23 Temmuz 2013 Salı

WHAT IS THE MEANING OF INDIA &SEX


HİNDİSTANTA DİN VE SEKS
    Bütün öbür Doğu toplumları gibi Hindistan'da aşk ve cinsellik, dinler ve tarikatlar tarafından kutsanan, meşrulaştırılan bir davranış olmuştur. Hindistan'ın çok eski ve karışık tarihi içinde, bazısı birbirinin küçük değişmelerle devamı ve gelişimi olan, bazısı da öncekilere bir tepki olarak doğan çok sayıda din ve tarikat ortaya çıkmıştır. Ama genel eğilim, dünyadan bütünüyle el çeken koyu bir sofulukla nerdeyse boğucu bir erotizmin yanyana, hatta içice varolmasıdır. Yüzyıllar boyunca bu iki çelişik tutum, çeşitli dinler içinde huzursuz bir birlik içinde yaşamıştır.
    Hindistan'a M.Ö. 1500 yıllarında Kuzeybatıdan göç eden ve yerli halkı (Dravitleri) kendine bağımlı kılan aryaların Veda (Kutsal Bilgi) adlı ilahiler toplamında sevinçli ve coşkulu bir erotizm vardır. Doğal güçler kadın ya da erkek kimliklerine sahiptir. Işık, İndra adında bir erkek tanrıdır; şafak da bir tanrıçadır: koku yerine ışıklar sürünmüş, aşığına koşan bir yosmadır. İlahilerin evlenme törenleriyle ilgili olanları da vardır. Gelin, kocasının evine gelince şöyle der: "Bu kadın canlı bir tarla, ona tohum ekeceksin. Çocuklar verecek sana". Veda'lar o dönemde erkek ve kadının karşılıklı statüleri konusunda da bilgi vermektedir: "Toprakta haz, ateşte haz, suda haz. Oğulun babaya verdiği haz yanında hiç kalır bunlar. Koyu karanlıkları oğluyla aşar baba. Hazdan doğar çocuk, haz verir…Kız: bela; oğul: göğün en yüce katında yıldız".
    Hindistan'ın en eski dini, Vedacılığın gelişmesiyle doğan Brahmancılık ya da Hinduizmdir. Bugün de ülkenin ulusal dini, Brahmancılığın daha tutucu bir biçimidir. Hinduizm, Hristiyanlık ya da Müslümanlık gibi sistemli, iç tutarlığa sahip, kapalı, bir din değildir: Hinduizm, zamanla tek tanrıcılığa eğilim göstermişse de, başlangıcında mitolojik özellikler taşıyan çok tanrılı bir dindir. Hindu tanrıları da zartap içinde yeni sıfatlar ve özellikler kazanan çoğu zaman da birbirinin yerini tutabilen tanrılardır.
    Hinduizmin asıl anlamıyla erotik içeriği görece geç ortaya çıkar. Başlangıçta, doğadaki hemen her önemli güce bir tanrı düşmekteydi. Ama bir süre sonra bu görünen güçlerin ardında daha büyük ve gizli bir yaratıcı aranır: "Başlangıçta yalnız katkısız varlık vardı, belirsiz ve şekilsiz. Dünyayı onun düşüncesi yarattı". Bu, Hinduizmin ilk büyük tanrısı Brahma'dır. Brahma da erkek olarak düşünülmüştür ve müzik, şiir ve felsefe tanrıçası olan Sarasvati adında bir karısı da vardır ama, belirgin bir erotik özelliği yoktur. Bir başka önemli Hindu tanrısı da Vişnu'dur. Brahma'nın soyut niteliğine karşı, Vişnu daha somut, nerdeyse "dünyevi" bir tanrıdır; daha maddi, bedensel özellikler gösterir. Sıfatları arasında, Savayambu (kendiliğinden varolan), hari (cezbeden, çeken) ve madhava (bal gibi) vardır. Karısı, güzellik, aşk, mutluluk ve servet tanrıçası Lakşmi'dir. Yeryüzüne inip insan kılığına girdiğinde Vişnu'nun adı Krişna olur.
    Ama Hinduizm'e asıl erotik boyutunu kazandıran tanrı hiç kuşkusuz Şiva'dır. Şiva'nın ortaya çıkışıyla birlikte, Brahman' cılık içinde belirgin değişmeler de olmuştur. Şiva kendinde bütün zıtlıkları barındıran bir tanrıdır: mutluluğun da kaynağıdır, acıların da; dünyevi hazlara metelik vermeyen koyu bir çilekeştir ama, aynı zamanda cinsel gücün, bereketin ve doğurtucu gücün de tanrısıdır. Hortlakların ve kötü ruhların başıdır, aynı zamanda iyilik ve fedakarlığın da simgesidir. Ölümle yaşam arasındaki kapıdır, her iki yana da açılır. Şiva aynı zamanda dans tanrısıdır: dünyayı raksede-rek yaratmıştır, raksederek yokeder ve yeniden yaratır.
Nasıl Brahma ışık tanrısı Agni'nin yerini aldıysa, zaman içinde Vişnu ve Şiva da onun yerini almışlar, Brahma giderek silikleşmiş-tir. Bu üç tanrı arasındaki ilişki bir lotus imgesiyle anlatılır: altın dağda bir lotus vardır; lotusun üzerinde de tanrılar üçgeni. Varlıkların kaynağı bu üçgendir; tam ortasından tanrısal lingam (fallus) yükselir. Bu aynı zamanda, hayat ağacıdır, dünya bu ağaçtan doğar. Ağacın üç kabuğu vardır: en dıştaki Brahma, ortadaki Vişnu, içteki Şiva. Tanrılar ağaçtan ayrılırlar; üçgende yalnız Şiva'nın bekçilik ettiği sap kalır.
Lingam, yani fallus, eski Yunan kültüründe olduğu gibi Hinduizmde de kutsal bir nesnedir; Yunanlılar gibi Hintliler de yaratılışı bir cinsel edim olarak görürler. Bu yüzden tanrılar da çoğu zaman kucaklarında bir kadın tanrıça ile ve penisleri dikleşmiş olarak tasvir edilir; tanrıçanın elinde bazen bir de ayna vardır. Dikleşmiş penis, tanrının cinsel enerji ve arzuyla dolu olduğunu ve biraz sonra evreni yaratacağını gösterir. Ayna da, dünyanın tanrı Şiva'nın kendi cinsel enerjisinin boşlukta yansılanmasından başka birşey olmadığını simgeler.
     Cinselliğin kutsal ve yaratılışın da cinsel bir süreç olduğu inancı, Hinduizmin Ve dalardan sonra en önemli kutsal metinleri olan Upanişadlarda dile getirilmiştir. M.Ö. 800-500 yılları arasında yazılmış olan bu metinlerin ilki şöyle der: "Başlangıçta bu dünya, bir insan biçiminde tek Benlikti. Çevresinde kendinden başka kimse yoktu…Ve sıkılıyordu. Bir ikincisini arzu etti. Gerçekten de birbirine sarılmış bir erkek ve bir kadın kadar büyüktü. İkiye bölündü. Böylece koca ve karı doğdu…Kadınla çiftleşti. Bundan insanlar doğdu". Bu alıntı da göstermektedir ki, Hinduizmde Hristiyanlıktakine benzer bir ilk günah düşüncesi ve cinselliğin suç olarak görülmesi yoktur. Hindistan'daki tapınakların çoğunun merkezinde, fallus biçiminde bir ikon bulunur. Bunlar, dünyayı besleyen meninin ve cinsel enerjinin cisimleşmesidirler. Lingam dünyanın kökü, kaynağıdır. Yaratılış bir erkek öğenin yanında bir dişi öğeyi de içerdiği için, dişilik simgelerine de tapınmak mümkündür. Tapınaklarda ve kutsal tasvirlerde, kadının cinsel organını, (yoni) temsil eden ikonlar da vardır. Ama en çok raslanan, lingam ve yoninin birleşmesini temsil eden ikonlardır.
     Cinsel enerjinin evrendeki asıl yaratıcı güç olduğu inancı, Brahman tarikatlarından bir bölümünü, bu enerjiyi kendilerinde saklamanın gerekli olduğu düşüncesine götürmüştür. Böylece, meninin cinsel birleşmede ya da uykuda cinsel düşler sırasında yitirilmesine karşı çıkan ve Vücutta biriktirilmesini savunan bir cinsel perhiz doktrini ortaya çıkmıştır. Buna göre, insanda biriken meni köpürecek ve insanı bir tür sarhoşluğa götürerek dünyanın sırrına ermesini sağlayacaktır. Çin ve Japonya'da benzerleri görülen bu cinsel perhiz öğretisi Hindistan'da çok yandaş bulamamış ama boşalmaksızm orgazm olunmasını sağlayan karezza tekniğinin geliştirilmesine yol açmıştır.
     Hindu tapınaklarının çoğunda çeşitli cinsel duruşlarda kadın heykelleri ve kabartmaları vardır. Bunlar, insanın ölümünden sonra gideceği tanrılar dünyasının vaatleridir. Apsarase adındaki bu kızlar tanrıların hizmetkarlarıdır. Ancak, Hindu tapınaklarında, heykellerin yanısıra deva-dase adını alan canlı kızların da bulunduğu bilinmektedir. Bu tapınak kızlarının görevi, ziyaretçileri ağırlamak ve eğlendirmektir. Tapınaktaki kutsal lingam'ın çevresinde günde üç kez raksetmek zorunda olan bu kızlar tanrıyla evli sayılmaktadırlar. Böyiece devadaselerle cinsel birleşme tapınağa gelen ziyaretçiler için tanrıyla birleşmenin de bir yoludur. Devadaselerin çocukları da tapınak hizmetleriyle görevlendirilir. Devadase, Yunan tapınak fahişesi Hierodül gibi kutsal sayılır.
     Hindistan'daki tapınakların en ünlüleri Khajuraho'da bulunan iki tapınaktır. Bunlar, M.S. X. yüzyıldan kalma Lakşmana tapınağı ile XI. yüzyıldan kalma Vişvanatha tapınağıdır. Bu tapınaklarda, bir Hindu tarikatı olan Kaula üyelerinin toplu cinsel birleşme ve danslarını gösteren heykeller ve kabartmalar çok tahrip olmadan bugüne kalabilmiştir.
     Bu kabartmalarda ve albüm minyatürlerinde görülen cinsel birleşme biçimleri ve duruşlar, en geniş hayal gücünün bile sınırlarını zorlayacak bir çeşitlilik gösterir. Bir cinsel "adabı muaşeret" kitabı olan Kama Sutra'da ayrıntılı olarak anlatılan bu duruşlar ancak çok yüksek bir atletik yeteneğe sahip kişilerce uygulanabilir. Hintli tapınak kızları da böyle bir yeteneğe sahip kızlardır; hepsi rakkase olarak yetiştirilmiştir. 17. yüzyılda Hindistana giden Fransız gezgin Tavernier, bir tapınak kızının yere atılan bir parayı, köprü kurar gibi geriye doğru eğilerek dudaklarıyla aldığını anlatır.
     Cinsel birleşmenin bu törensel ve kutsal niteliği albüm minyatürlerinde de belirgindir. Bunlardan bir çoğu, bir aşk tanrısı olarak da kabul edilen Krişna'yı tanrıçalar ve kadınlarla sevişirken gösterir. Çoğunda Krişna'nın seviştiği kız Radha'dır. Radha bütün dünyayı ve insanlığı temsil eder. Bütün ruhlar dişi kabul edilir ve hepsi de kendini Krişna'ya verir.
Eski Hindistan'da yasaklayıcı cinsel kuralların ilk kez sistemli olarak Buddha tarafından getirildiği söylenebilir. Buddha, yakın akraba arasında evlenmeyi altıncı göbeğe kadar yasaklamıştır. Bununla birlikte, özellikle kadınlar için geçerli olan kısıtlamaların tarihi çok daha eskidir. Kadının kocasına sadakati mutlaktır. Hatta evlilik, ölümden sonra da sürecek bir ilişki olarak görülür. Daha M.Ö. 2000'de Arya kabilelerinde kocaları ölen kadınları yakma uygulaması görülmektedir. Sati adı verilen bu uygulama daha çok üst sınıflara özgüdür. Çoğu araştırmacılar, yakılan dul kadınların mirasına konan Brahman rahiplerinin Sati'yi teşvik etmiş olduktan görüşündedirler. Bu uygulama, 1829 yılında, Hindistan'ı işgal eden İngiliz kuvvetlerinin komutanı tarafından yasaklanmış ve zaman içinde ortadan kalkmıştır.
Öte yandan XVIII. yüzyılın sonuna doğru Hindistan'daki tarikatlar içinde en tutucu olanları güç kazanmaya başlamış ve Hinduizmin erotik boyutlarını bastırmaya girişmişlerdir. Daha sonra İngiliz yönetimi de bunları teşvik etmiş ve diğer tarikat ve tapınakları kapatmışlardır. Böylece, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda doruk noktasına çıkan Hint erotik sanatı sonra ermiştir.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder