HERŞEYE RAĞMEN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Mustafa Kemal Atatürk, üzerinde çok iyi
düşünülmesi ve duygusallıktan arınarak bütün yönleri ile bilimsel olarak ortaya
konması gereken bir kişiliktir. Çünkü Atatürk’ün ortaya konulması, onu anlamayı
kolaylaştıracak, gelecek nesillere üzerinde ilerlemeyi sağlayacak temelleri var
edecektir. Onun anlaşılması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş
felsefesinin ve şimdiki zamanının anlaşılması demektir. Mustafa Kemal, doğuştan
gelen askerî özelliğiyle bir dehadır ve ulusal bir devlet kurma sürecinde bu
özelliğini çok iyi kullanmıştır. Bunun yanında o, gerçekçidir, milletiyle
bütünleşmiş bir liderdir, vatansever, milliyetçi ve barışçıdır. Mustafa Kemal,
ulusal devlet kurma sürecinde büyük sıkıntılar çekmiş ancak bu zorluklar
karşısında ilham ve kaynağını milletin kendisinden alarak, halkın iradesine dayanarak
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Bilindiği gibi 19. yüzyıl boyunca
reformlarla olumlu ilerlemeler kaydedilmiş olmasına rağmen Türk ulusu öncelikli
olarak çağdaş toplumlara ayak uydurma konusunda istenen topyekûn modern
yapılanmayı gerçekleştirememiştir; ayrıca Osmanlı Devleti, büyük güçlerin
emperyalist baskı ve saldırılarına 19. yüzyıl boyunca maruz kaldığından
bürokratik yenileşme girişimlerini kapsamlı ve kalıcı hâle getirememiştir.
Atatürk’ün 1881 yılından 1938 yılına değin geçen yaşamı, çökme ve dağılma
aşamalarını geçirmekte olan, geleneksel ilkelerini yitirmiş bulunan bir
Saltanat-Hilafet rejiminden bir Ulus Cumhuriyet Devleti rejimine geçişin dramı
içinde gelişen bir yaşamdır. Bu yaşamı kaplayan dramı tanıdığımız ölçüde
Kemalizm’in ilkelerinin tarihsel çözümler birikiminden yükselmiş olan özü ve
anlamı belirlenebilir. Bu süreç boyunca görülecek olan çeşitli arayışlar,
durmadan yürüdüğü seçilebilecek olan bir gidiş içindeki ana doğrultunun kalın
çizgisi olarak gözlerimizin önünde belirecektir. Bu çizgideki birkaç nirengi
noktasında, M. Kemal’i, kimi zaman bir şeyler yapmaya çalışan genç bir subay,
kimi zaman daha yüksektekileri etkileyen bir suflör, kimi zaman bir
imparatorluğun çeşitli cephelerinde çarpışmış bir komutan kimi zaman
umutsuzluğa düşmemiş, bir devlet yada hükûmet başkanına yol gösterici, sesini
ileten kişi ve en sonunda kendine güvenen bir devlet adamı, yepyeni bir devlet
kavramı getirmiş, onun temellerini atmış bir devlet adamı olarak göreceğiz.( *1 Niyazi Berkes,
Atatürk ve Devrimler, Adam Yayınları, İstanbul 1993, s. 74-75.)
Mustafa Kemal Atatürk, üzerinde çok iyi
düşünülmesi ve duygusallıktan arınarak bütün yönleri ile bilimsel olarak ortaya
konması gereken bir kişiliktir. Çünkü Atatürk’ün ortaya konulması, onu anlamayı
kolaylaştıracak, gelecek nesille-re üzerinde ilerlemeyi sağlayacak temelleri
var edecektir. Onun anlaşılması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş
felsefesinin ve şimdiki zamanının anlaşılması demektir. Tam bu noktada onun şu
ifadelerini hatırlamamız yerinde olacaktır: Beni görmek demek mutlak yüzümü
görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu kafidir.
Yine İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal...
İkinci Mustafa Kemal, Onu ben kelimesiyle ifade edemem. O ben değil, bizdir! O,
memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan
aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim
teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa
Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması
gereken Mustafa Kemal odur.*( 2 Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir
ve Düşünceleri, ATAM Yayınları, Ankara 1999, s. 406.)
Bu bilgiler ışığında Atatürk’ün Devlet
Adamlığı yönünün ön plana çıkarılarak onun kişisel özelliğinin ortaya
çıkarılması önemlidir. Atatürk, ulusal devlet kurma sürecinde çok büyük
sıkıntılar çekmiş, başlangıçta arkadaşlarına söz geçiremediği ve yalnız kaldığı
zamanlar da olmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Tercüman gazetesinde neşrettiği Atatürk ve Gençlik başlıklı bir sohbetinde;
Mustafa Kemal’in daima meçhul kalan tarafı, büyük Zaferini başarmazdan evvel
çektiği azap ve işkencelerdir. Arkadaşlarına söz geçiremez; amirlerine dert
anlatamaz; Devlet ve siyaset adamlarını yola getiremezse, kapılarını çalar,
açılmaz; bağırır, çağırır, işiten olmaz; Devlet batıyor der, Padişah gözlerini
kapar, mesuller dudak büker... İşte gençliğe her şeyden önce Atatürk’ün bu
mihnet, bu cevir ve cefa devri anlatılmalıdır. Gençlik en ziyade onun bu
cephesindendir ki muhtaç olduğu azim ve irade dersini alabilir demektedir.(* 3 Hasan Rıza Soyak,
Atatürk’ten Hatıralar, YKY, Ankara 1973, s.98.)
Atatürk’ün ulusal devlet kurucusu olarak
kişilik özelliklerini tespite başlamadan önce O’nun gençliğinden bu yana
fikirlerinin oluşmasında etkili olan Türk ve yabancı düşünürleri de belirtmemiz
gerekmektedir. Zira çocukluğundan itibaren eserlerini okuyup incelediği
düşünürlerin onun kişisel özelliklerinin oluşmasında etkili olduğunu inkâr
etmek imkânsızdır.
1.
Ulusal Bir Devlet Kurucusu Olarak Atatürk’ü
Etkileyen Düşünürler Atatürk’ü etkileyen en önemli kişi Jean-Jacques Rousseau
olmuştur. Okul çağlarında Rousseau’yu bilen ve okuyan Mustafa Kemal için önemli
olan, bu Fransız düşünürünün kişi için özgürlükçü, toplumda siyasal ve rejim
olarak da Cumhuriyetçi olması idi. Atatürk’ün Rousseau’nun Contrat Socidl adlı
kitabının 1913’te yapılmış olan Türkçe çevirisini çok dikkatle okuyup
işaretlediğini de görüyoruz. Bugün TBMM Başkanlık kürsüsünün arkasındaki
Egemenlik Kayıtsız Şart sız Ulusundur sözlerinin kaynağı da buraya
dayanmaktadır. Atatürk’ün bir monarşi yanlısı olan Montesquieu’dan da
etkilendiğini onun Del’esprit de Lois (Kanunların Ruhu) adlı eserini okuduğu ve
incelediğini de görüyoruz. Atatürk, Cumhuriyetin bir erdem rejimi olduğunu bu
kişinin eserlerinden öğrenmiştir.Bunların yanında Atatürk ilim ve akıl ile
ilgili görüşlerinden dolayı da Voltaire’den etkilenmiştir. Voltaire; ilmin
ilerlemesi sayesinde insan uyanacak ve dinin değil, ilmin sesine kulak
verecektir diyor ve kulak veren Atatürk de ben manevî miras olarak hiçbir ayet,
hiçbir doğma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî
mirasım ilim ve akıldır demektedir.(* 4 Şerafettin Dönmez,
Atatürk’ün Çağdaş Toplum ve Din Anlayışı, Ayışığı Yayınları, İstanbul 1998,
s.48-56.)
Yabancı düşünürlerin yanında Atatürk,
Türk fikir adamlarından da etkilenmiş ve onlardan da ilham almıştır. Özellikle
Atatürk’te vatan ve özgürlük kavramlarının oluşmasında Namık Kemal etkili
olurken toplumsal ve devrimci görüşlerin oluşmasında Şehbenderzade Ahmet Hilmi
etkili olmuştur. Biyolojik materyalizm, sosyal ve lâik düşünce konularında
Abdullah Cevdet, Atatürk’ü etkilerken, eğitim konusunda Ziya Gökalp, lâik
devlet düzeni konusunda Ali Suavi, Atatürk’ü etkileyen diğer fikir adamları
olmuştur. Bunların yanında Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal, Tevfik Fikret,
Mehmet Emin Yurdakul da Atatürk’ün sevdiği ve tesiri altında kaldığı
şairlerdendir.(* 5
Dönmez, Atatürk’ün Çağdaş s. 60-70.)
Mustafa Kemal’i etkileyen kişileri kısaca
bu şekilde ifade ettikten sonra onun, askerî özelliklerinden kısaca bahsetmek
istiyorum, çünkü o devlet başkanı olmadan önce bir askerdi.
2.
Mustafa Kemal’in Askerî Yönü: Herhangi
bir askerî hareketin, herhangi bir görüş noktasından araştırılıp, incelenmesi
onu başından sonuna kadar hatalı gösterebilir. Yine aynı askerî harekâtın başka
görüş noktasından incelenmesi onu başından sonuna kadar doğru gösterebilir.
Bunu bugünkü hadiselerle mukayese etmemek, olduğu tarihteki durumuyla incelemek
lazım gelir. Burada zaman ve özellikle içinde bulunulan şartlar tek etken olur.
Bir askerî harekâta uzaktan bakmak ve bakanın kendisinin bulunduğu şartlar
içinde onu incelemek onu hiçbir zaman doğru sonuçlara ulaştırmaz. İnsanları,
hareketleri incelerken, hareketleri yapan komutanların, subayların içinde
bulunduğu durumu ve sahip olduğu vasıtaları karşısında bulunduğu baskıyı,
güçlükleri o anda araştırmak lazımdır. Yoksa aradan zaman geçtikten sonra
sükunetle düşünüp yapılacak incelemeler, orada düşünülmüş incelemelere
uymayabilir ifadeleri onun askerî yönünün nasıl olduğunu anlamamızı
sağlayacaktır.(*6 Kocatürk; Atatürk’ün Fikir..., s. 359.)
Nitekim Mustafa Kemal bir işe başlamadan önce
o işin etraflıca düşünüldükten sonra yapılmasını isterdi. Esasen Mustafa Kemal,
askerî konularda, henüz çok genç bir asker iken isabetli değerlendirmeleri ile
dikkat çekmektedir. 1910 yılında Fransa’da Picardi manevralarına gittiğinde
yanında Topçu Rıza ile Ali Fethi de vardı. Her akşam harita üzerinde ertesi
günkü hareketler üzerinde tahminlerde bulunurlardı. Bir defasında Mustafa Kemal
ertesi günkü hareketler üzerinde tahminlerini söyledi ve hareketleri takip
etmek için en iyi yerin onlar tarafından seçilen yer olmadığını ileri sürdü.
Yukarıdan şöyle bir bakıştılar ve dağıldılar. Ancak ertesi gün Mustafa Kemal
haklı çıkmıştı.(* 7 Falih Rıfkı Atay; Çankaya, Bateş Yayınları,
İstanbul 1998, s. 62.)
Atatürk hakkında kitap
yazmış olan Türk düşmanı Armstrong bile onun içgüdüsel olarak bir asker
olduğunu ve yetenekleri ve ehliyeti nedeniyle şöhretinin büyüdüğünü söylerken
onun askerî üstünlüğünü teslim etmektedir.(* 8 H. C. Armstrong;
Bozkurt, Arba Yayınları, İstanbul 1997, s. 22.)
Bu konuda Stephen
Gaselee, General Aspinal Oglander’in Çanakkale Savaşı’nın Resmî Tarihi adlı
kitabından alıntısıyla Mustafa Kemal’e atfen cömert bir arkadaş, asil bir
düşman ve büyük şerefli bir general ifadelerini kullanarak onun askerî yönü
konusunda üstünlüğünü büyük şerefli bir general diyerek teslim etmektedir 9.
Yine David Lloyd George
da onun iyi bir asker, cesur bir asi ve doğuştan bir lider olduğunu kabul
etmektedir.(* 10 Sonyel; Atatürk..., s. 211.)
Mustafa Kemal
Trablus’tan arkadaşı Salih (Bozok) Beye yazdığı bir mektupta askerliği bir
sanat olarak gördüğünü söylemektedir.(* 11 Salih Bozok;
Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Doğan Yayınları, İstanbul 2001, s. 40.)
Onun askerlik sanatı
dediği stratejik ve taktik kuralların kişisel deneyimlerle birleştirilip durum
ve koşullara uygulanmasıdır.(*12 Nusret Baycan; Atatürk ve
Askerlik Sanatı, Genelkurmay Yayınları, Ankara 1998, s. 63.)
Mustafa Kemal, herkesin
ifade ettiği gibi askerî bir dehadır ve bu özelliği ona doğuştan verilmiştir.
Bu nitelik sayesindedir ki ülkeyi İtilâf Devletleri’nin baskı ve
boyunduruğundan kurtarmıştır ve tarihte kendi vatan ve milletlerini
kurtaranların ismi yaşadıkça Mustafa Kemal de var olmaya devam edecektir. Onun
askerî yönünü ve askerliğini kendi ifadelerini de göz önüne alarak
değerlendirdikten sonra şimdi onun ulusal bir devlet kurucusu vasfını farklı
özellikleri doğrultusunda inceleyelim.
3. Ulusal Bir Devlet
Kurucusu Olarak Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı
Devleti’nin tamamen çöktüğü bir ortamda Fransız İhtilali’nin çıkardığı
milliyetçilik akımının da tesiriyle Osmanlı Devleti’ni yıkılmaktan kurtarmak
yerine yeni bir Türk Devleti kurmanın daha isabetli bir karar olduğuna kani
olan Mustafa Kemal, Adana’da Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı’nın lâğv
edilmesiyle İstanbul’a gelmiş ve bu kararını uygulamak için girişimlerine
başlamıştır. Bu girişimlerini kendi fıtrî özellikleri çerçevesinde aşağıda
incelemeye çalışacağım.
a. ATATÜRK GERÇEKÇİDİR:
Atatürk, dünyanın sürekli bir barışa kavuşabilmesi için tek bir yasaya ve tek
bir adalete dayalı birleşik bir dünya devleti kurulması gerektiği yolundaki
öneriyi tatlı bir düş olarak nitelemiştir. Bu da tam anlamıyla gerçekçi olan
Mustafa Kemal’in ideallerinde bile düşe yer vermek istemeyişinin doğal bir
sonucudur.(*13Şerafettin
Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK
Yayınları, Ankara 1999, s.38.)
Ayrıca Atatürk, Türk
Milleti’nin felaket uçurumuna yuvarlanışını önsezisi ile en iyi gören insandır,
ileri görüşlü bir gerçekçidir.(*14 Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk
Komutan İnkılâpçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Genel Kurmay Başkanlığı, Ankara
1998, s.495.)
Mustafa Kemal, varoluş
gayesi olarak da nitelendirebileceğimiz Misâk-ı Millî’nin esaslarını ilân
ediliş tarihinden on üç yıl önce, 1907'de belirlemiş, yurdunu tehlikelerden
kurtarmak için ne gibi çareler düşünüp bulduğunu yürekli bir biçimde ortaya
koyması bir kehanet değil tam anlamı ile bir gerçekçiliktir. Zira Atatürk’ün
gerçekçiliği Ali Fuat Cebesoy’un hatıralarına şöyle yansımıştır: Ben sevgili
arkadaşımın düşüncelerini daha Karaferiye'deyken dinledim: Meşrutiyet'in ilânı
yeter çare olamaz. Cemiyetin bir siyasî parti haline gelerek Hükûmet'i,
Meşrutiyet'in ilânından sonra ele alması gerekir. Parti, önceden bu görevini
hazırlamış ve ne yapacağını programlaştırmış olmalıdır. Aksi takdirde, İkinci
Meşrutiyet de birincisinin sonucuna uğrar.(*15 Ali Fuat Cebesoy;
Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap yayınları, İstanbul 2000, s. 135-138.)
Bu konuda bir zamanlar
Mustafa Kemal’in düşmanı olan Sör Horace Rumbold da onu gerçek bir devlet adamı
olarak tanımlamıştır.(* 16 Sonyel; Atatürk s. 211.)
Yine Mustafa Kemal
biliyordu ki askerî başarı kazanmak yeterli değildir. Bununla ilgili olarak
hatıralarda birçok şey bulunmakla beraber sözü Bernard Lewis’e bırakalım; Onun
gerçek büyüklüğü, bizatihi büyük olmalarına rağmen bu başarılarda yatmaz. Onun
gerçek büyüklüğü daha çok, bu kadarının yeter olduğunu, fakat yine de tek
başına yeterli olmadığını, askerî ödevin tamamlandığını ve pek farklı başka bir
ödevin kaldığını kavramasında yatar. 1923’te onun zaferi sırasında bir askerî
kumandanı daha çok şan ve şeref aramaya veya milliyetçi bir lideri yeni
ihtiraslar uyandırmaya teşvik edebilecek birçok fırsatlar vardı. O bunların
hepsini reddetti ve kahramanlar arasında istisna olarak görülen bir
gerçekçilik, kendini tutma ve ılımlılıkla bu çeşit sarhoşça maceralara karşı
halkını uyardı. Bundan sonraki ödevi yurt içinde idi. Çünkü askerî, malî ve
siyasî bütün istilacılar gittiği zaman zaten geri olan ve şimdi savaş ve iç
savaş yıllarıyla daha da zayıflamış bulunan ülkenin yeniden kuruluş sorunu
duruyordu.(* 17 Bernard Lewis;
Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara 1998, s. 290.)
b. Atatürk Ulusal
Devlet Kurma Sürecinde Ulusuyla Bütünleşmeyi Başarmış Bir Lider ve Aksiyon
Adamıdır: Aksiyon bir enerjinin aktif hale gelişidir. Ama toplumların hayatına
müdahale bahis konusu olunca, bu müdahale, şartların doğru olarak
hesaplanmasına dayanmalı yani şartların emrine uymalıdır. İşte lider, bu seziş,
anlayış, hesaplayış ve yöneltiş şartlarını nefsinde toplayan adamdır. Yani
Atatürk hem bir aksiyon adamı, hem de bir liderdir.(*
18 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal 1922-38, C.III, 16. Baskı,
1999, Remzi Kitabevi, s.475.) Çünkü bir çöküntünün içinden yeni
bir devlet kurmasını bilmiştir. Atatürk lidere inanmaktadır. İç politikanın
tersine dış politikada ve uluslar arası ilişkilerde lidere inanmakta ve bu
inancı kendisini önemli girişimleri ve kararları bizzat vermeye itmektedir.
Efendiler, tarih, gayr-i kabil-i itiraz bir surette ispat etmiştir ki büyük
meselelerde muvaffakiyet için kabiliyet ve kudreti lâyetezelzel bir reisin
vücudu elzemdir. (*19 İzzettin Doğan, Çağdaş Düşüncenin
Işığında Atatürk, Eczacı Vakfı Yayınları, İstanbul 1984, s.139.) sözleriyle
de liderin önemini vurgulamıştır. Atatürk’ün yüceltici nitelikleriyle, toplumun
yüceltici nitelikleri tam bir bütünleşme gösterir. Lider ile toplum ve bu
toplumun tam bir simgesi olan ulus, birbiri içinde erimişler, tarihe birlikte
geçmişlerdir. Atatürk bu işi başaran kişi olarak olayın tam bilincindedir. Bu
nedenle de kişisel nitelikleriyle ulusal nitelikleri bütünleştirmeye özel bir
özen göstermiştir.(*20 Emre Kongar, Devrim Tarihi ve
Toplumbilim Açısından Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul 1994, s.176.)Chiristian
Science Monitor gazetesinin muhabiri olan Mr. Lavrence Shaw Moore, Atatürk ile
ilgili intibasını anlatırken onun sonuna kadar mücadeleye azmeden büyük bir
lider olduğunu, liderlik vasıflarına sahip bir insan.(*
21 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, ATAM Yayınları, Ankara 1997, s.37.) şeklinde
belirtmiştir. Atatürk bütün yeteneklerine ve kendisinin bunları özenle
çevresine sunmasına karşın, sürekli olarak, doğaüstü, insanüstü gösterilmesine
karşı çıkmıştır. Diğer yandan hem kendisinin, hem de çevresinin kanıtladığı ve
tüm topluma sunduğu (doğaüstü ve insanüstü olmamakla birlikte) olağanüstü
kişiliğini ve özelliklerini Türk toplumuna mal etmek istediğini de kaydetmek
gerekmektedir. Atatürk’e nereden ilham ve kuvvet aldığı sorulduğunda da şu
cevabı vermiştir: ... İlham ve kaynağı milletin kendisidir; Milletin müşterek
arzusu, gerçek temayülüdür. Varlığımızı, istiklâlimizi kurtaran bütün teşebbüs
ve hareketler; milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisinden
başka bir şey değildir.(* 22 Soyak, Atatürk’ten…, s.50.)Yine
Atatürk milletin bitmez feyz ve kudret menbaından ilham ve kuvvet alarak, vicdanî
vazifemize devam ettik.(* 23 Doğan, Çağdaş Düşüncenin...,
s.143.) diyerek
girişimlerinin kaynağını göstermektedir. Başka bir ifadesinde ise bu özelliğini
şöyle belirtmiştir: ... Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil,
milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin
vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı, bendeki girişimlerin
hiçbiri olamazdı.(* 24 Kocatürk, Atatürk’ün Fikir…,
s.408.) Yusuf
Hikmet Bayur da buna değinerek şu ifadeleri kullanmaktadır; Atatürk’ün en önem
verdiği yönlerden biri de her bir başarıyı, her bir büyük işi kendine değil
Türk ulusuna mal etmekti.(*25 Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk,
Hayatı ve Eserleri, ATAM Yayınları, Ankara 1997,s.347.) Bunu
kendisi şöyle ifade etmiştir: Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi,
milli davamızda benim de bir emeğim geçmişse, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve
başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevi
şahsiyetine atfediniz!”. Bu son vatan parçasını kurtarırken olsun
hırslarımızdan, hislerimizden vazgeçerek temkinli olalım. Kurtuluş için (*
26 Kocatürk; Atatürk’ün Fikir…, s.17, 400-406.) ifadesi de son
derece temkinli hareket ettiğini göstermektedir. Atatürk, millet ve memleketin
sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir kutsallığından
bahsettikten sonra bunlardan ancak aziz millete olan namus borcu için
ayrılanabileceğini belirtmek suretiyle fedakârlığını göstermiş, gerektiğinde de
Türk Milletine canını feda edeceğini (*27 Kocatürk;
Atatürk’ün Fikir…, s.404.) belirtmiştir. Chiristian Science
Monitor gazetesinin muhabiri olan Mr. Lavrence Shaw Moore, Atatürk ile ilgili
izlenimlerini anlatırken; Onun Türk Milletine son derece güvendiğini (*28
Atatürk’ün Söylev ve…, s.35-37.) belirtmektedir. Konuyla
ilgili olarak Suna Kili de şunları söylemektedir: Mustafa Kemal’in devlet adamı
özellikleri, giderek devlet başkanı olmasının en somut delillerini 19 Mayıs
1919’da Samsun’a çıktıktan sonra giriştiği faaliyetlerde de görebiliriz. Bu
aşamada belirtilmesi gereken, her devletin vatandaşları tarafından kabul
edildiği meşru bir zemine dayanması ihtiyacıdır. Toplumda kabul edilmemiş,
meşru görülmemiş bir kurumun uzun süre ayakta kalamayacağı bir gerçektir.
Nitekim Ortaçağlar Avrupa’sının din ve kiliseye dayanan devlet anlayışı
insanların gelişmesiyle meşruiyetini kaybetmiş ve Fransız İhtilali ile de açığa
çıkmış olan millî yani halka dayanan bir devlet anlayışı meşru ve hukukî kabul
edilmiştir. İster krallık, ister cumhuriyet ve demokrasi ile yönetilsin,
meşruiyet ancak halkın benimsemesi ile mümkündür. Bundan sonra ifade etmem gereken
şey Osmanlı Devleti’nin yönetimi halkın da asırlardan beri benimsemiş olduğu
gibi saltanata dayanıyordu. Aynı zamanda Halife olan Osmanlı Padişahları
Peygamberin, dolayısıyla Tanrının elçisinin vekilidirler. Peygamberler ve ondan
sonra gelenler güçlerini Tanrıdan almakta, Tanrı adına buyurmaktadırlar.(* 29 Suna Kili; Atatürk
Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara
1981, s. 59.) İşte Mustafa Kemal’in, halkın benimsediği ancak
çöküşe giden böyle bir anlayışa sahip devletin yıkıntılarından yeni bir devlet
oluşturmayı tasarlarken, kendisine meşru bir zemin bulması gerekiyordu. Çünkü
kuracağı devletin halka dayanması, halkın benimsemesi ve halka benimsetilmesi
gerekliydi. Bunun için o, attığı her adımda arkadaşları ile görüşmelerde
bulunduğu gibi yaptıklarını daima halka mal ederek, kimsenin itiraz edemeyeceği
hukukî bir temel kazanmıştır. Onun yaptıklarında meşru bir temel sağlamaya
çalışması onun büyük bir devlet adamı ve lider olmasındandır. Mustafa Kemal,
büyük bir devlet adamı ve lider olmasına karşın hiçbir zaman diktatör
olmamıştır. Bütün diktatörlükler kişisel idarelerdir ve başa geçen doğaüstü
kimselerin kuvvetinden başka bir kanuna veya bir müesseseye dayanmadıkları
için, diktatörün ömrüyle birlikte sona ererler. Atatürk, bir inkılapçı, devlet
kurucusu idi ve o, hiçbir vakit ben böyle istiyorum, böyle olacak demedi, ne
Türkiye Cumhuriyeti rejiminde, ne de ondan önceki Büyük Meclis Hükûmeti
devrinde, hiçbir inkılâp olmadı ki bu meclisin onayından geçmemiş ve hayata uygulanmaktan
önce bir kanuniyet şekli olmamış bulunsun. Mustafa Kemal egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir, ilkesini koyarken, kendisi başta olmak üzere, diktatör
olmak isteyeceklere aslında bütün kapıları kapamış, bütün hükümranlık hakkını
ve otoritesini Büyük Millet Meclisi’nde toplamıştır. Mustafa Kemal’in getirdiği
rejim Türk milletini uzun bir uykudan uyandırış, çetin bir çabaya itiş
hareketidir. O, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir derken milletin her
ferdini, cins ve sınıf farkı olmaksızın ortak bir görev ve sorumluluğa davet etmiş
oluyordu.(*30
Akçakayalıoğlu; Atatürk Komutan…, s.495.) Atatürk’ün bu konuda şu
sözü dikkate şayandır: Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye
halkında tacidar yoktur. Diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır; Çünkü
olamaz.(* 31 Kocatürk; Atatürk’ün
Fikir…, s.32.) Ayrıca yine Atatürk’ün: Biz fevkaladeden
alınan ve kanunî olan tedbirleri hiçbir vakit ve hiçbir surette kanunun üstüne
çıkmak için vasıta olarak kullanmadık (* 32 Aydemir; Tek
Adam C.III, s.475.) diyerek meşru olmayan hiçbir işe
bulaşmadığını, her yolu kanun çerçevesinde denediğini ortaya koyar. Atatürk’ün
meşruiyetçiliği ile ilgili olarak yakınında bulunanlardan Celal Bayar’ın
hatıralarına yansıyan şekliyle Mustafa Kemal şöyle ifade edilmiştir: Büyük
Millet Meclisi’ndeki bazı akımlar kendisini zor çalışır hale düşürdüğü ve
üzdüğü halde meclisi dağıtmayı bir saniye bile olsun aklından geçirmemiştir.
Kendisine ömür boyu Cumhurbaşkanlığı ve Hilafet teklif edenleri terslemiş ve
tekliflerini şiddetle reddetmiştir.(* 33 Celal Bayar; Atatürk
Gibi Düşünmek, Tekin Yayınları, İstanbul 1999, s. 29.)
c. ATATÜRK BİR DAHİDİR:
Deha, özet olarak her
insanın yüksek niteliklerini gösterir; deha, kesin bir deyişle buluş
yeteneğidir. Dehanın başlıca özelliklerinden biri, başarı kazanmak için büyük
çabalarda bulunabilmesi, sonunda çok uzun zaman çalışabilmesi ve daha az
cesaretli insanların yenemedikleri engelleri yenebilmesidir. İşte Mustafa
Kemal, büyük mücadele yöntemi, yetenekleri, görüş ve inançları ve nihayet
benzersiz eserleriyle bu kavram ve tanımlamalara uygun nitelikleri kendinde
topladığını göstermiştir. Deha dikkat, hafıza, muhakeme, muhayyile ve irade
gibi psikolojik melekelerin terkibi bir üstünlüktür. Atatürk’te dikkat,
heyecan, muhakeme, istidlâl, idrak ve idare melekeleri doğaüstü bir değerde ve
özelliktedir. Ondaki azim ve irade de olağanüstü idi. Yenemeyeceği hiçbir
güçlük, deviremeyeceği hiçbir engel yoktu. Her engeli sabır, tedbir ve zor
kullanarak yenerdi. Deha, bu yönüyle uzun bir sabır kuvvetidir.(*34
Akçakayalıoğlu, Atatürk Komutan…, s.494-95.)
d. ATATÜRK HEDEFLERİNİ
GENÇLİĞİNDE BELİRLEMİŞ BİR İNSANDIR:
Atatürk ileriye yönelik hedeflerini ve en
önemlisi Misâk-ı Millîyi önceden tespit etmiş ve bunları gerçekleştirme uğrunda
mücadele etmiş bir şahsiyettir. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 11
Ekim 1920 tarihli 81. birleşiminde söz alan Dışişleri Bakanı Ahmet Muhtar Beyin
; İstanbul’un işgalinden sonra Anadolu’da teşekkül eden hükûmet-i milliye’nin
haricî mesleğinin dayandığı hudud-ı umumiye evvelce tespit edilmişti. Müsaade
ederseniz bunun hakkında ufak bir ta-rihçe arz etmek isterim. Ondan sonra
İstanbul Meclis-i Mebusanı teşekkül ettiğinde bu ayrı kongrede ittihaz edilen
mukarrerat-ı umumiyenin mezciyle İstanbul Meclisi bir Misâk-ı Millî şeklinde iç
ve bilhassa dış siyasetinin esasatını tespit ve bunları 1919 senesi bütün
milel-i müttehideye ilân etmiş olduğu gibi ayrıca tarafsız devletlere, bilhassa
o vakit Versay Kongresine de tebliğ etmişti şeklindeki ifadelerinden Misâk-ı Millî’yi
belirleyen Mustafa Kemal’in ne kadar isabetli ve yerinde bir tespit yaptığını
söyleyebiliriz.(* 35
Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları; C. I, D. I, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1985, s. 148.) Çünkü
kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin programını belirlemiştir. Bu
konuyla ilgili olarak Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde: Mustafa Kemal
acı ve sert tenkitçi olduğu kadar açık sözlü idi. Daha o zaman, 1907’de,
arkadaşlarına şu fikrini söylemekten çekinmemiştir: Köhneleşen ve hayatlılığını
kaybeden Osmanlı İmparatorluğu gövdesi üzerine devlet oturtulamaz. Ancak Türk
çoğunluğu toprağı üzerine oturtulabilir. Büyük devletlere bir likidasyon
yaptırmaktansa, ihtilal idaresi bunu kendi yapmalıdır.(*36
Atay; Çankaya…, s.47-48.) demektedir. Misâk-ı Millî ile
ilgili olarak da Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk adlı eserinde;
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk ulusunun istek ve amaçlarını
özetleyen ve adı, İstiklâl Savaşı’mızın başından sonuna kadar değişmeyen
Misâk-ı Millî programının ilk kopyalarını 1920 yılı Ocak ayında yazmıştır. Ben,
bu tarihi olayı en yakın bilenlerden biriyim (*37 Cebesoy,
Sınıf Arkadaşım..., s.135.) demek suretiyle Misâk-ı Millî’yi de
çok daha önceden kafasında planlamış ve hedefi haline getirmiş olduğunu
belirtmiştir.
e. ATATÜRKÜN KİŞİLİĞİNDE
ULUSAL SİYASET:
Büyük Önem Arz
Etmektedir: Atatürk için ulusal siyaset önemlidir. Ona göre ulusal siyaset;
Ulusal sınırlarımızın içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak, Ulus ve
ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak, gelişigüzel büyük
emeller peşinde ulusu oyalamamak ve kandırmamak, Uygarlık dünyasından çağdaş ve
insanca muamele, karşılıklı dostluk beklemek (* 38 Ferruh Zor,
Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.15, S.43,
Ankara 1999, s.411.) demektir. Mustafa Kemal, İstanbul’un
işgali ve 1920’de tebliğ edilen Sevr Antlaşması’nın kabul edilemez bir hareket
olduğunu belirterek ulusal siyaset gereği tüm ülkede seferberlik hâli olduğunu
ve bu yüzden birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmek lâzım geldiğini 8
Haziran 1920 tarihli kararla bütün yurda bildirmiştir.(*39
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA); Bakanlar Kurulu Kararları, Karar No: 24.) İstanbul’un
işgali ile ilgili olarak Patrick Kinross’un hatıralarına şu ifadeler
yansımıştır: İngilizlerin beyninde özellikle Misâk-ı Millî’nin kabulü ve
ilânıyla birlikte Mustafa Kemal’in başarısı acil olarak Ulusal Hareketin zorla
ele geçirilmesini gündeme getirdi. Anadolu’nun kanuna aykırı girişimleri onları
ciddî olarak endişelendirdi. Ancak işlerini de o kadar zor görmüyorlardı. İşgal
hareketlerine başladılar ve 16 Mart 1920 sabahının ilk ışıklarıyla İstanbul’u
işgal ettiler.(*40 Patrick Kinross; Atatürk the Rebirth of a
Nation, Phoenix Yayınları, Londra 1996, s. 204.)Yeni Türk
Devletinin kuruluşunun baş özelliği inkılâpla kurulmuş olmasıdır. Dolayısıyla
onu kuran lider de inkılâpçı bir liderdir. Atatürk, yeni kuracağı devletin bir
inkılâp gibi şekillendiğine değinmiştir. Maksadım, İnkılâbımızın incelenmesinde
tarihe kolaylık sağlamaktır (* 41 Akçakayalıoğlu, Atatürk
Komutan…, s.482.) demek suretiyle, bütün eylem ve eserleri
bir inkılâp olarak görmekte ve değerlendirmektedir. Yine Atatürk, Nutuk’ta
Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyet-i
milliyeye müstenit, bilakaydüşart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!(*42
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, MEB Yayınları, C.I, İstanbul 1981, s.12.)diyerek
devrimciliğini ve inkılapçılığını göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran
Mustafa Kemal bilindiği gibi yalnız bir devlet kurucusu değildir, o, kurduğu
devleti Türk milletinin tarihî ve sosyal şartlarının gerekli kıldığı
geliştirici sağlam temellere oturtmayı da ön planda tutmuş olan bir
inkılâpçıdır.(* 43 Zeynep Korkmaz; Atatürkçü Düşüncede Türk
Dilinin Yeri, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, ATAM Yayınları, Ankara 1998, s.155.)
Atatürk geçmişle gelecek arasında,
değiştirilmesi gerekenle, değişen düzen arasındaki geçişi başarıyla temsil
edebilmiştir. Ona büyük sıfatını vermemiz bu tarihî davranışın anlamıdır.
Yıldırım hızıyla değişen olaylar ve gelişen akımlar ortasında o, her sözü ve
tutumuyla her zaman doyurucu ve gerçekçi kalmasını bilmiştir. Atatürk özgürlük
hareketleri ve savaşları ile tarihimizde devirlerdir özlenen yapıcı insandır. Nitekim
gerçek özlem budur. Bu ülkede karanlıktan, cahillikten, gerilikten ve batıdaki
anlamı asla taşımayan muhafazakarlıktan kurtuluş yolunda iki yüz yıla yakındır
türlü fikirler, akımlar ve atılışlar vardı. Hepsi de dağınık olan bu fikirleri
ve enerjileri birleştirebilen tek kuvvet, Türk inkılâpçıları olmuştur, onların
da lideri Atatürk’tür.
f. Atatürk, Vatansever,
Milliyetçi ve Barışçıdır: Atatürk, günümüzde milleti, kan birliğinden çok, ülkü
ve kültür birliğinin yansıttığına inanıyordu. Eğer bir ülkede yaşayan insanlar
arasında, dil, kültür, ülkü ve çıkar birliği kurulabilirse, orada sağlam
temellere dayalı bir millet var demektir44.
Bir Türk milliyetçisi
olan Atatürk’ün bu özelliği de zaman ile gelişip tamamıyla belirli bir hale
gelen özelliğidir. Bu fikir devletin Türk Milleti vasıflarına ve medeniyetine
istinat etmesi fikridir. Buna Türk Milliyetçiliği diyebiliriz. Bunu da esaslı
bir unsur olarak takip etmiştir45.
Vatanını ve milletini
her şeyin üstünde tutan Atatürk’ün vatanseverliği çocukluğundan bu yana
mevcuttu. Mesela 1897 Türk-Yunan savaşına katılmak istemesi buna örnektir.
Bununla ilgili olarak Atatürk; Gençliğimin en heyecanlı günlerini yaşadım.
Küçük yaşıma bakmayarak gönüllüler arasına katılmak istiyordum demektedir.
(*46 Bayur;
Atatürk…, s.343.)
Aynı şekilde Sakarya
vuruşmasında üç kaburga kemiği kırık olarak bir koltuğa mıhlanmış ancak hiç
uyumadan yirmi iki gün yirmi iki gece vuruşmayı yönetmiştir.(*
47 İsmet İnönü; Devlet Kurucusu Atatürk, Belleten, C.33, S.129, Ocak 1969,
s.18.) Atatürk,
düşmanlarını bile kolay bağışlayan alicenap bir liderdi. İstiklâl savaşımız
sırasında Afyon savaşında yenilip esir düşen Yunan orduları başkomutanı
Trikopis’in elini sıkarak onun her komutan yenilebilir, üzülmeyiniz generalim
diye gönlünü almış ve kılıcını geri vermiştir.(* 48 Neşet Çağatay;
Barışsever ve Özgürlükçü Atatürk, Belleten, C.47, S.188, TTK Yayınları, Ankara
1983, s.933. 49 BCA; Bakanlar Kurulu Kararları, Karar No: 15.) Ancak
Mustafa Kemal, affediciliğini vatanına ihanet edenlere karşı göstermemiştir.
Örneğin 26 Mayıs 1920 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararında vatana ihanet
edenlerin vatandaşlık hukukundan çıkarılması ve milletimiz arasından
gönderilmesini sağlayan Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun oybirliği ile kabul
edilmesini temin etmiştir49.
Mustafa Kemal bir askerde olması gereken
güven, cesaret, sorumluluk alma, muhtelif ihtimalleri çok iyi hesaplama, hızlı
karar alma gibi birçok özellikleri kendinde taşımaktaydı. Bununla birlikte o,
harp taraftarı olmamıştır. Ona göre ; Harp zarurî ve hayatî olmalı, gerçek
kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım.
Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Lakin millet
hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir.(* 50 Kocatürk;
Atatürk’ün Fikir..., s. 357.) Halbuki kendi çağdaşı olan
Mussolini, insan enejisini en yüksek düzeye çıkaran yalnız savaştır derken,
Hitler ise fazileti savaşta görmüş ve savaşçı felsefenin ateşli
savunucularından olmuştur.(* 51 Şükrü Erkal; Atatürk’ün Komutanlık,
Savaş, Ordu ve Topyekûn Savaş Hakkındaki Görüş ve Düşünceleri, Genelkurmay
Başkanlığı Yayınları, Ankara 199, s. 177. Onun, Anzaklardan yani
Avusturalyalı ve Yeni Zellandalılardan ölenlerin annelerine yolladığı mesaj da
ibret vericidir: Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar!
Burada bir dost vatanın topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz!
Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını
harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta
canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.(* 52 Çağatay; Barışsever
ve…, s.933. ) İsmet Bozdağ; Atatürk’ün barışçı yönünü vurgularken
şöyle demiştir; Dünyanın en iyi yetişmiş askerlerinden biri olduğu halde
barıştan yanaydı. Yurtta Sulh Cihanda Sulh sözü bunun göstergesidir. Bütün
hayatı boyunca barışı korumaya çalıştı. Hitler’i, Mussolini’yi savaş türküleri
söyledikleri için sevmemiştir. Bölgesinde ve dünyada barışı korumak uğruna
elinden geleni yapmış ve bu çalışmaları içinde gözlerini hayata yummuştur.
Barış, Atatürk düşüncesinin meyvesidir. Haklar kuvvetle yok edilemezler,
kuvvetle savunulurlar. Kurtuluş mücadelesi bu mantığın zaferidir.(*
53 Bozdağ; Atatürk’ün Evrensel…, s.40-41.) Atatürk Adana'da Türk
Ocağı’nda çiftçilere hitaben yaptığı bir konuşmasında: Bu veya şu sebepler için
milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayatî olmalı,
hayat-ı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir. Onun için 1923'te
Misâk-ı Millî hedeflerine tam olarak varılamayınca, silâ-ha müracaat edilmemiş,
beklenmiş, hedefin bazı kısımlarına daha sonraki yıllarda sulh yolu ile
erişilebilmiştir. 20 Temmuz 1936'da Montreux'de Boğazlarda Türk hakimiyetinin
tanınmasını sağlayan anlaşma ile Misâk-ı Millî 'nin 4. maddesindeki arzular
gerçekleştirilmiş, 23 Temmuz 1939'da Hatay'da yönetimin Türkiye'ye devri ile
Antakya ve İskenderun'un anavatana kavuşması ile de Güney sınırlarımızdaki
Misâk-ı Millî hedeflerinden bir diğerine erişilmiştir. Atatürk bu konuşmasında
millî hedeflerden şaşılmamasının, fakat onlara bekleyerek, zamanı gelince sulh
yolu ile erişilmesinin örneklerini vermiştir.(* 54 Nejat Göyünç; Musul,
Misâk-ı Millî'ye Dahil midir, Değil midir?, Misâk-ı Millî ve Türk Dış Politikasında
Musul, Ankara 1998, s. 50., Adana’da yaptığı konuşmanın tamamı için bkz;
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 120-129.) Atatürk
Cumhuriyetin ilânından sonra yenilikçi, teşkilâtçı ve yönlendirici bir liderlik
tarzını benimsemiştir.(* 55 Salih Güney; Fiedlerin Durumsal
Önderlik Modeli Açısından Atatürk’ün Önderliğinin Değerlendirilmesi Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, C.8, S.23, Ankara 1992, s.315.) Lenin,
Atatürk’ü anlatırken iyi bir teşkilâtçı olduğundan da bahseder.(*
56 Aydemir, Tek Adam…, C.II, s.347.) 24 Nisan 1920’de Büyük
Millet Meclisi’nde verdiği ilk nutuk ile yakın tarihimizde ilk defa bir asker,
bir büyük akıl ve mantık adamı olarak belirdi. Ayrıca Atatürk’ü Atatürk yapan
vasıflardan biri de mantıktır. O her şeyden önce bir mantık adamıydı ve kullanacağı
malzemeyi iyi tanıyordu.(* 57 Aydemir; Tek Adam…, C.III,
s.253-259-262.) Atatürk bütün icraatında akılcılığı ön
planda tutmuştur.(* 58 Korkmaz; Atatürkçü Düşüncede…,
s.156.) Hindistan’ın
önde gelen liderlerinden Nehru, Atatürk için: O, doğuda modern çağın
yapıcılarından biridir (*59 Yaşar Akbıyık; Atatürk’ün Hayatı,
Türkler Ansiklopedisi, C.16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.439.) demek
suretiyle onun yapıcı bir kişiliğe sahip olduğunu vurgulamak istemiştir. Yine
Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Charles H. Sherrill, Atatürk hakkında; Bugün
dünyanın hiçbir yerinde devlet adamlığı bakımından Atatürk’ten üstün bir kimse
yoktur ifadelerini kullanarak onun kurtarıcı, canlandırıcı, millî bir kahraman
ve dünya çapında bir devlet adamı olduğunu söylemek istemiştir.(*
60 Akbıyık; Atatürk’ün…, s.439.)
A.
Toynbee; Mustafa Kemal, ilerici ve
batılı Türk, hem kişisel karakteri hem de başarılarından dolayı saygı ve övgü
görmelidir. Adalet ve yaratıcılığa, kendinden emin bir kararlılığa ve kendinden
çok ülkesini düşünen güçlü bir karaktere ve otokratik disipline sahip biridir(*
61 Sonyel; Atatürk..., s. 211.)
B.
Atatürk ya istiklal ya ölüm sözlerini
kullanmıştır. 62 Aydemir, Tek Adam…, C.III, s.445.
SONUÇ
Sonuç olarak, ulusal bir devlet kurucusu olan Atatürk’ün kişiliğini onun kendi
sözleriyle bitirmek uygun olacaktır: Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.
Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mevrusatından olan istiklâl aşkı
ile meftûr bir adamım. Çocukluğumdan bu güne kadar ailevî, hususî ve resmî
hayatımın her safhasında yakından vakıf olanlarca bu aşkım malumdur. Bence bir
millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücud ve beka bulabilmesi
mutlaka o milletin hürriyet ve istiklâline sahip olmasıyla kâimdir. Ben şahsen
bu saydığım evsafa çok ehemmiyet veririm. Ve bu evsafın kendimde mevcudiyetini
iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıflarla muttasıf olmasını şart-ı
esasî bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı
kalmalıyım. Bu sebeple millî istiklâl bence bir hayat meselesidir. Millete
memleketin menafî icap ettirdiği taktirde beşeriyeti teşkil eden milletlerden
her biriyle medeniyet muktezasından olan dostluk ve siyaseti münasebetini büyük
bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen
herhangi bir milletin bu arzusundan sarf-ı nazar edinceye kadar bi-aman düşmanıyım.(* 62 Aydemir, Tek Adam…,
C.III, s.445.)
Bibliyografya
1-AKBIYIK, Yaşar; Atatürk’ün Hayatı, Türkler
Ansiklopedisi, C.16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002.
2-AKÇAKAYALIOĞLU, Cihat; Atatürk Komutan, İnkılâpçı
ve Devlet Adamı Yönleriyle, Genel Kurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1998.
3-ARMSTRONG, H. C. ; Bozkurt, Arba Yayınları,
İstanbul 1997.
4-ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, C.I, MEB Yayınları,
İstanbul 2000.
5-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri; C. I-III, ATAM
Yayınları, Ankara 1997.
6-ATAY, Falih Rıfkı; Çankaya, Bateş Yayınları,
İstanbul 1998.
7-AYDEMİR, Şevket Süreyya; Tek Adam Mustafa Kemal,
C.I-III, Remzi Kitabevi, 1999.
8-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi; Bakanlar Kurulu
Kararları, Karar No: 15, 24.
9-BAYAR, Celal; Atatürk Gibi Düşünmek, Tekin
Yayınları, İstanbul 1999.
10-BAYCAN, Nusret; Atatürk ve Askerlik Sanatı,
Genelkurmay Yayınları, Ankara 1998.
11-BAYUR, Yusuf Hikmet; Atatürk Hayatı ve Eseri,
Atatürk Araştırmaları Merkezi, Ankara 1997.
12-BERKES, Niyazi; Atatürk ve Devrimler, Adam
Yayınları, İstanbul 1993.
13-202 Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 15 Yıl
: 2003/2 (191-205 s.)
14-BOZDAĞ, İsmet; Atatürk’ün Evrensel Boyutları,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001.
15-BOZOK, Salih; Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Doğan
Yayınları, İstanbul 2001.
16-CEBESOY, Ali Fuat; Sınıf Arkadaşım Atatürk,
İnkılap Yayınları, Ankara 1966.
17-ÇAĞATAY, Neşet; Barışsever ve Özgürlükçü Atatürk,
Belleten, C.47, S.188, TTK Yayınları, Ankara 1983.
18-DOĞAN, İzzettin; Çağdaş Düşüncenin Işığında
Atatürk, Eczacı Vakfı Yayınları, İstanbul 1984.
19-DÖNMEZ, Şerafettin; Atatürk’ün Çağdaş Toplum ve
Din Anlayışı, Ayışığı Yayınları, İstanbul 1998.
20-ERKAL, Şükrü; Atatürk’ün Komutanlık, Savaş, Ordu
ve Topyekün Savaş Hakkındaki Görüş ve Düşünceleri, Genelkurmay Başkanlığı
Yayınları, Ankara 1998.
21-GÖYÜNÇ, Nejat; Musul, Misâk-ı Millî’ye Dahil midir,
Değil midir?, Misâk-ı Millî ve Türk Dış Politikasında Musul, Ankara 1998.
22-GÜNEY, Salih; Fiedler’in Durumsal Önderlik Modeli
Açısından Atatürk’ün Önderliğinin Değerlendirilmesi, Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C.8, S.23, Ankara 1992.
23-İNÖNÜ, İsmet; Devlet Kurucusu Atatürk, Belleten,
C.33, TTK Yayınları, Ankara Ocak 1969.
24-KİLİ, Suna; Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma
Modeli, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1981.
25-KINROSS, Patrick; Atatürk The Rebirth Of a
Nation, Phoenix Yayınları, Londra 1996.
26-KOCATÜRK, Utkan; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri,
ATAM, Ankara 1999.
27-KONGAR, Emre; Devrim Tarihi ve Toplumbilim
Açısından Atatürk, Remzi Kitabevi, İstanbul 1994.
28-KORKMAZ, Zeynep; Atatürkçü Düşüncede Türk Dilinin
Yeri, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, ATAM Yayınları, Ankara 1998. LEWIS, Bernard;
Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara 1998.
29-SONYEL, Salahi Ramadan; Atatürk The Founder Of
Modern Turkey, TTK Yayınları, Ankara 1989.
30-SOYAK, Hasan Rıza; Atatürk’ten Hatıralar, YKY,
Ankara 1973.
31-TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. I, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 1985.
32-TURAN, Şerafettin; Atatürk’ün Düşünce Yapısını
Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK Yayını, Ankara 1999.
33-ZOR, Ferruh; Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergi-si, C.15, S.43, Ankara 1999.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder