEŞMİŞ OLUP GİRİŞ ÇIKIŞ YAPILMAYACAKTIR OTELERDE KESİN SAYIMIZA GÖRE ODA REZERVASYONU YAPILACAKTIR. BU SENE  RAMAZAN AYIMIZ  10 TEMMUZ 10 AĞUSTOS ARASINA GELDİĞİNDEN BAŞKA KARADENİZ GEZİSİ YAPILMAYACAKTIR.

BANU AVAR VE YENİ KİTABI GÜN O GÜNDÜR HAKKINDA GERÇEKLER


GÜN O GÜNDÜR KİTABINDA YAZAN GERÇEKLER
     BBC gibi DÜNYA ÇAPINDA kurumda yıllarca çalışan dil bilen Batıyı bilen Türkiye’nin en değerli TRT TV “Sınırlar Arasında” programı yapımcısı ve Bayan Gazeteci BANU AVAR’ın teröristlere  silah satan Silah taciri Ülkelerin başında gelen İsveç Norveç Danimarka İsviçre ABD vs ülkelerin tekerine çomak soktuğu için sadece Türkiye’de değil Dünya çapında yasaklı olduğunu biliyormusunuz? İşte bu cesur yürek ismin tek kazancı yazdığı kitapları ve konferanslarıdır. Zaman zaman yurt çapında yapılan davetlerde Konuşmalarında bozuk düzen gereği bizim gibi az gelişmiş ülkelerde doğruları söylediğinden dokuz köyden kovulduğundan tüm sağ ve sol medya kesimince yani tüm mevcut Partilerce boykot edilen Banu Avar’ın remzi kitapevinden çıkan son kitabı olan “GÜN” “O GÜNDÜR” bütünüyle okunarak ibret alınması gereken bir eserdir. Bu kitabın 120 sayfasında aynen şunlar yazılıyor okuyun anlayın düşünün doğrumu yanlışmı? Dikkat bazı bölümler koyu siyah benim yorumumdur.
BİR OLMAK,BÜTÜN OLMAK
   Ey Türk halkı, sen bir kez ateşle imtihan edildin.(Kurtuluş savaşında) Büyük  bir sınavı büyük bir başarıyla verdin. Bu Türk’ün ikinci kez ateşle imtihanıdır…Gazi Paşanın evlatları olarak, halk inisiyatifi, NATO’ya ABD ve AB’ye ve onların içerideki işbirlikçilerine (hangi partide olurlarsa olsunlar) gerekli cevabı vermelidirler. (Bu iktidar veya muhalefetle nasıl olacak çünkü hepsi Natocu Amerikancı tam bağımsız değildir.) Gazi paşanın çözüm yolu bellidir. Bölgede ayni tehdidi alan ülkelerle ittifak etmek tehdit eden EMPERYALİZME karşı el ele vermek! Hangi görüş parti klikten olursa olsun, (bugüne kadar tanıdığımız gelmiş geçmiş hatta bugün var olan partilerle birlikte sağ sol laik dindar ilerici gerici komünist vatansever vb gibi) BU VATANI SEVEN HERKESİN, Batıdan gelen tehdide karşı TEK SES OLMA ZORUNLULUĞU VARDIR. Çünkü Batı o toprağın insanlarının tümüne karşı, o toprağın altında  duran hazine (bor madeni petrol uranyum vs) için savaşır. İran’a bir Amerikan müdahalesi, aslında Türkiye’ye müdahaleyi de arkasına takacaktır.(İran ile beş yüz yıldır komşu ve tarihsel kardeş ülke olarak bir sorumuz yoktur ama ABD istedi komşumuz Müslüman olan Suriye’ye karşı savaş açalım diye topraklarımıza Patriot koymak nedendir?) Tıpkı Irak’ta olduğu gibi. Türkiye Irak’ın işgaliyle kan kaybetmeğe başlamıştır.(pkk nereden çıktı kim çıkardı yıllarca sizi sağ sol diye bölerek aldatanların herkesin soğuk savaş günlerine göre düşünüp pkk arkasında Rusya vardır dediği zamanda pkk denen terörist örgütün arkasından ABD ve AB çıkmadı mı neden silah tacirlerinin satışı için değilmidir) Hiç kuşkum yok böyle bir aşamada bu milletin genetik hafızası ona ne yapması gerektiğini hatırlatacaktır.

16 Aralık 2012 Pazar

ATATÜRKÜN NEDEN BÜYÜK DEVLET ADAMI OLDUĞUNUN İSPATIDIR


İŞTE SİZE ATATÜRK KİMMİŞ DİYENLERE VERİLECEK İLK VE TEK CEVAP BUDUR!
"Visionary" Türkçesi Vizyon nedir? Türkiye'ye ayak basmamış ABD'li Psikiyatr Profesörü Mr.Arnold LUDWIG,  "in one of the most comprehensive and insightful  studies of political leadership ever undertaken", KING  OF THE MOUNTAIN adlı kitabında,  20.nci Yüzyılda  tüm dünyada ülke yönetmiş, Abdülhamid'den Kaddafi'ye, Mao'dan Roosevelt'e,  De Gaulle'den, Nehru'ya, Churchill'den Hitler'e, Mussolini'den Mandela'ya,  Stalin'den Nasır'a ve Arafat'a, 2000 (iki bin) kadar lider hakkındaki 18  yıllık araştırmasının sonucunda, 377 adet belli  başlı devlet adamı / lider tespit etmiş ve onlara 200 kadar değişik kıstasa  göre, 1'den 31'e kadar puan vermiş.
PGS (Political Greatness Scale) olarak tanımladığı bu sıralamada örneğin; en cok Roosevelt  ve Mao 30ar puan almışken, Nehru 25, Churchill 22, Golda Meir 12, Fidel  Castro 23, Lenin 28, Khomeini 23, Kennedy 15 puan almışlar. Bir  lider ; 31 puanla ve "visionary"  sıfatıyla, 20.nci yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı / lideri  ünvanına hakkıyla layık görülmüş. O  da, Mustafa Kemal ATATÜRK  !
Ne yazık  ki,  basınımız ve halkımız  bu önemli gerçeğin yeterince farkında  değiller....
Bu kitabın orijinalin adı budur lütfen Yurdışından yada ABD den bulup alınız ve okuyunuz.
(King  of the Mountain, The nature of political leadership, by, Arnold M. LUDWIG,  University Press of Kentucky, 2002.- Amazon.com

OSMANLIDA TRAKYADA BEKTAŞİ TEKKELERİ HAKKINDA


TRAKYADA LÜLEBURGAZDA OSMANLI ZAMANINDA BEKTAŞİ TEKKELERİ
   Bektâşî tekkeleri faaliyetlerini Vak‘a-i Hayriyye yani Yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasına kadar (1826) sürdürmüştür. Zira Bektâşîlik 2 Zilhicce 1241/8 Temmuz 1826 tarihinde alınan bir kararla yasaklanmış ve alınan karar gereğince geçmişi altmış yıldan fazla olan tekkeler diğer tarikatların meşîhatına devredilirken, altmışdan az olanların yıkılması, babalar ve müridler itikadlarını düzeltinceye kadar çeşitli mahallere sürülmeleri emredilmiştir. Sultan II. Mahmud ise alınan bu kararlarla ilgili olarak sadece muhdes olanların değil, bütün tekkelerinin kapatılması ve Bektâşîliğin tamamen ortadan kaldırılmasını istemiştir. Bunun üzerine bazı Bektâşî tekkeleri tamamen, bazıları kısmen yıktırılmıştır. Nitekim Bektâşîlik araştırmaları ile tanınmış olan Batılı bilgin Hasluck, Seyyah Slade’den naklen, 1826’da Edirne civârında II. Mahmud tarafından 16 tekkenin kapatılıp eşyasının müsadere edildiğini belirterek bir kısmının adını vermektedir. Edirne başta olmak üzere, Gelibolu, Uzunköprü, Keşan, Enez, Kırklareli, Babaeski, Pınarhisar, Karacaoğlan, Tekirdağ civarında varlığını haber verdiği bu tekkelerin şeyhleri ve ne tür faaliyetlerde bulundukları hakkında ise herhangi bir malumat vermemektedir.
    Babaeski Sarı Saltuk (Eski Baba) Tekkesi ve Pınarhisar Binbir Oklu Tekkesi işte bu yıktırılan tekkelerdendir. Eski Baba Tekkesi, Kırklareli Babaeski’de olup, Bektâşîliğin meşhûr ermişlerinden Sarı Saltuk’la özdeşleştirilmiştir. Burada yatan derviş Selçuklular döneminde yaşadığından, Eski Baba adını almıştır. Asıl adı Şerif Hızır Muhammed Buharî’dir. Sarı Saltuk olarak tanınır. Ayrıca burada bir de Kaygusuz Tekkesi vardır.
    Pınarhisar Binbir Oklu Tekkesi’ne gelince, bu tekke Kırklaeli’nin otuz kilometre yakınındadır. Bugünkü Erenler Köyü’ndedir. 1826 yılında II. Mahmud bu Bektâşî tekkesini de kaldırtmıştır. Ancak buradaki Binbir Oklu Ahmed Baba’nın türbesi son zamanlara kadar bir ziyaret yeri olmuştur. Tekke, XX. asrın başlarında çiftliktir. 1847’de buraya giden Jochmus, tekkeyi, kurucusunu ve niteliğini belgelendirmiştir. Osman Nuri Peremeci’nin, Edirne Tarihi adlı eserinde Bektâşî olarak kaydettiği bir şahıs da vardır ki, o, Hasîbî Ahmed Efendi (ö.1287/1870)’dir. Ahmed Efendi, Edirne’de Şeyh Çelebi Mahallesi’nde dünyaya gelmiş ve uzun yıllar Kırklareli’nde yaşamıştır. 1287/1870 yılında Kırklareli’nde vefât etmiştir. Şiirlerinde de Bektâşî motifleri görülen şâirin kabri, Kırklareli’nde Kara Omur Mezarlığı’ndadır.
   Lüleburgaz merkezde ise, Hükûmet Dâiresi yakınında Kâgir Saat Kulesi altında Zindan Baba, Köprübaşı’nda Fere Baba Dergâhı’nda Sancakdar Baba, Gâzi Câmii’nde Gâzi Karaca Ali Bey, İstanbul Yolu Tekkesi’nde İdris Baba, Alaca Mescid Mahallesi’nde Murad Baba, Cedid Müslim Mahallesi’nde Derman Baba, Hüseyin Bey Mahallesi’nde Kabristanlık’ta Âsitâneli Deli Ahmed Ağa medfûn olup, kabirleri ziyâret edilmektedir. 61-60 1310 Tarihli Edirne Salnâmesi, s. 520. 61 Aynı eser, ss. 520-521.
   Bulgaristan'ın Türk-İslâm hüviyeti, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar önemli sayılabilecek hiçbir problem çıkmadan devam etti. Bu yüzyılda  yaygınlaşan bağımsızlık hareketlerinden en çok etkilenen Rumeli  kesimindeki bölgeler oldu. Asırlarca devam eden huzur ve sükûn  bozularak Balkanlar'da Türk - İslâm varlığını temsil eden dinî-kültürel  eserlere karşı büyük bir tahribata girişildi. 1878'de Bulgaristan'ın Osmanlı Devleti'ne tâbi muhtar bir prenslik haline gelmesiyle buradaki  müslüman ahalinin ve vakıfların durumunda ve idaresinde hukukî açıdan  önemli bir değişiklik meydana geldi. Ayrıca 93 Harbi sonunda müslüman  ahalinin büyük kitleler halinde başta İstanbul olmak üzere anayurda göç  etmesi, şehir ve kasabaların boşalmasına ve Bulgar makamlarının daha serbest hareket etmesine zemin hazırladı. 1878 Berlin Antlaşmasında  Bulgaristan'daki vakıflar ve müslüman ahalinin durumu ile ilgili çeşitli maddeler bulunmaktaydı. Özellikle on ikinci maddenin bir fıkrasında,  "Osmanlı ve Bulgarlar'dan mürekkep bir komisyon emlâk-i mîriyye ve mevküfeyi Babıâli hesabına sûret-i ferağ ve istimaline müteallik işlerin cümlesine ve bunlarda bir ilişiği bulunacak efradın mesâlihine iki sene zarfında tesviyeye memur olacaktır" denilmekteydi (Erim, s. 409). Berlin Antlaşması gereğince buradaki zengin İslâm kültür mirasının tesbiti, yerinde bırakılması veya satılması, başka bir şekle dönüştürülmesi için Türk ve Bulgar yetkililerden oluşan komisyonların çalışması gerekiyordu. Bu dönemde Bulgaristan'daki vakıflar beş kısımda değerlendirildi.
1.Camiler, mescidler, medreseler, tekkeler sadece müslümanlara hizmet veren kurumlardır ve bunlara "hayrat" denilmektedir. Çeşmeler, köprüler, kaldırımlar ise müslim, gayri müslim herkese hizmet veren vakıflar olup bunlara da "müberrât" denilmektedir,
2. Evler, hanlar, hamamlar ve icâre-i vâhideli vakıflar.
3. İcâreteynli vakıflar.
4. Mukâtaalı vakıflar,
5. Mazbut ve gayri mazbut arazi vakıfları.
    Son dört maddede yer alan vakıflar esas itibariyle birinci maddede zikredilen hayratın hizmetini devam ettirmesi için tesis edilmiş kaynaklardır. Bu tesbitlere rağmen komisyonun Bulgar üyelerinin devamlı engellemeleri yüzünden vakıfların akıbetiyle ilgili toplantılar çok defa yapılamamış, bir araya gelindiğinde de Bulgar tarafı huzursuzluk çıkarmıştır. 1902 yılında Bulgaristan komiseri olarak tayin edilen Ali Ferruh Bey, II. Abdülhamid'e sunduğu bir raporda Bulgaristan vakıflarının yürekler acısı durumunu dile getirmiştir. Bulgar yetkililer boşalan, terkedilen veya kullanılmayan cami, medrese, mektep ve diğer hayır eserleri ve bunlara ait gelir kaynaklarının hukuken Bulgaristan emaretine intikal ettiğini ve Bulgar hükümetinin resmî emlâkine katılması gerektiğini ileri sürmüşler, Türk heyeti mensupları ise bu iddiayı şiddetle reddederek bu eserlere ait her türlü hakkın vârislere ve müslüman cemaate ait olduğunda ısrar etmişlerdir. Türk ve Bulgar üyelerden oluşan komisyon bu konuları müzakere etmek için seksen üç defa toplanmış, ancak devamlı engellemeler yüzünden verimli bir çalışma yapamamıştır. Bulgar makamları Osmanlı Devleti'nin bu eserler üzerindeki hakkını kabule bir türlü yanaşmamışlardır. Bu arada Bulgarların işine yarayabilecek bazı yanlış kararlar da alınmıştır. Nitekim boşalan yerlerdeki camilerin hilâl ve diğer İslâmî sembolleri alındıktan sonra enkaz ve arsalarının satılmasının benimsenmesi çok zararlı sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca bazı mütevellilerin küçük menfaatler karşılığı Bulgar makamlarının işlerini kolaylaştıracak davranışlarda bulunması ve müslüman cemaatlerin aralarındaki basit anlaşmazlıklar sebebiyle birbirlerini ele vermeleri Bulgar makamlarının işine yaramış ve eserlerin tahribini hızlandırmıştır. Bulgar makamları, bir taraftan Türk-İslâm varlığının sembolü olan, diğer taraftan çok zengin bir maddî kaynak durumunda bulunan vakıfları çeşitli bahanelerle yok etmişlerdir. Ali Ferruh Bey, vakıflar açısından en zengin durumda olan Sofya'da cami, medrese, tekke, zaviye, ev, han, kaplıca, dükkân, arsa, bostan vb.den oluşan 174 adet kıymetli vakfın Bulgar makamları tarafından hangi bahanelerle nasıl yok edildiğini "Harabat" başlığını taşıyan lâyihasında II. Abdülhamid'e arzetmiştir. Bu eserlerin önemli bir kısmı Sofya Belediyesi tarafından yeni yollar açmak veya genişletmek, dinlenme ve oyun alanı tesis etmek gerekçesiyle yok edilmiştir. Türk hükümeti bu uygulamaya karşı çıktığında ise Bulgar hariciyesi İstanbul, Bursa, İzmir gibi şehirlerde pek çok vakfın bizzat Türkler tarafından bu tür gerekçelerle yıkıldığını, yerine yenilerinin yapılmadığını söyleyerek kendisini mazur göstermek istemiştir.
Muhammed Bahâüddin Nakşibend (ö.791/1389) tarafından kurulan Nakşibendîlik, Kırklareli merkezde ve Lüleburgaz ilçesinde kendisini göstermiştir. Şöyle ki, Kırklareli merkezde Nakşibendiyye tarikatına mensup SinânDede Zâviyesi vardır ve bânisi hazîresinde medfûndur.1310 Tarihli Edirne Salnâmesi’nin verdiği bilgiye göre ise, Lüleburgaz’da Hasan Efendi Câmii’nde Nakşibendî âyinleri yapılmaktaydı.Nakşibendiyye ile ilgili olarak son devir Nakşî şeyhlerinden ve âlim-lerinden Lüleburgaz’lı Mehmed Eşref Efendi (ö.1353/1935)’yi burada zikretmek gerekir. Her ne kadar ömrünün tamamını Lüleburgaz’da geçirmemiş ise de,gerek burada ilk tahsilini yapması ve gerekse burada vefât etmesi hasebiyle hakkında bilgi vermeyi faydalı buluyoruz. Mehmed Eşref Efendi, 1255/1839 yılında Lüleburgazʹda doğmuştur. AslenLofçalı bir aileden gelmektedir. Babası, Ali Kemal Efendi, âlim bir zat olup,1253/1837 yılında Lüleburgazʹda Sokullu Mehmed Paşa’nın ihyâ ettiği medresenin müderrisliğine tayin olunmuş, yirmi yıl süre ile talebelerine ders okutmuştur. Mehmed Eşref Efendi, ilk tahsilini babasından tamamlamıştır. Babası Ali Kemâl Efendi, hacca giderken 1271/1855 yılında vefat etmesi üzerine Mehmed Eşref Efendi, yarıda kalan tahsilini tamamlamak için İstanbulʹa gelmiş,Tırnovalı Hasan Sıdkî Efendi’nin derslerine devamla, 1290/1872 yılında icâzet almıştır. Zamanın büyük âlim ve velisi Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî’den tasavvuf dersleri okumuş ve ondan da hilâfet almıştır.1287/1870 yılında Fatih Camii dersiamlığına tayin edilmiş, giderek derecesi yükseltilerek Süleymaniye Medreseleri Müderrisliğine getirilmiştir. Yüksek seviyede çeşitli resmî görevlere getirilen ve verilen görevleri başarılı bir şekildeifâ eden Mehmed Eşref Efendi, hilâfetin irtibatını temin ve din bilgilerini öğretmek için bir ara Çinʹe de gönderilmiştir. Bundan dolayı “Çinli Hoca” diye de anılmıştır. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî’nin otuz yıl hizmetinde bulunmuş ve 1341/1922 yılına kadar da huzur dersleri mukarrirliği yapmıştır. 29 Mart1353/1935 yılında Lüleburgaz’da vefât etmiştir.
    Burada bahsedilen Şeyh Hasan Efendi Camii zamanla tekke olarak ta kullanılmıştır. Mustafa'nın daha önce yayınladığı Sokullu ile Kadı Ali Camii arasında ki cami bu cami olmalıdır...



ATATÜRK HERŞEYDİR ATATÜRK BENİM SİZ ATATÜRKSÜNÜZ


HERŞEYE RAĞMEN  MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
     Mustafa Kemal Atatürk, üzerinde çok iyi düşünülmesi ve duygusallıktan arınarak bütün yönleri ile bilimsel olarak ortaya konması gereken bir kişiliktir. Çünkü Atatürk’ün ortaya konulması, onu anlamayı kolaylaştıracak, gelecek nesillere üzerinde ilerlemeyi sağlayacak temelleri var edecektir. Onun anlaşılması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesinin ve şimdiki zamanının anlaşılması demektir. Mustafa Kemal, doğuştan gelen askerî özelliğiyle bir dehadır ve ulusal bir devlet kurma sürecinde bu özelliğini çok iyi kullanmıştır. Bunun yanında o, gerçekçidir, milletiyle bütünleşmiş bir liderdir, vatansever, milliyetçi ve barışçıdır. Mustafa Kemal, ulusal devlet kurma sürecinde büyük sıkıntılar çekmiş ancak bu zorluklar karşısında ilham ve kaynağını milletin kendisinden alarak, halkın iradesine dayanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
    Bilindiği gibi 19. yüzyıl boyunca reformlarla olumlu ilerlemeler kaydedilmiş olmasına rağmen Türk ulusu öncelikli olarak çağdaş toplumlara ayak uydurma konusunda istenen topyekûn modern yapılanmayı gerçekleştirememiştir; ayrıca Osmanlı Devleti, büyük güçlerin emperyalist baskı ve saldırılarına 19. yüzyıl boyunca maruz kaldığından bürokratik yenileşme girişimlerini kapsamlı ve kalıcı hâle getirememiştir. Atatürk’ün 1881 yılından 1938 yılına değin geçen yaşamı, çökme ve dağılma aşamalarını geçirmekte olan, geleneksel ilkelerini yitirmiş bulunan bir Saltanat-Hilafet rejiminden bir Ulus Cumhuriyet Devleti rejimine geçişin dramı içinde gelişen bir yaşamdır. Bu yaşamı kaplayan dramı tanıdığımız ölçüde Kemalizm’in ilkelerinin tarihsel çözümler birikiminden yükselmiş olan özü ve anlamı belirlenebilir. Bu süreç boyunca görülecek olan çeşitli arayışlar, durmadan yürüdüğü seçilebilecek olan bir gidiş içindeki ana doğrultunun kalın çizgisi olarak gözlerimizin önünde belirecektir. Bu çizgideki birkaç nirengi noktasında, M. Kemal’i, kimi zaman bir şeyler yapmaya çalışan genç bir subay, kimi zaman daha yüksektekileri etkileyen bir suflör, kimi zaman bir imparatorluğun çeşitli cephelerinde çarpışmış bir komutan kimi zaman umutsuzluğa düşmemiş, bir devlet yada hükûmet başkanına yol gösterici, sesini ileten kişi ve en sonunda kendine güvenen bir devlet adamı, yepyeni bir devlet kavramı getirmiş, onun temellerini atmış bir devlet adamı olarak göreceğiz.( *1 Niyazi Berkes, Atatürk ve Devrimler, Adam Yayınları, İstanbul 1993, s. 74-75.)
    Mustafa Kemal Atatürk, üzerinde çok iyi düşünülmesi ve duygusallıktan arınarak bütün yönleri ile bilimsel olarak ortaya konması gereken bir kişiliktir. Çünkü Atatürk’ün ortaya konulması, onu anlamayı kolaylaştıracak, gelecek nesille-re üzerinde ilerlemeyi sağlayacak temelleri var edecektir. Onun anlaşılması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesinin ve şimdiki zamanının anlaşılması demektir. Tam bu noktada onun şu ifadelerini hatırlamamız yerinde olacaktır: Beni görmek demek mutlak yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu kafidir. Yine İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, Onu ben kelimesiyle ifade edemem. O ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur.*( 2 Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, ATAM Yayınları, Ankara 1999, s. 406.)
    Bu bilgiler ışığında Atatürk’ün Devlet Adamlığı yönünün ön plana çıkarılarak onun kişisel özelliğinin ortaya çıkarılması önemlidir. Atatürk, ulusal devlet kurma sürecinde çok büyük sıkıntılar çekmiş, başlangıçta arkadaşlarına söz geçiremediği ve yalnız kaldığı zamanlar da olmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu Tercüman gazetesinde neşrettiği Atatürk ve Gençlik başlıklı bir sohbetinde; Mustafa Kemal’in daima meçhul kalan tarafı, büyük Zaferini başarmazdan evvel çektiği azap ve işkencelerdir. Arkadaşlarına söz geçiremez; amirlerine dert anlatamaz; Devlet ve siyaset adamlarını yola getiremezse, kapılarını çalar, açılmaz; bağırır, çağırır, işiten olmaz; Devlet batıyor der, Padişah gözlerini kapar, mesuller dudak büker... İşte gençliğe her şeyden önce Atatürk’ün bu mihnet, bu cevir ve cefa devri anlatılmalıdır. Gençlik en ziyade onun bu cephesindendir ki muhtaç olduğu azim ve irade dersini alabilir demektedir.(* 3 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, YKY, Ankara 1973, s.98.)
    Atatürk’ün ulusal devlet kurucusu olarak kişilik özelliklerini tespite başlamadan önce O’nun gençliğinden bu yana fikirlerinin oluşmasında etkili olan Türk ve yabancı düşünürleri de belirtmemiz gerekmektedir. Zira çocukluğundan itibaren eserlerini okuyup incelediği düşünürlerin onun kişisel özelliklerinin oluşmasında etkili olduğunu inkâr etmek imkânsızdır.
1.        Ulusal Bir Devlet Kurucusu Olarak Atatürk’ü Etkileyen Düşünürler Atatürk’ü etkileyen en önemli kişi Jean-Jacques Rousseau olmuştur. Okul çağlarında Rousseau’yu bilen ve okuyan Mustafa Kemal için önemli olan, bu Fransız düşünürünün kişi için özgürlükçü, toplumda siyasal ve rejim olarak da Cumhuriyetçi olması idi. Atatürk’ün Rousseau’nun Contrat Socidl adlı kitabının 1913’te yapılmış olan Türkçe çevirisini çok dikkatle okuyup işaretlediğini de görüyoruz. Bugün TBMM Başkanlık kürsüsünün arkasındaki Egemenlik Kayıtsız Şart sız Ulusundur sözlerinin kaynağı da buraya dayanmaktadır. Atatürk’ün bir monarşi yanlısı olan Montesquieu’dan da etkilendiğini onun Del’esprit de Lois (Kanunların Ruhu) adlı eserini okuduğu ve incelediğini de görüyoruz. Atatürk, Cumhuriyetin bir erdem rejimi olduğunu bu kişinin eserlerinden öğrenmiştir.Bunların yanında Atatürk ilim ve akıl ile ilgili görüşlerinden dolayı da Voltaire’den etkilenmiştir. Voltaire; ilmin ilerlemesi sayesinde insan uyanacak ve dinin değil, ilmin sesine kulak verecektir diyor ve kulak veren Atatürk de ben manevî miras olarak hiçbir ayet, hiçbir doğma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır demektedir.(* 4 Şerafettin Dönmez, Atatürk’ün Çağdaş Toplum ve Din Anlayışı, Ayışığı Yayınları, İstanbul 1998, s.48-56.)
      Yabancı düşünürlerin yanında Atatürk, Türk fikir adamlarından da etkilenmiş ve onlardan da ilham almıştır. Özellikle Atatürk’te vatan ve özgürlük kavramlarının oluşmasında Namık Kemal etkili olurken toplumsal ve devrimci görüşlerin oluşmasında Şehbenderzade Ahmet Hilmi etkili olmuştur. Biyolojik materyalizm, sosyal ve lâik düşünce konularında Abdullah Cevdet, Atatürk’ü etkilerken, eğitim konusunda Ziya Gökalp, lâik devlet düzeni konusunda Ali Suavi, Atatürk’ü etkileyen diğer fikir adamları olmuştur. Bunların yanında Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Emin Yurdakul da Atatürk’ün sevdiği ve tesiri altında kaldığı şairlerdendir.(* 5 Dönmez, Atatürk’ün Çağdaş s. 60-70.)
    Mustafa Kemal’i etkileyen kişileri kısaca bu şekilde ifade ettikten sonra onun, askerî özelliklerinden kısaca bahsetmek istiyorum, çünkü o devlet başkanı olmadan önce bir askerdi.
2.        Mustafa Kemal’in Askerî Yönü: Herhangi bir askerî hareketin, herhangi bir görüş noktasından araştırılıp, incelenmesi onu başından sonuna kadar hatalı gösterebilir. Yine aynı askerî harekâtın başka görüş noktasından incelenmesi onu başından sonuna kadar doğru gösterebilir. Bunu bugünkü hadiselerle mukayese etmemek, olduğu tarihteki durumuyla incelemek lazım gelir. Burada zaman ve özellikle içinde bulunulan şartlar tek etken olur. Bir askerî harekâta uzaktan bakmak ve bakanın kendisinin bulunduğu şartlar içinde onu incelemek onu hiçbir zaman doğru sonuçlara ulaştırmaz. İnsanları, hareketleri incelerken, hareketleri yapan komutanların, subayların içinde bulunduğu durumu ve sahip olduğu vasıtaları karşısında bulunduğu baskıyı, güçlükleri o anda araştırmak lazımdır. Yoksa aradan zaman geçtikten sonra sükunetle düşünüp yapılacak incelemeler, orada düşünülmüş incelemelere uymayabilir ifadeleri onun askerî yönünün nasıl olduğunu anlamamızı sağlayacaktır.(*6 Kocatürk; Atatürk’ün Fikir..., s. 359.)
 Nitekim Mustafa Kemal bir işe başlamadan önce o işin etraflıca düşünüldükten sonra yapılmasını isterdi. Esasen Mustafa Kemal, askerî konularda, henüz çok genç bir asker iken isabetli değerlendirmeleri ile dikkat çekmektedir. 1910 yılında Fransa’da Picardi manevralarına gittiğinde yanında Topçu Rıza ile Ali Fethi de vardı. Her akşam harita üzerinde ertesi günkü hareketler üzerinde tahminlerde bulunurlardı. Bir defasında Mustafa Kemal ertesi günkü hareketler üzerinde tahminlerini söyledi ve hareketleri takip etmek için en iyi yerin onlar tarafından seçilen yer olmadığını ileri sürdü. Yukarıdan şöyle bir bakıştılar ve dağıldılar. Ancak ertesi gün Mustafa Kemal haklı çıkmıştı.(* 7 Falih Rıfkı Atay; Çankaya, Bateş Yayınları, İstanbul 1998, s. 62.)
Atatürk hakkında kitap yazmış olan Türk düşmanı Armstrong bile onun içgüdüsel olarak bir asker olduğunu ve yetenekleri ve ehliyeti nedeniyle şöhretinin büyüdüğünü söylerken onun askerî üstünlüğünü teslim etmektedir.(* 8 H. C. Armstrong; Bozkurt, Arba Yayınları, İstanbul 1997, s. 22.)
Bu konuda Stephen Gaselee, General Aspinal Oglander’in Çanakkale Savaşı’nın Resmî Tarihi adlı kitabından alıntısıyla Mustafa Kemal’e atfen cömert bir arkadaş, asil bir düşman ve büyük şerefli bir general ifadelerini kullanarak onun askerî yönü konusunda üstünlüğünü büyük şerefli bir general diyerek teslim etmektedir 9.
Yine David Lloyd George da onun iyi bir asker, cesur bir asi ve doğuştan bir lider olduğunu kabul etmektedir.(* 10 Sonyel; Atatürk..., s. 211.)
Mustafa Kemal Trablus’tan arkadaşı Salih (Bozok) Beye yazdığı bir mektupta askerliği bir sanat olarak gördüğünü söylemektedir.(* 11 Salih Bozok; Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Doğan Yayınları, İstanbul 2001, s. 40.)
Onun askerlik sanatı dediği stratejik ve taktik kuralların kişisel deneyimlerle birleştirilip durum ve koşullara uygulanmasıdır.(*12 Nusret Baycan; Atatürk ve Askerlik Sanatı, Genelkurmay Yayınları, Ankara 1998, s. 63.)
Mustafa Kemal, herkesin ifade ettiği gibi askerî bir dehadır ve bu özelliği ona doğuştan verilmiştir. Bu nitelik sayesindedir ki ülkeyi İtilâf Devletleri’nin baskı ve boyunduruğundan kurtarmıştır ve tarihte kendi vatan ve milletlerini kurtaranların ismi yaşadıkça Mustafa Kemal de var olmaya devam edecektir. Onun askerî yönünü ve askerliğini kendi ifadelerini de göz önüne alarak değerlendirdikten sonra şimdi onun ulusal bir devlet kurucusu vasfını farklı özellikleri doğrultusunda inceleyelim.
3. Ulusal Bir Devlet Kurucusu Olarak Mustafa Kemal Atatürk  Osmanlı Devleti’nin tamamen çöktüğü bir ortamda Fransız İhtilali’nin çıkardığı milliyetçilik akımının da tesiriyle Osmanlı Devleti’ni yıkılmaktan kurtarmak yerine yeni bir Türk Devleti kurmanın daha isabetli bir karar olduğuna kani olan Mustafa Kemal, Adana’da Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı’nın lâğv edilmesiyle İstanbul’a gelmiş ve bu kararını uygulamak için girişimlerine başlamıştır. Bu girişimlerini kendi fıtrî özellikleri çerçevesinde aşağıda incelemeye çalışacağım.
a. ATATÜRK GERÇEKÇİDİR: Atatürk, dünyanın sürekli bir barışa kavuşabilmesi için tek bir yasaya ve tek bir adalete dayalı birleşik bir dünya devleti kurulması gerektiği yolundaki öneriyi tatlı bir düş olarak nitelemiştir. Bu da tam anlamıyla gerçekçi olan Mustafa Kemal’in ideallerinde bile düşe yer vermek istemeyişinin doğal bir sonucudur.(*13Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK Yayınları, Ankara 1999, s.38.)
Ayrıca Atatürk, Türk Milleti’nin felaket uçurumuna yuvarlanışını önsezisi ile en iyi gören insandır, ileri görüşlü bir gerçekçidir.(*14 Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk Komutan İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Genel Kurmay Başkanlığı, Ankara 1998, s.495.)
Mustafa Kemal, varoluş gayesi olarak da nitelendirebileceğimiz Misâk-ı Millî’nin esaslarını ilân ediliş tarihinden on üç yıl önce, 1907'de belirlemiş, yurdunu tehlikelerden kurtarmak için ne gibi çareler düşünüp bulduğunu yürekli bir biçimde ortaya koyması bir kehanet değil tam anlamı ile bir gerçekçiliktir. Zira Atatürk’ün gerçekçiliği Ali Fuat Cebesoy’un hatıralarına şöyle yansımıştır: Ben sevgili arkadaşımın düşüncelerini daha Karaferiye'deyken dinledim: Meşrutiyet'in ilânı yeter çare olamaz. Cemiyetin bir siyasî parti haline gelerek Hükûmet'i, Meşrutiyet'in ilânından sonra ele alması gerekir. Parti, önceden bu görevini hazırlamış ve ne yapacağını programlaştırmış olmalıdır. Aksi takdirde, İkinci Meşrutiyet de birincisinin sonucuna uğrar.(*15 Ali Fuat Cebesoy; Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap yayınları, İstanbul 2000, s. 135-138.)
Bu konuda bir zamanlar Mustafa Kemal’in düşmanı olan Sör Horace Rumbold da onu gerçek bir devlet adamı olarak tanımlamıştır.(* 16 Sonyel; Atatürk s. 211.)
Yine Mustafa Kemal biliyordu ki askerî başarı kazanmak yeterli değildir. Bununla ilgili olarak hatıralarda birçok şey bulunmakla beraber sözü Bernard Lewis’e bırakalım; Onun gerçek büyüklüğü, bizatihi büyük olmalarına rağmen bu başarılarda yatmaz. Onun gerçek büyüklüğü daha çok, bu kadarının yeter olduğunu, fakat yine de tek başına yeterli olmadığını, askerî ödevin tamamlandığını ve pek farklı başka bir ödevin kaldığını kavramasında yatar. 1923’te onun zaferi sırasında bir askerî kumandanı daha çok şan ve şeref aramaya veya milliyetçi bir lideri yeni ihtiraslar uyandırmaya teşvik edebilecek birçok fırsatlar vardı. O bunların hepsini reddetti ve kahramanlar arasında istisna olarak görülen bir gerçekçilik, kendini tutma ve ılımlılıkla bu çeşit sarhoşça maceralara karşı halkını uyardı. Bundan sonraki ödevi yurt içinde idi. Çünkü askerî, malî ve siyasî bütün istilacılar gittiği zaman zaten geri olan ve şimdi savaş ve iç savaş yıllarıyla daha da zayıflamış bulunan ülkenin yeniden kuruluş sorunu duruyordu.(* 17 Bernard Lewis; Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara 1998, s. 290.)
b. Atatürk Ulusal Devlet Kurma Sürecinde Ulusuyla Bütünleşmeyi Başarmış Bir Lider ve Aksiyon Adamıdır: Aksiyon bir enerjinin aktif hale gelişidir. Ama toplumların hayatına müdahale bahis konusu olunca, bu müdahale, şartların doğru olarak hesaplanmasına dayanmalı yani şartların emrine uymalıdır. İşte lider, bu seziş, anlayış, hesaplayış ve yöneltiş şartlarını nefsinde toplayan adamdır. Yani Atatürk hem bir aksiyon adamı, hem de bir liderdir.(* 18 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal 1922-38, C.III, 16. Baskı, 1999, Remzi Kitabevi, s.475.) Çünkü bir çöküntünün içinden yeni bir devlet kurmasını bilmiştir. Atatürk lidere inanmaktadır. İç politikanın tersine dış politikada ve uluslar arası ilişkilerde lidere inanmakta ve bu inancı kendisini önemli girişimleri ve kararları bizzat vermeye itmektedir. Efendiler, tarih, gayr-i kabil-i itiraz bir surette ispat etmiştir ki büyük meselelerde muvaffakiyet için kabiliyet ve kudreti lâyetezelzel bir reisin vücudu elzemdir. (*19 İzzettin Doğan, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Eczacı Vakfı Yayınları, İstanbul 1984, s.139.) sözleriyle de liderin önemini vurgulamıştır. Atatürk’ün yüceltici nitelikleriyle, toplumun yüceltici nitelikleri tam bir bütünleşme gösterir. Lider ile toplum ve bu toplumun tam bir simgesi olan ulus, birbiri içinde erimişler, tarihe birlikte geçmişlerdir. Atatürk bu işi başaran kişi olarak olayın tam bilincindedir. Bu nedenle de kişisel nitelikleriyle ulusal nitelikleri bütünleştirmeye özel bir özen göstermiştir.(*20 Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul 1994, s.176.)Chiristian Science Monitor gazetesinin muhabiri olan Mr. Lavrence Shaw Moore, Atatürk ile ilgili intibasını anlatırken onun sonuna kadar mücadeleye azmeden büyük bir lider olduğunu, liderlik vasıflarına sahip bir insan.(* 21 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, ATAM Yayınları, Ankara 1997, s.37.) şeklinde belirtmiştir. Atatürk bütün yeteneklerine ve kendisinin bunları özenle çevresine sunmasına karşın, sürekli olarak, doğaüstü, insanüstü gösterilmesine karşı çıkmıştır. Diğer yandan hem kendisinin, hem de çevresinin kanıtladığı ve tüm topluma sunduğu (doğaüstü ve insanüstü olmamakla birlikte) olağanüstü kişiliğini ve özelliklerini Türk toplumuna mal etmek istediğini de kaydetmek gerekmektedir. Atatürk’e nereden ilham ve kuvvet aldığı sorulduğunda da şu cevabı vermiştir: ... İlham ve kaynağı milletin kendisidir; Milletin müşterek arzusu, gerçek temayülüdür. Varlığımızı, istiklâlimizi kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler; milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisinden başka bir şey değildir.(* 22 Soyak, Atatürk’ten…, s.50.)Yine Atatürk milletin bitmez feyz ve kudret menbaından ilham ve kuvvet alarak, vicdanî vazifemize devam ettik.(* 23 Doğan, Çağdaş Düşüncenin..., s.143.) diyerek girişimlerinin kaynağını göstermektedir. Başka bir ifadesinde ise bu özelliğini şöyle belirtmiştir: ... Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı, bendeki girişimlerin hiçbiri olamazdı.(* 24 Kocatürk, Atatürk’ün Fikir…, s.408.) Yusuf Hikmet Bayur da buna değinerek şu ifadeleri kullanmaktadır; Atatürk’ün en önem verdiği yönlerden biri de her bir başarıyı, her bir büyük işi kendine değil Türk ulusuna mal etmekti.(*25 Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eserleri, ATAM Yayınları, Ankara 1997,s.347.) Bunu kendisi şöyle ifade etmiştir: Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, milli davamızda benim de bir emeğim geçmişse, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevi şahsiyetine atfediniz!”. Bu son vatan parçasını kurtarırken olsun hırslarımızdan, hislerimizden vazgeçerek temkinli olalım. Kurtuluş için (* 26 Kocatürk; Atatürk’ün Fikir…, s.17, 400-406.) ifadesi de son derece temkinli hareket ettiğini göstermektedir. Atatürk, millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir kutsallığından bahsettikten sonra bunlardan ancak aziz millete olan namus borcu için ayrılanabileceğini belirtmek suretiyle fedakârlığını göstermiş, gerektiğinde de Türk Milletine canını feda edeceğini (*27 Kocatürk; Atatürk’ün Fikir…, s.404.) belirtmiştir. Chiristian Science Monitor gazetesinin muhabiri olan Mr. Lavrence Shaw Moore, Atatürk ile ilgili izlenimlerini anlatırken; Onun Türk Milletine son derece güvendiğini (*28 Atatürk’ün Söylev ve…, s.35-37.) belirtmektedir. Konuyla ilgili olarak Suna Kili de şunları söylemektedir: Mustafa Kemal’in devlet adamı özellikleri, giderek devlet başkanı olmasının en somut delillerini 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra giriştiği faaliyetlerde de görebiliriz. Bu aşamada belirtilmesi gereken, her devletin vatandaşları tarafından kabul edildiği meşru bir zemine dayanması ihtiyacıdır. Toplumda kabul edilmemiş, meşru görülmemiş bir kurumun uzun süre ayakta kalamayacağı bir gerçektir. Nitekim Ortaçağlar Avrupa’sının din ve kiliseye dayanan devlet anlayışı insanların gelişmesiyle meşruiyetini kaybetmiş ve Fransız İhtilali ile de açığa çıkmış olan millî yani halka dayanan bir devlet anlayışı meşru ve hukukî kabul edilmiştir. İster krallık, ister cumhuriyet ve demokrasi ile yönetilsin, meşruiyet ancak halkın benimsemesi ile mümkündür. Bundan sonra ifade etmem gereken şey Osmanlı Devleti’nin yönetimi halkın da asırlardan beri benimsemiş olduğu gibi saltanata dayanıyordu. Aynı zamanda Halife olan Osmanlı Padişahları Peygamberin, dolayısıyla Tanrının elçisinin vekilidirler. Peygamberler ve ondan sonra gelenler güçlerini Tanrıdan almakta, Tanrı adına buyurmaktadırlar.(* 29 Suna Kili; Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1981, s. 59.) İşte Mustafa Kemal’in, halkın benimsediği ancak çöküşe giden böyle bir anlayışa sahip devletin yıkıntılarından yeni bir devlet oluşturmayı tasarlarken, kendisine meşru bir zemin bulması gerekiyordu. Çünkü kuracağı devletin halka dayanması, halkın benimsemesi ve halka benimsetilmesi gerekliydi. Bunun için o, attığı her adımda arkadaşları ile görüşmelerde bulunduğu gibi yaptıklarını daima halka mal ederek, kimsenin itiraz edemeyeceği hukukî bir temel kazanmıştır. Onun yaptıklarında meşru bir temel sağlamaya çalışması onun büyük bir devlet adamı ve lider olmasındandır. Mustafa Kemal, büyük bir devlet adamı ve lider olmasına karşın hiçbir zaman diktatör olmamıştır. Bütün diktatörlükler kişisel idarelerdir ve başa geçen doğaüstü kimselerin kuvvetinden başka bir kanuna veya bir müesseseye dayanmadıkları için, diktatörün ömrüyle birlikte sona ererler. Atatürk, bir inkılapçı, devlet kurucusu idi ve o, hiçbir vakit ben böyle istiyorum, böyle olacak demedi, ne Türkiye Cumhuriyeti rejiminde, ne de ondan önceki Büyük Meclis Hükûmeti devrinde, hiçbir inkılâp olmadı ki bu meclisin onayından geçmemiş ve hayata uygulanmaktan önce bir kanuniyet şekli olmamış bulunsun. Mustafa Kemal egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, ilkesini koyarken, kendisi başta olmak üzere, diktatör olmak isteyeceklere aslında bütün kapıları kapamış, bütün hükümranlık hakkını ve otoritesini Büyük Millet Meclisi’nde toplamıştır. Mustafa Kemal’in getirdiği rejim Türk milletini uzun bir uykudan uyandırış, çetin bir çabaya itiş hareketidir. O, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir derken milletin her ferdini, cins ve sınıf farkı olmaksızın ortak bir görev ve sorumluluğa davet etmiş oluyordu.(*30 Akçakayalıoğlu; Atatürk Komutan…, s.495.) Atatürk’ün bu konuda şu sözü dikkate şayandır: Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tacidar yoktur. Diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır; Çünkü olamaz.(* 31 Kocatürk; Atatürk’ün Fikir…, s.32.) Ayrıca yine Atatürk’ün: Biz fevkaladeden alınan ve kanunî olan tedbirleri hiçbir vakit ve hiçbir surette kanunun üstüne çıkmak için vasıta olarak kullanmadık (* 32 Aydemir; Tek Adam C.III, s.475.) diyerek meşru olmayan hiçbir işe bulaşmadığını, her yolu kanun çerçevesinde denediğini ortaya koyar. Atatürk’ün meşruiyetçiliği ile ilgili olarak yakınında bulunanlardan Celal Bayar’ın hatıralarına yansıyan şekliyle Mustafa Kemal şöyle ifade edilmiştir: Büyük Millet Meclisi’ndeki bazı akımlar kendisini zor çalışır hale düşürdüğü ve üzdüğü halde meclisi dağıtmayı bir saniye bile olsun aklından geçirmemiştir. Kendisine ömür boyu Cumhurbaşkanlığı ve Hilafet teklif edenleri terslemiş ve tekliflerini şiddetle reddetmiştir.(* 33 Celal Bayar; Atatürk Gibi Düşünmek, Tekin Yayınları, İstanbul 1999, s. 29.)
c. ATATÜRK BİR DAHİDİR:
Deha, özet olarak her insanın yüksek niteliklerini gösterir; deha, kesin bir deyişle buluş yeteneğidir. Dehanın başlıca özelliklerinden biri, başarı kazanmak için büyük çabalarda bulunabilmesi, sonunda çok uzun zaman çalışabilmesi ve daha az cesaretli insanların yenemedikleri engelleri yenebilmesidir. İşte Mustafa Kemal, büyük mücadele yöntemi, yetenekleri, görüş ve inançları ve nihayet benzersiz eserleriyle bu kavram ve tanımlamalara uygun nitelikleri kendinde topladığını göstermiştir. Deha dikkat, hafıza, muhakeme, muhayyile ve irade gibi psikolojik melekelerin terkibi bir üstünlüktür. Atatürk’te dikkat, heyecan, muhakeme, istidlâl, idrak ve idare melekeleri doğaüstü bir değerde ve özelliktedir. Ondaki azim ve irade de olağanüstü idi. Yenemeyeceği hiçbir güçlük, deviremeyeceği hiçbir engel yoktu. Her engeli sabır, tedbir ve zor kullanarak yenerdi. Deha, bu yönüyle uzun bir sabır kuvvetidir.(*34 Akçakayalıoğlu, Atatürk Komutan…, s.494-95.)
d. ATATÜRK HEDEFLERİNİ GENÇLİĞİNDE BELİRLEMİŞ BİR İNSANDIR:
    Atatürk ileriye yönelik hedeflerini ve en önemlisi Misâk-ı Millîyi önceden tespit etmiş ve bunları gerçekleştirme uğrunda mücadele etmiş bir şahsiyettir. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 11 Ekim 1920 tarihli 81. birleşiminde söz alan Dışişleri Bakanı Ahmet Muhtar Beyin ; İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’da teşekkül eden hükûmet-i milliye’nin haricî mesleğinin dayandığı hudud-ı umumiye evvelce tespit edilmişti. Müsaade ederseniz bunun hakkında ufak bir ta-rihçe arz etmek isterim. Ondan sonra İstanbul Meclis-i Mebusanı teşekkül ettiğinde bu ayrı kongrede ittihaz edilen mukarrerat-ı umumiyenin mezciyle İstanbul Meclisi bir Misâk-ı Millî şeklinde iç ve bilhassa dış siyasetinin esasatını tespit ve bunları 1919 senesi bütün milel-i müttehideye ilân etmiş olduğu gibi ayrıca tarafsız devletlere, bilhassa o vakit Versay Kongresine de tebliğ etmişti şeklindeki ifadelerinden Misâk-ı Millî’yi belirleyen Mustafa Kemal’in ne kadar isabetli ve yerinde bir tespit yaptığını söyleyebiliriz.(* 35 Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları; C. I, D. I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1985, s. 148.) Çünkü kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin programını belirlemiştir. Bu konuyla ilgili olarak Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde: Mustafa Kemal acı ve sert tenkitçi olduğu kadar açık sözlü idi. Daha o zaman, 1907’de, arkadaşlarına şu fikrini söylemekten çekinmemiştir: Köhneleşen ve hayatlılığını kaybeden Osmanlı İmparatorluğu gövdesi üzerine devlet oturtulamaz. Ancak Türk çoğunluğu toprağı üzerine oturtulabilir. Büyük devletlere bir likidasyon yaptırmaktansa, ihtilal idaresi bunu kendi yapmalıdır.(*36 Atay; Çankaya…, s.47-48.) demektedir. Misâk-ı Millî ile ilgili olarak da Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk adlı eserinde; Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk ulusunun istek ve amaçlarını özetleyen ve adı, İstiklâl Savaşı’mızın başından sonuna kadar değişmeyen Misâk-ı Millî programının ilk kopyalarını 1920 yılı Ocak ayında yazmıştır. Ben, bu tarihi olayı en yakın bilenlerden biriyim (*37 Cebesoy, Sınıf Arkadaşım..., s.135.) demek suretiyle Misâk-ı Millî’yi de çok daha önceden kafasında planlamış ve hedefi haline getirmiş olduğunu belirtmiştir.
e. ATATÜRKÜN KİŞİLİĞİNDE ULUSAL SİYASET:
Büyük Önem Arz Etmektedir: Atatürk için ulusal siyaset önemlidir. Ona göre ulusal siyaset; Ulusal sınırlarımızın içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak, Ulus ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak, gelişigüzel büyük emeller peşinde ulusu oyalamamak ve kandırmamak, Uygarlık dünyasından çağdaş ve insanca muamele, karşılıklı dostluk beklemek (* 38 Ferruh Zor, Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.15, S.43, Ankara 1999, s.411.) demektir. Mustafa Kemal, İstanbul’un işgali ve 1920’de tebliğ edilen Sevr Antlaşması’nın kabul edilemez bir hareket olduğunu belirterek ulusal siyaset gereği tüm ülkede seferberlik hâli olduğunu ve bu yüzden birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmek lâzım geldiğini 8 Haziran 1920 tarihli kararla bütün yurda bildirmiştir.(*39 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA); Bakanlar Kurulu Kararları, Karar No: 24.) İstanbul’un işgali ile ilgili olarak Patrick Kinross’un hatıralarına şu ifadeler yansımıştır: İngilizlerin beyninde özellikle Misâk-ı Millî’nin kabulü ve ilânıyla birlikte Mustafa Kemal’in başarısı acil olarak Ulusal Hareketin zorla ele geçirilmesini gündeme getirdi. Anadolu’nun kanuna aykırı girişimleri onları ciddî olarak endişelendirdi. Ancak işlerini de o kadar zor görmüyorlardı. İşgal hareketlerine başladılar ve 16 Mart 1920 sabahının ilk ışıklarıyla İstanbul’u işgal ettiler.(*40 Patrick Kinross; Atatürk the Rebirth of a Nation, Phoenix Yayınları, Londra 1996, s. 204.)Yeni Türk Devletinin kuruluşunun baş özelliği inkılâpla kurulmuş olmasıdır. Dolayısıyla onu kuran lider de inkılâpçı bir liderdir. Atatürk, yeni kuracağı devletin bir inkılâp gibi şekillendiğine değinmiştir. Maksadım, İnkılâbımızın incelenmesinde tarihe kolaylık sağlamaktır (* 41 Akçakayalıoğlu, Atatürk Komutan…, s.482.) demek suretiyle, bütün eylem ve eserleri bir inkılâp olarak görmekte ve değerlendirmektedir. Yine Atatürk, Nutuk’ta Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilakaydüşart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!(*42 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, MEB Yayınları, C.I, İstanbul 1981, s.12.)diyerek devrimciliğini ve inkılapçılığını göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal bilindiği gibi yalnız bir devlet kurucusu değildir, o, kurduğu devleti Türk milletinin tarihî ve sosyal şartlarının gerekli kıldığı geliştirici sağlam temellere oturtmayı da ön planda tutmuş olan bir inkılâpçıdır.(* 43 Zeynep Korkmaz; Atatürkçü Düşüncede Türk Dilinin Yeri, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, ATAM Yayınları, Ankara 1998, s.155.)
    Atatürk geçmişle gelecek arasında, değiştirilmesi gerekenle, değişen düzen arasındaki geçişi başarıyla temsil edebilmiştir. Ona büyük sıfatını vermemiz bu tarihî davranışın anlamıdır. Yıldırım hızıyla değişen olaylar ve gelişen akımlar ortasında o, her sözü ve tutumuyla her zaman doyurucu ve gerçekçi kalmasını bilmiştir. Atatürk özgürlük hareketleri ve savaşları ile tarihimizde devirlerdir özlenen yapıcı insandır. Nitekim gerçek özlem budur. Bu ülkede karanlıktan, cahillikten, gerilikten ve batıdaki anlamı asla taşımayan muhafazakarlıktan kurtuluş yolunda iki yüz yıla yakındır türlü fikirler, akımlar ve atılışlar vardı. Hepsi de dağınık olan bu fikirleri ve enerjileri birleştirebilen tek kuvvet, Türk inkılâpçıları olmuştur, onların da lideri Atatürk’tür.
f. Atatürk, Vatansever, Milliyetçi ve Barışçıdır: Atatürk, günümüzde milleti, kan birliğinden çok, ülkü ve kültür birliğinin yansıttığına inanıyordu. Eğer bir ülkede yaşayan insanlar arasında, dil, kültür, ülkü ve çıkar birliği kurulabilirse, orada sağlam temellere dayalı bir millet var demektir44.
Bir Türk milliyetçisi olan Atatürk’ün bu özelliği de zaman ile gelişip tamamıyla belirli bir hale gelen özelliğidir. Bu fikir devletin Türk Milleti vasıflarına ve medeniyetine istinat etmesi fikridir. Buna Türk Milliyetçiliği diyebiliriz. Bunu da esaslı bir unsur olarak takip etmiştir45.
Vatanını ve milletini her şeyin üstünde tutan Atatürk’ün vatanseverliği çocukluğundan bu yana mevcuttu. Mesela 1897 Türk-Yunan savaşına katılmak istemesi buna örnektir. Bununla ilgili olarak Atatürk; Gençliğimin en heyecanlı günlerini yaşadım. Küçük yaşıma bakmayarak gönüllüler arasına katılmak istiyordum demektedir. (*46 Bayur; Atatürk…, s.343.)
Aynı şekilde Sakarya vuruşmasında üç kaburga kemiği kırık olarak bir koltuğa mıhlanmış ancak hiç uyumadan yirmi iki gün yirmi iki gece vuruşmayı yönetmiştir.(* 47 İsmet İnönü; Devlet Kurucusu Atatürk, Belleten, C.33, S.129, Ocak 1969, s.18.) Atatürk, düşmanlarını bile kolay bağışlayan alicenap bir liderdi. İstiklâl savaşımız sırasında Afyon savaşında yenilip esir düşen Yunan orduları başkomutanı Trikopis’in elini sıkarak onun her komutan yenilebilir, üzülmeyiniz generalim diye gönlünü almış ve kılıcını geri vermiştir.(* 48 Neşet Çağatay; Barışsever ve Özgürlükçü Atatürk, Belleten, C.47, S.188, TTK Yayınları, Ankara 1983, s.933. 49 BCA; Bakanlar Kurulu Kararları, Karar No: 15.) Ancak Mustafa Kemal, affediciliğini vatanına ihanet edenlere karşı göstermemiştir. Örneğin 26 Mayıs 1920 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararında vatana ihanet edenlerin vatandaşlık hukukundan çıkarılması ve milletimiz arasından gönderilmesini sağlayan Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun oybirliği ile kabul edilmesini temin etmiştir49.
   Mustafa Kemal bir askerde olması gereken güven, cesaret, sorumluluk alma, muhtelif ihtimalleri çok iyi hesaplama, hızlı karar alma gibi birçok özellikleri kendinde taşımaktaydı. Bununla birlikte o, harp taraftarı olmamıştır. Ona göre ; Harp zarurî ve hayatî olmalı, gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir.(* 50 Kocatürk; Atatürk’ün Fikir..., s. 357.) Halbuki kendi çağdaşı olan Mussolini, insan enejisini en yüksek düzeye çıkaran yalnız savaştır derken, Hitler ise fazileti savaşta görmüş ve savaşçı felsefenin ateşli savunucularından olmuştur.(* 51 Şükrü Erkal; Atatürk’ün Komutanlık, Savaş, Ordu ve Topyekûn Savaş Hakkındaki Görüş ve Düşünceleri, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 199, s. 177. Onun, Anzaklardan yani Avusturalyalı ve Yeni Zellandalılardan ölenlerin annelerine yolladığı mesaj da ibret vericidir: Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz! Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.(* 52 Çağatay; Barışsever ve…, s.933. ) İsmet Bozdağ; Atatürk’ün barışçı yönünü vurgularken şöyle demiştir; Dünyanın en iyi yetişmiş askerlerinden biri olduğu halde barıştan yanaydı. Yurtta Sulh Cihanda Sulh sözü bunun göstergesidir. Bütün hayatı boyunca barışı korumaya çalıştı. Hitler’i, Mussolini’yi savaş türküleri söyledikleri için sevmemiştir. Bölgesinde ve dünyada barışı korumak uğruna elinden geleni yapmış ve bu çalışmaları içinde gözlerini hayata yummuştur. Barış, Atatürk düşüncesinin meyvesidir. Haklar kuvvetle yok edilemezler, kuvvetle savunulurlar. Kurtuluş mücadelesi bu mantığın zaferidir.(* 53 Bozdağ; Atatürk’ün Evrensel…, s.40-41.) Atatürk Adana'da Türk Ocağı’nda çiftçilere hitaben yaptığı bir konuşmasında: Bu veya şu sebepler için milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayatî olmalı, hayat-ı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir. Onun için 1923'te Misâk-ı Millî hedeflerine tam olarak varılamayınca, silâ-ha müracaat edilmemiş, beklenmiş, hedefin bazı kısımlarına daha sonraki yıllarda sulh yolu ile erişilebilmiştir. 20 Temmuz 1936'da Montreux'de Boğazlarda Türk hakimiyetinin tanınmasını sağlayan anlaşma ile Misâk-ı Millî 'nin 4. maddesindeki arzular gerçekleştirilmiş, 23 Temmuz 1939'da Hatay'da yönetimin Türkiye'ye devri ile Antakya ve İskenderun'un anavatana kavuşması ile de Güney sınırlarımızdaki Misâk-ı Millî hedeflerinden bir diğerine erişilmiştir. Atatürk bu konuşmasında millî hedeflerden şaşılmamasının, fakat onlara bekleyerek, zamanı gelince sulh yolu ile erişilmesinin örneklerini vermiştir.(* 54 Nejat Göyünç; Musul, Misâk-ı Millî'ye Dahil midir, Değil midir?, Misâk-ı Millî ve Türk Dış Politikasında Musul, Ankara 1998, s. 50., Adana’da yaptığı konuşmanın tamamı için bkz; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 120-129.) Atatürk Cumhuriyetin ilânından sonra yenilikçi, teşkilâtçı ve yönlendirici bir liderlik tarzını benimsemiştir.(* 55 Salih Güney; Fiedlerin Durumsal Önderlik Modeli Açısından Atatürk’ün Önderliğinin Değerlendirilmesi Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.8, S.23, Ankara 1992, s.315.) Lenin, Atatürk’ü anlatırken iyi bir teşkilâtçı olduğundan da bahseder.(* 56 Aydemir, Tek Adam…, C.II, s.347.) 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde verdiği ilk nutuk ile yakın tarihimizde ilk defa bir asker, bir büyük akıl ve mantık adamı olarak belirdi. Ayrıca Atatürk’ü Atatürk yapan vasıflardan biri de mantıktır. O her şeyden önce bir mantık adamıydı ve kullanacağı malzemeyi iyi tanıyordu.(* 57 Aydemir; Tek Adam…, C.III, s.253-259-262.) Atatürk bütün icraatında akılcılığı ön planda tutmuştur.(* 58 Korkmaz; Atatürkçü Düşüncede…, s.156.) Hindistan’ın önde gelen liderlerinden Nehru, Atatürk için: O, doğuda modern çağın yapıcılarından biridir (*59 Yaşar Akbıyık; Atatürk’ün Hayatı, Türkler Ansiklopedisi, C.16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.439.) demek suretiyle onun yapıcı bir kişiliğe sahip olduğunu vurgulamak istemiştir. Yine Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Charles H. Sherrill, Atatürk hakkında; Bugün dünyanın hiçbir yerinde devlet adamlığı bakımından Atatürk’ten üstün bir kimse yoktur ifadelerini kullanarak onun kurtarıcı, canlandırıcı, millî bir kahraman ve dünya çapında bir devlet adamı olduğunu söylemek istemiştir.(* 60 Akbıyık; Atatürk’ün…, s.439.)
A.        Toynbee; Mustafa Kemal, ilerici ve batılı Türk, hem kişisel karakteri hem de başarılarından dolayı saygı ve övgü görmelidir. Adalet ve yaratıcılığa, kendinden emin bir kararlılığa ve kendinden çok ülkesini düşünen güçlü bir karaktere ve otokratik disipline sahip biridir(* 61 Sonyel; Atatürk..., s. 211.)
B.         Atatürk ya istiklal ya ölüm sözlerini kullanmıştır. 62 Aydemir, Tek Adam…, C.III, s.445.
SONUÇ Sonuç olarak, ulusal bir devlet kurucusu olan Atatürk’ün kişiliğini onun kendi sözleriyle bitirmek uygun olacaktır: Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mevrusatından olan istiklâl aşkı ile meftûr bir adamım. Çocukluğumdan bu güne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasında yakından vakıf olanlarca bu aşkım malumdur. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücud ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin hürriyet ve istiklâline sahip olmasıyla kâimdir. Ben şahsen bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm. Ve bu evsafın kendimde mevcudiyetini iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıflarla muttasıf olmasını şart-ı esasî bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple millî istiklâl bence bir hayat meselesidir. Millete memleketin menafî icap ettirdiği taktirde beşeriyeti teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet muktezasından olan dostluk ve siyaseti münasebetini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin bu arzusundan sarf-ı nazar edinceye kadar bi-aman düşmanıyım.(* 62 Aydemir, Tek Adam…, C.III, s.445.)
Bibliyografya
1-AKBIYIK, Yaşar; Atatürk’ün Hayatı, Türkler Ansiklopedisi, C.16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.
2-AKÇAKAYALIOĞLU, Cihat; Atatürk Komutan, İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1998.
3-ARMSTRONG, H. C. ; Bozkurt, Arba Yayınları, İstanbul 1997.
4-ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, C.I, MEB Yayınları, İstanbul 2000.
5-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; C. I-III, ATAM Yayınları, Ankara 1997.
6-ATAY, Falih Rıfkı; Çankaya, Bateş Yayınları, İstanbul 1998.
7-AYDEMİR, Şevket Süreyya; Tek Adam Mustafa Kemal, C.I-III, Remzi Kitabevi, 1999.
8-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi; Bakanlar Kurulu Kararları, Karar No: 15, 24.
9-BAYAR, Celal; Atatürk Gibi Düşünmek, Tekin Yayınları, İstanbul 1999.
10-BAYCAN, Nusret; Atatürk ve Askerlik Sanatı, Genelkurmay Yayınları, Ankara 1998.
11-BAYUR, Yusuf Hikmet; Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Araştırmaları Merkezi, Ankara 1997.
12-BERKES, Niyazi; Atatürk ve Devrimler, Adam Yayınları, İstanbul 1993.
13-202 Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 15 Yıl : 2003/2 (191-205 s.)
14-BOZDAĞ, İsmet; Atatürk’ün Evrensel Boyutları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001.
15-BOZOK, Salih; Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Doğan Yayınları, İstanbul 2001.
16-CEBESOY, Ali Fuat; Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap Yayınları, Ankara 1966.
17-ÇAĞATAY, Neşet; Barışsever ve Özgürlükçü Atatürk, Belleten, C.47, S.188, TTK Yayınları, Ankara 1983.
18-DOĞAN, İzzettin; Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Eczacı Vakfı Yayınları, İstanbul 1984.
19-DÖNMEZ, Şerafettin; Atatürk’ün Çağdaş Toplum ve Din Anlayışı, Ayışığı Yayınları, İstanbul 1998.
20-ERKAL, Şükrü; Atatürk’ün Komutanlık, Savaş, Ordu ve Topyekün Savaş Hakkındaki Görüş ve Düşünceleri, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1998.
21-GÖYÜNÇ, Nejat; Musul, Misâk-ı Millî’ye Dahil midir, Değil midir?, Misâk-ı Millî ve Türk Dış Politikasında Musul, Ankara 1998.
22-GÜNEY, Salih; Fiedler’in Durumsal Önderlik Modeli Açısından Atatürk’ün Önderliğinin Değerlendirilmesi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.8, S.23, Ankara 1992.
23-İNÖNÜ, İsmet; Devlet Kurucusu Atatürk, Belleten, C.33, TTK Yayınları, Ankara Ocak 1969.
24-KİLİ, Suna; Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1981.
25-KINROSS, Patrick; Atatürk The Rebirth Of a Nation, Phoenix Yayınları, Londra 1996.
26-KOCATÜRK, Utkan; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, ATAM, Ankara 1999.
27-KONGAR, Emre; Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul 1994.
28-KORKMAZ, Zeynep; Atatürkçü Düşüncede Türk Dilinin Yeri, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, ATAM Yayınları, Ankara 1998. LEWIS, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara 1998.
29-SONYEL, Salahi Ramadan; Atatürk The Founder Of Modern Turkey, TTK Yayınları, Ankara 1989.
30-SOYAK, Hasan Rıza; Atatürk’ten Hatıralar, YKY, Ankara 1973.
31-TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1985.
32-TURAN, Şerafettin; Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK Yayını, Ankara 1999.
33-ZOR, Ferruh; Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, Atatürk Araştırma Merkezi Dergi-si, C.15, S.43, Ankara 1999.



ÇEVRE KORUNMASI HAKKINDA GERİ DÖNÜŞÜM PROGRAMI ÖRNEĞİDİR


LÜLEBURGAZ -Büyükkarıştıran Belediyesi temiz çevre ve gelecek nesiller için ...KATI ATIK GERİ DÖNÜŞÜM PROJESİNİ HAYATA GEÇİRECEĞİZ
Her atık çöp değildir; Kağıt, Plastik, Metal ve Cam atıklar geri dönüştürülebilmeleri nedeniyle diğer çöplerle karıştırılmadan ayrı toplanmalıdır. Çağdaş yaşamın bir gerekliliği olarak, özellikle ambalaj atıklarının ayrı toplanması ve geri dönüştürülmesi çalışmalarını ilçemizde 2013 başı itibariyle hayata geçirdik. Bu projeyle beraber ilçemiz hem çöplerin azaltılması yoluyla daha temiz bir çevre için geleceğine yatırım yapmış, hem de doğal kaynakların korunmasına ve milli ekonomimize katkıda bulunmuş oluyor.
AMBALAJ ATIKLARI ÇÖP DEĞİLDİR ATMAYALIM GERİ KAZANALIM LÜLEBURGAZ BÜYÜKKARIŞTIRAN Belediyesi temiz çevre ve gelecek nesiller için bir ilke daha imza atarak Dönüşüm Sanayi firmasıyla ortaklaşa ambalaj atıklarının kaynağında ayrı toplanması projesi uygulamasını başlatmıştır…
 LÜLEBURGAZ BÜYÜKKARIŞTIRAN BELEDİYESİ AMBALAJ ATIKLARI PROJE KOORDİNATÖRÜ -?
ÖZEL CAM GERİ DÖNÜŞÜM YETKİLİSİ PROJE  KOORDİNATÖRÜ ÇEVRE MÜHENDİSİ -?
AMBALAJ ATIKLARI KAYNAĞINDA AYRI TOPLANARAK ÜLKE EKONOMİSİNE DESTEK SAĞLANACAKTIR.
ÇALIŞMA FAALİYETLERİ -AMBALAJ VE AMBALAJ ATIKLARININ KONTROLÜ ve TOPLANMASI  Belediyemiz ve dönüşüm sanayi arasında yapılan işbirliği ile 2013 yılında başlatılacak olan ambalaj atıklarının (Yeniden Değerlendirilebilir Atıklar) çöpten ayrı toplanması çalışması geliştirilerek sürdürülmektedir. Söz konusu çalışma, başlangıçta pilot bölge usulüne göre, toplama yapılarak gerçekleştirilmektedir.  Belediyemiz hem ekonomiye katkıda bulunmuş hem de gerek sitelerde gerekse ilköğretim okullarında çevre bilincinin yerleşmesini sağlamıştır. 24.06.2007 tarihli 26562 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Ambalaj ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği gereği bu çalışma, proje ve gönüllü çalışması olmaktan çıkıp, yasal bir zorunluluk olmuştur. Belediyemiz bu çalışmanın bilinçli olabilmesi için Gazipaşa İlçesi sınırları içinde ilköğretim okullarında zaman zaman bu konuyla ilgili eğitim çalışmaları yapılmaktadır. Bundan sonra da bu eğitim çalışmaları konut ve işyeri alanlarında ve okullarda sürdürülecektir. .
 NEDEN GERİ DÖNÜŞÜM: Temel Görevi;
Lüleburgaz Büyükkarıştıran belediyesi Beldenin korunması, iyileştirilmesi, arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması, su, toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi, bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihi zenginliklerin korunarak, insanların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeylerinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri, alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleri ile uyumlu olarak hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemekle yükümlüdür. 1 ton kullanılmış kağıt çöpe atılmak yerine geri dönüştürülürse;  17 yetişkin çam ağacının kesilmesi engellenir.  70 m2'lik bir alan tahrip olmaktan kurtulur. 4100KWH daha az elektrik harcanır. 32 Ton su tasarrufu sağlanır. 1750 lt fuel-oil tasarrufu sağlanır. 270kg atık gazın atmosfere karışması engellenir. Çeşitli Ülkelerde Atık Kağıt Toplama ve Tekrar Kullanma Oranı  Ülkeler a-Kullanma  (%) b-Geri Kazanma (%) Almanya 60-71 Hong Kong  100-61 İsveç 17-52 A.B.D 39-45 Kanada 24-43 İngiltere 69-40 Finlandiya 6-34 Arjantin 44-31 Çin 37-28 İsrail 78-24
   Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de özellikle büyük yerleşim birimlerinden insanların karşılaştığı en büyük çevre sorunu çöplerdir. Evsel katı atıkların % 68 ’ini organik atıklar, kalan kısmını ise kâğıt, karton, tekstil, plastik, deri, metal, ağaç, cam ve kül gibi maddeler oluşturmaktadır. Ülkemizde günde yaklaşık 65 bin ton çöp üretilmektedir. Ülkemizde ve dünyadaki katı atıkların yönetiminin üç temel ilkesi vardır. Bunlar az atık üretilmesi, atıkların geri kazanılması ve atıkların çevreye zarar vermeden bertaraf edilmesidir. Çöplerin toplanmasından tutun da, depolanması veya bertaraf edilmesine kadar tüm hizmetlerin bir plan çerçevesinde ele alınması ve öncelikle bu atıkların değerlendirilmesi veya geri kazanılmasına, "çevre ile uyumlu atık yönetimi" denilmektedir. Uygun şekilde depolanmamış çöpler yeraltı ve yüzeysel su kirliliğine, haşerelerin üremesine, çevreye kötü kokuların yayılmasına, görüntü kirliliğine ve çeşitli hayvanlar vasıtasıyla taşıyıcı mikropların yayılmasına neden olmaktadır. Çöpü kaynağında azaltmazsak, bir gün çöp dağları arasında nefes alamaz hale gelebiliriz. Gelecek kuşakların çöp dağları altında ezilmesini istemiyorsak, bilinçli tüketim yapıp az çöp çıkarmak zorundayız.
Ülkemizde ilk çöp faciası 28.04.1993 tarihinde İstanbul’un Ümraniye ilçesinde meydana gelmiştir. Yaklaşık 20 yıldır çöp dökümü yapılan sahada usulüne uygun bir döküm yapılmadığı için kayma olmuştur. Ülkemizde bulunan 3215 belediyeden sadece 11 ’inde düzenli depolama yapılmaktadır. Ülkemizde faaliyette olan bir kompost tesisi bulunmaktadır. Belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde bulunan ve belediyenin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden yararlanan konut iş yeri ve diğer şekillerde ( boş bulunanlar dahil ) kullanılan binalar Çevre Temizlik Vergisi’ ne tabidir. Denizlerimiz, göllerimiz, yollarımız, parklarımız çöplük değildir. Çöplerin yeri çöp kutularıdır. Her yere çöp atıp çevreyi kirletenleri mutlaka uyarmamız gerekir. Çöplere atılan pillerin içindeki kimyasal maddeler toprağa ve suya karışarak bizlere zehir olarak geri dönecektir. İnsan sağlığına zararlı kimyasal maddeler içeren temizlik ürünleri yerine doğal bileşenlerden oluşmuş ve çevreye zararlı olmayan ürünleri tercih etmek gerekir. Kullan - At piller yerine yeniden doldurulabilir pilleri kullanalım. Asbest ısıya ve ateşe dayanıklı ve yalıtımlı bir malzemedir. Elektrik sanayinde, dinamoların ısı ve elektrik akımı nedeniyle kontak yapabilecek bölümlerinde, buhar, gaz, su ve diğer sıvıların taşıma borularında vs. kullanılmaktadır. Asbest çeşitli solunum yolları ile ciğerlere gitmesi durumunda insan ve diğer canlılara zararlıdır. Özellikle kanserojen riski taşıdığı tespit edilmiştir.
Geri Kazanım -Tabii kaynakların sınırsız olmadığı, dikkatlice kullanılmadığı takdirde bir gün bu kaynakların tükeneceği şüphesizdir. Kaynak israfını önlemenin yanında, hayat standartlarını yükseltme çabaları ve ortaya çıkan enerji krizi ile bu gerçeği gören gelişmiş ülkeler atıkların geri kazanılması ve tekrar kullanılması için yöntemler aramış ve geliştirmişlerdir. Aynı gerçeğin ışığı altında Avrupa Ekonomik Topluluğu üye Ülkerlide atıkların geri kazanılması şartını getirmiştir. (Curi, Kocasoy, 1982)
Geri Kazanım Konusunda Bunları Biliyor Musunuz ? • Geri dönüşüm ve tekrar kullanımın ötesinde, atıkların özelliklerinden yararlanılarak içindeki bileşenlerin fizikseli kimyasal veya biyokimyasal yöntemlerle başka ürünlere veya enerjiye çevrilmesine “Geri Kazanım” denilmektedir.
• Geri kazanımla, doğal kaynaklarımız korunur, enerji tasarrufu sağlanır, ekonomiye destek sağlanır, çöplüğe giden atık miktarı azalır ve geleceğe yatırım yapılır.
• Türkiye’de atıkların geri kazanımı konusunda uzun yıllardır süre gelen çalışmalar vardır. Cam kağıt, karton, plastik ve metal atıklar özellikle çöp dökme sahalarından ve sokak toplayıcıları kanalıyla sokaklardan toplanmakta ve hammadde kaynağı olarak çeşitli sektörlerde kullanılmaktadır.
• Kullanılmış ambalajların ve diğer değerlendirilebilir atıkların genel çöpten ayrı ve temiz olarak toplanması yöntemi geri kazanım sürecinin ilk aşamasını oluşturmaktadır. Ayrı toplanan geri kazanılabilir atıkların geri dönüşüm işlemine tabi tutulabilmesi için cinslerine göre de ayrılmaları gerekmektedir.
• Türkiye’de çöp miktarının yaklaşık %15-20’sini geri kazanılabilir nitelikli atıklar oluşturmaktadır.
• Ambalaj çöp değil aynı zamanda bir hammaddedir. Yeniden kazanımı mümkün olan ambalajları evlerimizde ayrı toplayalım.
• Herhangi bir ürünü alırken geri dönüşümlü olmasına dikkat edelim.
• Kağıtlarımızı, defterlerimizi tutumlu kullanıp kullanılmış kağıtları geri kazanalım.
• Tükettiğimiz kağıtları çöpe atmak yerine toplayıp ekonomiye kazandırabilir ve çevre kirliliğini önleyebiliriz.
• Bir ton kullanılmış kağıt, geri kazanıldığında 17 adet çam ağacının bir ton kullanılmış gazete kağıdı kullanıldığında ise 8 adet çam ağacının kesilmesi önlemiş olacaktır.
• İnsanların birbirlerine gönderdiği mektupların %44’ü okunmamaktadır.
• Yalnızca 100.000 aile gereksiz yazışmayı durdurursa, her yıl 150.000 ağaç kesilmekten kurtulacaktır.
• Bir insan, ömrünün 8 ayını, gereksiz yazışma zarflarını açarak geçirmektedir.
• Bir büro elemanı yılda, 81 kilo yüksek vasıflı kağıdı çöpe atmaktadır.
• Bir kere kullanıp atacağımız poşetler yerine, sürekli kullanabileceğimiz bez torba, seper ve fileleri tercih edelim.
• Plastikler doğada parçalanma süresi en uzun olan madde olduğu için yok edilmesi güçtür. Bu nedenle bu maddelerin mümkün olduğunca ayrı biriktirilip geri kazanılmaları sağlanmalıdır.
• Plastik ambalaj atıkları yıkanıp granül haline dönüştürülerek ikincil ürün üretiminde ham madde olarak kullanılmaktadır. Sera örtüsü, otomotiv sektöründe plastik torba, marley, pis su borusu, elyaf ve dolgu malzemesi, araba yedek parçası yapımında kullanılmaktadır.
• Yeni üretime kıyasla, matal ve plastikte % 95 enerji tasarrufu sağlarız.
• Geri dönen her bir ton cam için yaklaşık 100 litre petrol tasarruf edilmiş olacaktır.
• Bir cam şişe doğada 4000 yıl, plastik 1000 yıl, çiklet 5 yıl, bira kutusu 10-100 yıl, sigara filtresi 2 yıl süre ile yok olmamaktadır.
• Evsel atıklar arasında cam şişe ve kavanozların geri dönüşümü ülkemizde oldukça eski yıllara uzanmaktadır. Renklerine göre ayrılan cam şişe ve kavanozlar ve diğer cam atıklar kırılarak cam tozu haline getirilir. Cam tozu, kum, kireç taşı ve soda külü ile karıştırılır ve yüksek sıcaklıkta şekillendirilerek yeni ürünlere dönüştürülür.
Hangi Maddeler Geri Dönüştürülebilir:
Çöpün içindeki geri dönüştürülebilir malzemelerin önemli bir miktarını yiyecek ve içecek ambalajlarında kullanılan metal plastik ve cam atıklar ile kağıt ve karton oluşturmaktadır. Bunun yanında kemik, tekstil parçaları da özel ayırma tesislerinde geri dönüştürülebilmektedir.