24 Temmuz 2013 Çarşamba


AFFET BENİ BABA
Kimi insanlar için üç fırsat çıkarmış önüne… Ben senin son fırsatındım. Beni kucağına aldığında, kim bilir ne hayaller kurdun. Hayallerin içinde kucağındaki çocuğu kim bilir nasıl büyüttün. Her baba gibi benim için de sen aynı cümleyi kurdun belki de; “bu evlat benim kurtuluşum olacak”
Yıllar yılları kovaladı ve sen her fedakar baba gibi bir dediği mi ikiletmedin oğlunun. Canından bir parçaydı; yemedin yedirdin, giymedin giydirdin. Hala unutmadım, cebinde dört çay parası varken ve sana bir çay alacak kadar para bile kalmamışken, sırf oğlun arkadaşların yanında ezilmesin diye bana verdiğini. Gizlice bakmıştım cebindeki paraya ve geri koymuştum, hastalandığımı söylemiştim sana neden gitmediğimi sorduğunda ve sen bana doktora götüreyim demiştin ya, o an odama çekilip hıçkırıklara boğulmuştum. Siz benim göz yaşlarımı daha bir çocukken, ninemin kucağında Zeki Müren’in “Bahçıvan” filminde at’ı öldüğünde görmüştünüz. Son göz yaşımı görüşünüz olmuştu, çünkü nasıl üzüldüğünüzü görünce kendimden bile sakladım o gözyaşları ve o zamandan başlamıştı süreç, Türk filmlerine ağlayan, yufka yürekli bir insan ve kaybetmeye alışkın bir seyyah olacağını belli etmişti o süre. Doğuştan yalnızlığın denizlerinde yüzen bir çocuk siluetiydim ben ve bilmezdim bu yalnızlığın hücrelerime işleyeceğini..
Yedi yaşlarındaydım ilk düşümü kurduğumda ve o zaman yazmıştım senaryomu; çok zengin olacak, yetin, öksüz, fakir çocuklara sahip çıkacak ve bana “Baba” diyeceklerdi. Ben senin gibi bir baba olacaktım. Sen her evlatta olduğu gibi ilk örnek aldığım insansın. Sana layık bir evlat olacaktım, sana yaptığım iyiliklerden bahsedeceklerdi ve göğsün kabaracak benimle gurur duyacaktın. Tek umuduna canından fazlasını verdin sen, annem gibi…
Hayatımın dönüm noktasıydı senelerce benden saklanan gerçekler, dünyamın yıkılış anıydı ve ben bir fotoğrafta siyah beyaz bir kareydim. Şiirler yazıyordum aşka aşık bir ruhla, hikayeler, tiyatro derken sen boş işlerle uğraştığımı, karın doymayacağını söylüyordun bunlarla geleceği görmüşçesine… benim bir doktor, mühendis ya da avukat, büyük bir adam olacağımı düşünürken ben kitap çıkarma, oyun yazma sevdasına düşmüş hayatın sahnesinde baş göstermeye, iyilikler yapmaya, sakatlar için şiirler okumaya ve kendi gerçek rolümü oynamaya başlamıştım.
Üniversiteye giderken gördüm ilk defa gözlerinin dolduğunu ve ilk ayrılıktı bu yaşanan. Sıkıntılı üniversite yılları, hayatı öğrendiğim yerlerde sokak lambaları, banklarla yarenlikler, acılar, ilk başka bir tenin ateşini hissediş, ilk defa aşkın elbisesini bir bedene giydirme çabaları, bir insanın başka bir insanın dünyasını nasıl karartabileceğini yaşamalar. Saçlarda birkaç tel siyahtı yaşananlardan sonra kalan ve çocukluğumu hatırlatan.
Sonra üç kişilik evimizin karardığı anı gördüğüm kabuslar…. Ben evimizin dışındaydım, karanlık haykırıyordu yalnızsın sen diye ve ben evimizi izliyordum gözlerimdeki yaşlarla, tek başıma, gökyüzü üstüme düşüyordu yıldız yıldız. Artık gece yarıları yoktu, uykular yoktu benim için. Şizofrenik bir yaşamın içinde ayakta kalmaya çalışan bir ruhtum ben. Memur olacak, sizi kurtaracaktı oğlunuz. İyi niyetinden kaybetmeye çocukluğunda başlamıştı. İki aile arasında gerçeklerin ortasında sıkıştı bir an için daha genç yaştayken ve bu mengenede kalışlar ruhunun karanlık sokaklarında kayboluşlarına sebep olurken, sözünüzü dinlemedi, şiirler yazdı, güzellikler üstüne her şeyi yazdı. Bir tek kendi kaderini yazamadı. Uykuyu unuttu. O ilk Türk filmlerinde başladı ağlamaya ve hala ağlıyor şimdi… Gözlerinde göz pınarları kurusa da… Ve sen hastalandın, ben ağladım, çaresiz kaldım, iyice kimsesizleştim, sefaletin koynuna başımı yaslayıp öykümsü kelimelerimi göz yaşlarımla ıslattım. Affet beni bana, hayallerini boşa çıkardığım için. aşırı duygusal, iyi niyetinden kaybetmeye alışmış olmasına rağmen hala iyilik yapmaya çalışan, yuvasız bir kuş gibi yalnızlığını yüreğinden atamamış, hayalperest bir yazar, sefil bir şair ve yüreklerde dolanan bir seyyah, kitap hayali gibi tüm hayalini yitirmiş, dar ağacında sallanan bir oğul oldum ben sana… Affet beni baba, oğul tadında bir evlat olamadığım ve sana layık olup torun veremedim, bir sıcak yuvaya sadece düşlerimde sahip olduğum için… Bu yürek seninle toprak olur baba, anca beraber, seni yalnız bırakmam ben. Her şeyimi kaybettim. Düşlerini gerçekleştiremedim. Sevdiğime kavuşamadım mesela, gözlerimebakıp “Ben ölmem, merak etme. Daha düğününü yapacam oğlum” derken ağlamıştım karşında aciz kalışlarıma… Ne olursun affet beni baba!
Sana layık olup, bir şiir yazamadım belki ama üstad Cemal Süreyya’nın mısralarıyla babasına seslenmek isteyenlere sesleniyorum bu şiirle…. Sevdiklerimizin değerini bilmek umuduyla, onları kaybetmeden… Kaybettikten sonra bilinse değerlerin ne kifayeti var ki? Bu şiir tüm babalara, Allah sizlere uzun ömürler versin, başımızdan eksik etmesin.

*SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?

Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum

Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Soylemesine maviydi kör oldum

Taslara gelince hamam taslarına
Taslar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taslarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kotu
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder