BULGARISTAN DEMİR – BABA TEKKESİ
Bak, bak,
Silistre’ye KIZANA’YA, DEMİR-BABA’ya. Burada
yatanlar, burada kalanlar Bizim anamız, bizim babamız!Demir-Baba
Tekkesi YALNIZ Bulgaristan’da değil, Balkan Yarımadası’nda Osmanlı döneminden
kalma, eşsiz ünlü bir yerdir.
Demir-Baba
Tekkesi (Sboryanovo), Deliorman yöresinde Hezargrad kenti yakınında derviş
tekkesi, ziyaret yeri. Ne zaman yapıldığı bilinmiyorsa da Osmanlı dönemine
aittir.” Deliorman’ın Razgrad sancağında
Mumcular (Sveştari) köyünün 4 km. batısında güzelliklerle dolu bir vadi
uzanmaktadır. Bu derin vadide sarp kanaralıklar, henüz gereği gibi incelenmemiş
doğal mağaraların altından yılan gibi büküle büküle “Demir-Baba Deresi”
akmaktadır. Derenin başı güney batıda daralan yamacın sonundaki kaynaklardır.
Bunlardan en önemlisi halkın kutsal saydığı “BEŞPARMAK” denen
su Deliorman’ın en gür suyudur (saniyede 140 1). Bu suyun batısında iç avluda
sarkan kanaralıklar altında taş türbe yükselmekte söylentilere göre burada
Alevilerin evliyası “DEMİR-BABA” yatmaktadır. Bunun için buraya DEMİR-BABA
TEKKESİ denir. Bambaşka güzelliği ve heybetli görünümünden dolayı bu yer
Deliorman’ın karakteristlik görünümünden ayrılmaktadır. Bu büyük taş türbe
(mavzole) bir çok gezginin dikkatini çekerek onlarda buraya karşı ilgi
uyandırdı. Demir Baba Tekkesi hakkında ilk defa Bulgar topraklarında 17.Y.Y.
(1651) DA SEYAHAT EDEN Evliya Çelebi anılarında buradan söz etmektedir.
1860-1879 yıllarında Balkan ve Tuna Bulgaristan’ı hakkında buralarının
tarihsel, coğrafya ve etnografyasını incelemek için F. Kanits yaptığı gezide bu
tekkeyi de incelemiş daha sonra K. İreçek, K.İşkorpil, Fr. Babinger, An.
Yavaşov ve S. Severnak da buraya ilişkin bir çok yazı yazmışlardır. Türbe pek
büyük olmayan parlak iyi perdahlanmış taşlardan sarp kayalığın ağaçla kaplı
yamacın dibine kurulmuştur. Binanın yönü doğudan batıya doğru olup tuğladan
yapılmış alçak bir antereden geçince kubbesi sivri tepeli giriş binasından
geçtikten sonra asıl mezarın bulunduğu 7 köşeli binaya girilir. Bu bina iki
kayanın arasına yapıldığından duvarların boyları bir değildir. Türbenin
ortasında ağaç bir lahit vardır.Razgrad Arkeoloji Müzesi yöneticilerinden Anani
Yavaşov 1934’te yayınladığı “Demir-Baba Tekkesi” kitabında derenin sol yakasında
“Kalesırtı” ve “Dimitri Kalesi” kitabında iki kale bulunduğunu ve onların
karşısında derenin sağ tarafında bir kale daha bulunduğunu, bu üç kalenin tam
ortasında 500 m. kadar mesafede türbenin bulunduğunu yazar. Arkeologlar çok
eskiden burayı insanların kutsal saydığını, ziyaret ederek adak kurban
kestiklerini söyler, hatta eski Bulgar Han’larından Omortag Han’ın buraya
gömüldüğünü iddia ederler.
Buraya inşa
edilen binaların çeşitli zamanlarda inşa edildiğini gösteren birçok kanıtlar
vardır: Türbe binası iki kayanın arasına yapılmıştır ve iki yanında bütün
kayadan yontulmuş merdivenler vardır. Bunlar, o zaman bina yapılırken iskele
gibi kullanıldığını göstermektedir. Kuzey doğusundaki 6 merdiven hala
durmaktadır. Türbenin bulunduğu yere eski Bulgar büyüklerinden birinin
gömüldüğü sanılmaktadır. Bulgarların kuzeyden geldikleri gibi Aleviler de
kuzeyden Horasan’dan gelmiştir, birlikte yaşadıkları için birbirlerinin evliya
ve azizlerine saygıları vardır. Buralara yerleşince buradaki yatırı ziyaret ederek
her topluluk onu kendine mal etmeğe etmeğe çalıştıklarını ileri süren
tarihçiler vardır. Müslümanlarda olduğu gibi Hıristiyanlar da burasını kutsal
sayarlar. Her yıl 1 Ağustos’ta İlinden (İliya günü) Bayramı yapılmaktadır.
Burada adak kurbanları kesilir, Başparmak suyu zemzem gibi içilir, evlere
götürülür. Türbenin batısındaki mağaralardaki Deliktaştan baş örtülerini
geçirirler, güya başağrısına iyi geldiğine inanırlar. Türbenin güney
tarafındaki taş duvardaki deliğe taş atarak şeytan taşlanır. Beşparmak suyunda
yıkanıp bir gece orada kalınca hastaların sağlığa kavuşacağına inanılır. Evliya
Çelebi bir zamanlar burada 150 derviş bulunduğunu, aş ocağının gece gündüz
kaynadığını, gelene geçene yemek verildiğini yazıyor. Hatta bu gelenek yakın
zamana kadar süre süregelmiştir.K. İreçek ve Fr. Kanits’e göre Demir kelimesi
lakab olup asıl adının Hasan olduğunu söylüyorlar. Demir Baba’nın pehlivan
olduğu da söyleniyor, fakat lahit üzerindeki levhada: “Ali’den üstün süvari
yoktur” yazılı olup Demir Baba’dan söz edilmemektedir. Türbede Demir Baba’nın
olduğu söylenen büyük bir çakı ve 40 cm. uzunlukta 3-4 kg. ağırlığında bir çift
madeni ayakkabı vardır, bunun için ona Demir lakabının verildiğini iddia eden
tarihçiler vardır. Türbenin dış tarafında yuvarlak 75 kg. ağırlığında yalabık
bir taş vardır, buna fındık taşı derler
Bu taş şimdi yerinde yoktu, bazı nedenlerden ötürü ortadan kaldırıldığı
söyleniyor.
Söylenceye göre,
Demir Baba mezarını kendisi yapmıştır. Halk arasında söylenenler: Demir
Baba’nın Tatar ülkesine, Moldovya’ya Macaristan’a giderek birçok savaşlara
katıldığı, Viyana savaşından dönüşte Budin Kalesi yanından geçtiği ve gelip
şimdi türbenin bulunduğu yere yerleştiği şeklindedir, bunun için kesin tarih
yoktur, bugüne kadar bu türbenin esrarı bir türlü çözülemiyor. Kimisi burasının
eskiden beri kutsal bir yer (ayazma) olduğunu iddia ediyor, dayandıkları:
Tırnova’da bulunan bir yazıda “Pliska (İlk başkent Pliska-Aboba) ile Tuna
nehrinin tam ortasında suyu bol, sarp kayalıklar arasında doğal bir kal’a gibi yer
olduğunu..” bildirmektedir. Türbenin iç avlu kapısı üzerindeki 2×0.9 m. taşın
bir lahit olduğunu kanıtlamaktadır.
“Deliorman’a tarikatlar çok eskiden yerleşmiştir. Şeyh Bedrettin
Sinop’tan Eflaka geçtiği zaman, Deliorman’dan etrafına binlerce kişi taraftar
toplanmış, Kocabalkan’ın güney tarafına geçerek devlete kafa tutmuştu. Bunlar
daha önce tarikata aşina adamlardı. Deliorman’a o zaman Ağaç Denizi denirdi.
Çünkü sık, güneş geçmez ormanlarla kaplıydı. Aşık paşazade ayni tabiri
kullanır. Şeyh Bedrettin’in torunu Hafız Halil’in atasını müdafaa için yazdığı
mesnevisinde ayni tabir vardır: “Düştü Ağaç Denizi’ne merhale” diye
yazmaktadır. Sonraları Deliorman denilmiş, resmi kayıtlarda ise Divane Orman
tabiri geçer. Burada asırlarca halkın gönlünde yatan bir ermiş kişi vardır ki,
o da DEMİR BABA’dır. Kayıtlarda Timur Baba, Timur Dede, Umur Baba diye üç
şekilde yazılı olan bu zatın tekkesi Deliorman’ın göbeğinde tabiatın güzel bir
köşesinde, yeşil orman içinde su kenarına kurulmuştur. Civardaki orman meşe, gürgen,
ıhlamur, karaağaç, dişbudak, fındık, kızılcık, her nevi ağaçlarla kaplıdır.
Ormanda kuşların ötüşü manzarayı daha da şairane süsler. İşte tarihi belirsiz
Demir Bab, burayı kendine hem mesken hem medfen seçmiştir.”
Evliya
Çelebiden: RUSÇUK’tan SİLİSTRE YOLCULUĞU
Evvela
şarka Tuna sahillerini takip ederek (İlhanlar) köyüne geldik. Rusçuk
nahiyesidir. Burada Deliorman derler mamur nahiyelerdir. Paşaların has
voyvodalığıdır. “Mum söndürüp, şah sevindirir” diye bir taifeyi kötülerler ve
düpedüz iftiradır. Ancak bir alay rençber fukara levend meşreb adamlardır.
Oradan (Küçük İlhanlar) köyüne geldik. Buradan yine şarka doğru Mustafa Baba
(Demir Baba) tekkesine geldik.
Mustafa
Baba Tekkesi: Hacı Bektaş Veli
tekkesidir. Rum, Arab, Acem’de meşhur tekkedir. Bir yerden geliri yoktur. Yüz
elli baş ayağı açık erbab-ı maariften fakr ü fake erenleri vardır ki, gönülleri
yanık dervişler asıl bunlardır. Alçak bir geniş meydanı var. Şiddetli kışta
araba ile meydanı muhabbete pelit odunları yığıp, alev alev yakıp bütün aşıklar
dört taraftan can sohbeti edip devletin devamına, padişahın şevketine duaya
devam eder ki önder pir-i azizin mübarek mezarı etrafında o kadar sanatlı gece
kandiller ve şamdanlar ve alem, tabıl, kudümler vardır ki, dillerle anlatılmaz.
Gündüz gece mutfağında yemeği pişirip gelip geçene sabah akşam nimetleri
boldur. Bu kadar masrafları olunca beyan ettiğim üzere belirli bir geliri
olduğundan ileri gelmeyip ancak bazı hayır sahiplerinin adak ve ihsan gibi bazı
hediyelerindendir.” (4)
Söylenceye
göre Demir Baba civar köyleri (Kuvancılar, Kızılburun vb. köyleri) dolaşmış
hiçbir köy ona yer vermemiş, o da onlara “Sizin öküzünüz kırmızı olsun… sizin
kızlarınız kocaya gitmeden evde doğum yapsın… siz her Cuma günü camiden
çıktıktan sonra kavga edin” diye ilenmiş, (büyükler o köyleri Demir Baba’nın
ilenci tuttu diyordu. A.H.) Türbe küçük bir avlu içerisinde bulunmaktadır.
Binaya girmezden önce sağ tarafta yerde delik taş olup bu delikten kadınlar
çenber (yazma) lerini geçirerek baş ağrısından kurtulacaklarına, soldaki deliğe
göz kapayarak işaret parmaklarıyla uzlatıp şeytanın gözünü çıkaracaklarına,
Türbenin dışında sol tarafta (güney’ki büyük ağaca sarılıp istediğini diler,
kuzey batıdaki türbe binasındaki merdivenlere çıkıp arkaca inerse çocuğu
olmayan kadınların çocuğu olacağına kayalıktaki mağaradaki delik taştan üç kere
geçilirse günahtan temizleneceğine, fındıktaşı yanında dilek namazı kılınırsa
her istediği olacağına inanılır. Sandukanın ayak ucundan alınan toprak derde
deva olduğu, türbe içinde mezar başında yeşil sarıklı bir kavuk vardır, herkes
bunu başına giyer istek ister, başucunda büyük bir çakı vardır, bu çakı ile
Dede’nin türbe taşlarını yonttuğuna inanılır bu çakı ile bacak ve kollara
vurulur, demir ayakkabılar giyilerek “ayaklarım, dizlerim demir gibi sağlam olsun”
derler. Fındıktaşını günahsız kişilerin kaldıracağına inanırlar, bu taşı
kaldıran kadınlar, omuz başından arkasına atan erkekler olduğu gibi türbe
önündeki ahşab binanın üst katına alıp merdivenlerden yukarı çıkaran erkeklerde
vardır.
KAYNAK:
1-
Bulgaristan’da Türkçe Yer Adları Kılavuzu – M. Türker Acaroğlu Ankara, 1988,
s.132
2-
Taynata ne edna grobnitsa (Bir Türbenin Esrarı) – Evgeniy Teodorov Sp. “Nauka i
tehnika” 1972 Ludogoriya (Deliorman Gazetesi).
3-
Bulgaristan’da Türkler-Osman Keskioğlu, Ankara, 1985 Kült. Bak. s. 51, 52
4-
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 1970, Cilt: 5, s. 228
Cem
Dergisi, Demir Baba Tekkesi 1, Sayı: 29, Yıl: 1993, Sayfa: 45-47
DEMİR – BABA TEKKESİ – II
“Türbenin
çıkışında bir kaynak vardır. Çok bol, berrak ve gür suyu bulunan bir kaynak,
adı da Beş Parmak. Rivayete göre Demir Baba beş parmağı ile yeri şöyle bir
dürtüvermiş ve yerden hemen su fışkırmış. Üzerine bir kameriye yapılmış.
Kaynaktan fışkıran su aşağıya doğru Demir Baba vadisinden akıp gider,
böylelikle de küçük bir dere, bir akarsu meydana getirmektedir. Biraz daha
ileride, suyun üzerine bir köprü kurulmuş. Burası “Kurban Kesme” yeridir.
Etrafta ahşap bina vardır. Bu binalar da Türk tarzı mimarisine uygun olarak
yapılmıştır. Bir tanesinin ismi Meydan Evi’dir. Çünkü bina bir meydan kadar
büyüktür. Şekli yuvarlaktır. Bir daireyi andırır. Tavan tahtaları kenardan
başlayarak tavanın ortasında bir noktada birleşirler. Üçgen şeklindeki bu
tahtaların uçları, tavanın tam ortasında bir noktada birleşir ve ortada bir
delik meydana getirir. Ziyaretçiler ekseriya kadınlar bu deliğe parmak sokup
dilekte bulunurlar. Demir Baba Tekkesinin bir camii vardır. Son zamanlarda
burada kargir bir binanın da yapıldığını biliyorum. Tekke bir siteyi andırır.
Demir Baba vaktiyle bütün bu siteyi çevirecek bir şekilde taştan bir duvar
yapmış. Rivayete göre yalnız bu taş duvarları Baba, bir Cuma günü Cuma namazına
kadar yapıvermiş.Türbe’nin bitişik olduğu kaya çok diktir. Özel bir dar yoldan
yukarıya kayanın düzüne çıkılır. Kayanın düzünde taş üzerinde Demir Baba’nın
ayak izleri vardır. Ayrıca namaz kıldığı yerlerde ayak izleri, secdeye
vardığında dizlerinin yerleri ve ellerinin taşa dayandığı yerler, alnını yere
koyduğunda meydana gelen oyuklar bellidir. Biraz daha ileride avlanmıştır.
Buralarda av kovarken kendi izleri, kopoy ve tavşan izleri görülür. Bütün bu
yazdıklarım işin efsanevi tarafıdır. Hakikat olan şudur ki, ortada şirin bir
türbe değerli bir mimari eser mevcuttur. Zahiri şekline ve mimari tarzına
bakılırsa Mimar Sinan veya onun bir çırağı da kalfası yapmıştır.
“Demir
Baba halkın çok hürmet ettiği bir zattır. Her mevsimde ziyaretçiler eksik
olmaz. Alevi, Sünni hepsi akın akın gelir (Deliorman, Gerlova, Tuzluk ve
Dobruca Alevi’leri Ekim ayının başında belli bir günde toplanarak ayin-i Cem
yaparlar A.H.) Kurban kesilir, dilekler dilenir, adaklar yerine getirilir.
Demir Baba’nın Romanya Voyvodası ile bazı menkıbeleri halk arasında hala
söylenir. (Voyvodanın karnının şişmesi, bundan kurtulmak için
tekkeye tuz vakıf yapması gibi.) Demir Baba Razgrad İslam cemaatine bağlıdır.
(Bulgaristan Osmanlı devletinden ayrıldıktan sonra burasının vergisini
civardaki Küçük Kokarca, Büyük Kokarca, Mumcular, Zavut, Duraçköy, Yunus Abdal
köylerinden hiçbiri üzerine almadığı, bunu Razgrad’ın ödemeyi kabul ettiğinden orasının
vakfı olduğunu söylüyordu köyümüz yaşlıları A.H.) Tekkenin geniş arazisi, vakfı
vardır, fakat elde vakfiyesi yok, belki mütevelliler elinde kalmış. Vakfın
mütevelli, nazır kayıtları mevcuttur. Tevliyet ciheti akrabaya şart edilmiş.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Defterlerince Demir Baba’nın nezahat, tevliyet,
hatiplik cihetleri kayıtları vardır.” Hezargrad’da medfun Şeyh Timur Baba
zaviyesi evkafının hasbi nazareti seyyid Molla Osman’a Tevcih, 18 Safer, 1195
(1780) (Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi 1168 No.lu defter). (6)
1930-31
yıllarında Demir Baba türbesinde yatanın Han Omortag olması olasılığı üzerine
kemikleri çıkarılıp bilimsel incelemeler sonucu buradaki cesedin kemiklerinin
üç-dört yüzyıl önce yaşamış bir kimseye ait olduğu anlaşıldı, kemikler yeniden
türbeye gömüldü. Bu mezar davasında Razgrad İslam cemaatı çok uğraştı, bu
hususta Rusçuk mebusu Hafız Sadık’ın çok yardımı olmuştur. Tarihçi Trenkov
(Şumnulu) Demir Baba hakkında inceleme yapmıştır. Anani Yavaşov (Razgrad’lı)
Demir Baba hakkında kitap yazdı.
Dobruca
ve Deliorman’da Demir Baba ile GİZLİ SULTAN (Bedrettin) adı geçer. Bugün
tarikatlar gittikçe artan bir dejenerasyon seyri içindedir.
Rumeli’de
Abdalların (Rum Gazileri) dervişlerin rolü büyüktür (7). Yavuz
ve Kanuni zamanında Alevilerin Anadolu’dan Balkanlara sürülmesinde Alevilik
yayıldı. Dobruca’da Sarı Saltık Dede Ahmet Yesevi ile Hacı Bektaş Veli’nin
mürididir (8). Demir Baba Sarı Saltık Dede’nin mürididir.
Bulgarlar Demir Baba Tekkesine Sveti Dimitar (Aziz Dimitar) derler, bu tekke
1944 yılına kadar Razgrad İslam Cemaatı’nın idaresindeydi (9).
NEFES
Arzulayıp
sana geldim
Ol
mübarek yüzün gördüm
Eşiğine
başım koydum
Timur
Baba Hu.
Kubbelerin
yaldızlıdır
Kandilleri
dizilidir
Anda
Allah gizlidir
Timur
Baba Hu.
Matbahında
kaynar aşı
O’dur
anların hem başı
Hüseyin
Dedem kardaşı
Timur
Baba Hu.
Baş
ucunda durur tacı
Erenler
ana duacı
Ana
varan oulr Hacı
Timur
Baba Hu.
Etrafında
yeşil bağlar
Ortasında
sular çağlar
Dertli
Katip (10) durmaz ağlar
Timur
Babam Hu.
Kaynak:
5-
Kader Kurbanı- Osman Kılıç, Ankara, 1989, Kült. Bak. s.8,9
6-
Bulgaristan’da Türkler-Osman Keskioğlu, Ankara,1985,Kült.Bak.s.52,5
7-
Yeni Hayat- Edebi Makaleler, Rıza Mollov s.115
8-
Gacanov ve Marinov
9-
Bulgaristan Türkleri – M.Necmettin Deliorman – s.64
10-
Dertli Katip, Şumnu’ludur. Deliormanda Bektaşi Tekkesi Demir Baba’nın
mürididir. Naki Baba’nın verdiği bilgiye göre 1694 yılında yaşıyordu.
Cem
Dergisi, Demir Baba Tekkesi 2, Sayı: 30, Yıl: 1993, Sayfa: 48-49
ADALETİN SAVAŞÇISI
DEMİR BABA
Demir
Baba yalnız bilginler bilgini olarak değil yoksulların, zülme uğrayanların adil
savunucusu olarak da ün yaptı. Birçok haksızlığa çaresizliğe uğrayanlar hemen
yardım ve himaye etmesi için ona koşuyor, o da mazlumları ezip geçiren paşa,
bey tahsildar ve kadılara yeri geldikçe layık oldukları cezayı veriyordu.
Ona,
ilk önce Kemaller köyünün sürü sahipleri başvurdu. Padişah’ın tahsildarları
düzmece çizelgelerle, hayvan sayısını iki, üç kat fazla yazıp, yılda üç defa
vergi toplamaya geliyorlar, gelirken de yanlarına yağlı kamçılı jandarmaları
alıp getiriyor, hayvan sahipleri üzerine çörekleniyor, hafta boyu kendilerini
kuzuyla beslettiriyorlardı. Bilginler bilgini, adaletin savaşçısı Demir Baba,
köylünün şikayeti üzerine, sahtekarlık, düzmecelik olup olmadığını anlamak
üzere, tahsildarların kitap ve defterlerini görmeye gitti. Onları “Üçpınarlar”
yanındaki “Kitap Kulağı”nda ziyafette bir kızartılmış kuzunun üzerine çökmüş,
habire tıkınırken buldu. Etraflarındaki jandarmalar yan gelmiş yatıyorlardı.
Bilginler bilgini Demir Baba bunlara yaklaşarak: “Bu bölgedeki yoksul kişilere
niçin bu kadar vergi yükletiyorsunuz? Bilmez misiniz haksızlığın her zaman
hoşnutsuzluk, başkaldırı doğurduğunu?” Tahsildarlar başlarıyla jandarmaları
işaret ederek: “Şu Pir-i faniye bizim adaletimizi gösteriverin!” der demez
jandarmalar yerlerinden fırladı, vurmak için kamçılarını kaldırdılar. Fakat
adaletin savaşçısı sağ elini yukarı kaldırınca yukarı kalkan kamçılar aşağı
inip sırtında şaklayacağı yerde, kızgın yılan gibi kasırga halinde dolana
dolana yukarı çıkarken tahsildarların kitap, defter ve hesap pusulalarını da
alıp gökyüzüne kaldırdı. Yırtılan kağıtlar “Kitap Kulağı” ve tüm Deliorman
alçağına dağıldı. Sürü sahipleri, “Kurtulduk!” diye sevinçten bağrışıyor,
“Akkoyun meler gelir-Dağları deler gelir” türküsünü söyleyip oynuyorlardı.
Vergiden kurtulanlar Demir Baba’ya minnettar kalarak ona bir kuzu hediye
ettiler. Bu olaydan sonra bu yere “Kitap Kulağı” sonraları ise “Kurtuluş
Kulağı” denmeye başladı. Daha sonra kısaca “Kurt Kulağı” ve çevredeki ormanda
“Kurt Ormanı” adını aldı.
Yıllar
sonra, 1876 yılının Mayıs ayında Tanö Voyvoda çetesiyle bu ormana saklanmıştır.
Padişahın tahsildarları bir daha buraya Demir Baba’nın sihirli gücünden
korkarak yaklaşmaya cesaret edemediler. Yetkililer başları önde, yüzleri
kıpkırmızı, boyunlarını eğerek İstanbul’a savuldular. Bir daha onlardan haber
alınmadı. Sürü sahipleri birkaç yıl vergiden kurtuldu.
Adaletin
savaşçısı Demir Baba’ya ikinci şikayet, Razgrad ahalisinden geldi. Kadıdan
şikayetçiydiler: Razgrad kadısının şeriata göre hüküm vermediği, yargıladığı
kişilerden, kim rüşvet verirse onu haklı çıkardığı çok açgözlü olduğunu, rüşvet
olarak topladığı paralarla tefecilik yaptığı, borç verdiği paraları iki üç kat
olarak topladığı… Allah göstermesin, bir kişi borcunu ödemeden ölürse,
gömülmesine izin vermediği, eğer gizlice ölen olursa gidip sırıkla mezarını
döverek üzerine kaynar su döktüğü anlatılıyordu. Eğer biri cesaret edip bu
haksızlıklarından dolayı şikayet edecek olursa hemen cezaevine kapatır, yada
isyancı olarak Razgrad, Popköy yolu kenarındaki “Darağacı”na yollayıp, malına
mülküne el koyuyordu. Kadı, özellikle haksızlıkları hakkında türkü düzen
aşıklara, fıkralarla onunla alay eden yada halka onu buradan kovalamalarını
telkin eden hikayecilere hiç soluk aldırmaz, onlara elinden gelen kötülüğü
yapardı. Razgrad ahalisi Demir Baba’nın ayaklarına kapanarak: “Aman Demir
Babacığım. Bizim Razgrad kadısı bize akgün göstermiyor. İnim inim inletiyor.
Gel bizi ondan kurtar!” diye yalvardılar. O da kalkıp Razgrad’a gitti. Kadıyı
mahkemede aradı, mübaşir: “O, ona borcu olan birini cezalandırmaya mezarlığa
gitti” dedi. Mezarlığa gitti, ne görsün kanunun temsilcisi kudurmuş halde,
elinde kalın ve uzun bir sırıkla taze bir mezara vur ha vur, hem dövüyor, hem
sövüyor: “Borcunu ödemeden savuşacaksın ha? Seni kırk gün etin kemiğinden
ayrılıncaya kadar öyle döveceğim ki, benim elimden hiçbir borçlunun
kurtulamayacağını bilesin!” Bilginler bilgini yaklaşarak hayretle: “Sen nasıl
insansın, hiç kimseden sıkılmıyor musun? Ölünün mezarını küfür ederek
dövüyorsun, günah değil mi?” “Sen de kim oluyorsun, nereden çıktın?” diye kadı,
köpek gibi hırladı. Demir Baba: “Ben adaletin savaşçısıyım” deyince de: “Burada
adaleti yalnız ben veririm” diyerek dişini gösterdi. “Savul git işine, elimdeki
şu sırıkla sana da paysınırsam, görürsün gününü!” “Sırığın iki ucu vardır”
diyen Demir Baba’ya padişahın hakimi, sırığı yukarı kaldırarak: “Al sana bir
ucunu” diyerek var güçle Baba’nın üstüne yürüdü. Demir Baba sağ elini kaldırınca,
kadı neye uğradığını anlayamadı. Sırığa sarılmış olarak yere çöktü, ağzı
köpürmeye başladı. Meğer felç gelmiş! Alacaklasının üzerine düşerek tepine
tepine can verdi. Oraya gömüldü. O günden sonra burasının adı “Kadı Mezarı”
olarak kaldı. “Başpınar” üzerindeki mezarı, yakın zamana kadar yaşlılar
tiksine, tiksine gösteriyorlardı. Demir Baba bu kadının cenazesinde bulunan
halka: “Bu kadı, sultan kadar zenginliğe sahip olmak isterdi. Şimdi, al sana
iki ve üç arşın dödüğün borçlu fakirin mezarı kadar toprak. Sana verilen bu
yüce makamda bu açgözlülük neydi? Para yada, toprağa da doy şimdi!” diye
konuştu.
Demir
Baba, Kara Davut Paşa
Sultan
I. Murad. Başkomutan Kara Davut Paşa’nın 1000 süvari ile Balkan’a yürümesini
Maçin, Deliorman, Dobruca, Batova ve Tuna’dan denize kadar tüm ülkeyi, yeri
göğü birbirine katmasını emretti. Kara Davut, bir zamanlar Tiça denen Kamçı
Çayı’nı geçerek Balkan’ı bastı. Karapanca, Dobruca, Batova ve Çukurköy
vadilerindeki tüm kilise ve manastırları toz duman etti. Tuna nehri ve Karadeniz
arasındaki toprakları zaptederek İstanbul’a döndü. Sultan’a: “O toprakları toz
ettim. Kül ettim” dedi. Sultan da bundan sonra o yerlere “Tozluk” densin
diyerek Kara Davut Paşa’yı Deliorman’ın en güzel ile mükafatlandırdı. Beşparmak
kaynağından Ayazına kasabası duvarların yıkıntılarına kadar olan vadi Kara
Davut Paşa’nın mülkü oldu. Balkanla Deliorman arasındaki yerle “Tozluk” dendi.
Karapança
Deresi Vadisi’nin Sahibi
Karapança
Deresi Vadisi’ne bir ıssızlık çöktü. Canlı cansız herşeyin üzerine ölü toprağı serpilmiş
gibi uyuyordu. Yalnız Beşparmak kaynağından fışkıran durucacık sular şırıl
şırıl akıyor, karaca ve sığınlarla arasıra Aziz Georgi Tapınağı’nın
yıkıntılarına mum yakmaya gelen karamsar dindar köylülerin susuzluğunu
dindiriyordu. Bu insanlar buraya geldikçe dertli dertli “Neredesin Aziz
Georgili!” yahut “Neredesin Demir Babacığım?” diye haykırdıkça. Vadinin sahibi
de üç defa yankılanan “Eee! Eee!” diye ölmediği. İnsanları korumasını
sürdürdüğünü onlara sezdiriyordu. Her yıl bahar gözünü açtığında Hıdırellez
(Hızır İlyas) günü çevre köyler halkı Beşparmak kaynağı yanındaki manastır
yıkıntıları üzerine yine mumlar yakıyor bunların şavkı titreye titreye gecenin
geç saatlerine kadar parlıyordu. Bu bölgeyi zapteden Kara Davut Paşa bu mum
yakma işine bir türlü razı olmuyor. “Manastır yıkıntıları üzerine her kim mum
yakarsa öldürülüp cesedi de gömülmeden bırakılsın, bu cesetlerin ruhu geceleyin
hortlak gibi dolaşıp feryat etsin. Yolcuları korkutsun” dedi. Bundan sonra her
ilkbahar yerden som sarı çiğdemleri çıkıyor. Canlı mumlar gibi ışık saçtıkça
dağ yalıma desiyor, taş yalıma kesiyor toprak yalıma kesiyor, her gece
yakındaki vadide gömülmeyenlerin ağlayış ve inlemeleri gece kuşlarının
çığlıklarına karışarak yolcuları korkutuyordu. Bundan ötürü Türkler buraya
“Cinkulağı” diyordu. Her yıl manastırın tapınak bayramı Hıdırellez’de çevre köy
ahalisi Hıristiyan, Müslüman yine buraya akın ederek Beşparmak kaynağı
yanındaki manastır yıkıntıları üzerine yaktıkları mumların şavkı vadinin kuytu
yerlerini aydınlatırken insanların ruhunda da bu vadinin sahibi “Demir Baba”
sağ. Karanlıkta yankılanan onun sesi, ondan başka burası kimsenin olamayacağı
ümidi uyanıyordu. Fakat komutan Kara Davut Paşa bu durumu anlıyor ve buna çok
öfkeleniyordu. Kılıcıyla birçok yerleri. Kal’aları alıp insanları dize getiren.
Şimdi bunları mı itaat altına alamayacak? Burasını çiftlik haline koyup sürü
sürü koyun. Sığır geçtirecek Beşparmak Kaynağı yanındaki kenara altına da ahır,
ağıl yapmaya karar verdi. Karapança Vadisi’nin tam sahibi oldu. Irgatlar
çobanlar artık manastıra mum yakmaya gelen kimseye buraya ayak bastırmayacaktı.
Kara Davut Karanlık altına ahır ve ağıllarını yaptırdı. Koyun ve sığır sürüleri
geldi. Artık Beşparmak Kaynağı çevresinde çoban ve sığırtmaçların bağrışı,
köpeklerin bağırmaları işitiliyordu. Derenin mezrasında bol mera vardı. Çiftlik
sahibi ve çobanlar da çok memnundu. Hıdırellez de yaklaşıyor onu karşılama
hazırlığı yapılıyordu. Bayram akşamı yüzlerce Hıristiyan Bulgar ve Müslüman
ahali yine gelmiş vadide yanan mumlardan çıkan mülayım ışıklar parlıyordu. Tam
bu sırada Kara Davut askeriyle gelerek kime yetişebilirse kimini kurşuna dizdi,
kimini kılıçtan geçirdi. Çevredeki ovalarda sarı çiğdemler daha çoğalırken
Çinkulağı’nda gece kuşlarının çığrışları daha da arttı. Ve çok geçmeden Kara
Davut’un hayvanlarında salgın hastalığı belirdi: Kelebek hastalığı koyunları
kırıp geçiriyor, sığırlar da bilinmeyen bir hastalığa yakalanınca sığırtmaçları
bir korku aldı. Kara Davud’a buradan başka bir yere gidelim, diye yalvarmaya
başladılar. Fakat o dere boyundaki meradan çığ geç kalktığı bunu otlayan
koyunlarda bu nedenle kelebek hastalığı olduğu, bunun için koyunları oraya
salmamları güneşli yamaçlarda otlatmalarını emir etti. bu emre uyan çobanlar
sürüleri yamaçlardada otlatmalarını emir etti. Bu emre uyan çobanlar sürüleri
yamaçlardaki merada otlatmaya başlayınca hayvanlar yine döllenip semirdi. Bu
düzelme Hıdırellez’e kadar sürdü.
Hıdırellez
gelince yine Hıristiyan Bulgarlar Müslüman Bulgarlar manastıra geldiler. Tarih
tekerrür etti. Kara Davut yine bayram yerini kan gölüne döndürünce, yine
intikam da gecikmedi. Bir gece hayvanlar sakin sakin geviş getirirken çobanlar
ve sığırtmaçlar Cinkulak’taki gece kuşlarının çığlıklarını korkuyla dinliyordu.
Tam bu sıra yukarıki kanaradan kopan büyük bir kaya parçası yuvarlanarak
Beşparmak kaynağı yanındaki ahır ve ağılları içindeki hayvanlarla birlikte ezip
geçirdi. Irgat ve çobanlar yine çiftlik sahibi kara Davut’a koşarak bu lanetli
yerden başka bir yere göçmelerini rica ettilerse de yine razı olmadı. Bu defa
kanaralık üzerindeki Taşlı Bayır düzlüğüne ahır ve ağılları yapmaları burada
koyunlara ne kelebek hastalığı ne üzerlerine kaya gelmeyeceği hayvanların orada
güdülmelerini emir etti. Irgat ve çobanlar buna uydu kanaralık yaylasına
taşındılar. Aşağıda manastırlık kenarında uzaklaştıkları, gece kuşlarının acı
acı çığlıklarını duymadıkları için biraz sevinir gibi oldular. İşler Hıdırellez
günü mumların şavkı manastır yıkıntıları üzerinde parlamaya başlayıncaya kadar
iyi gitti. Hıdırellez günü Kara Davvut vadiyi askerle kuşattı, manastıra mum
yakmaya gelenlerden kimse sağ çıkmadı. Kara Davut kendi kendine: “İşte görün,
vadinin sahibi bak ne yaptı! Sürüler Kanaralık üzerindeki güneşli yaylada
yayılıyor. Artık onlara kelebek hastalığı gelmiyeceği gibi üzerlerine kaya da
düşmeyecek!” diye gülümseyerek söylenirken tam bu sıra Taşlı Bayır tarafından
acı acı haykırışlar. Korkunç sesler gelmeye başladı. Başını kaldırıp baktı,
kuyruğunu diken, böğürü böğürü önüne geçilmeyen sığırlar kendini uçurumdan aşağı
atıyor çobanlar ürkmüş sürünün bir türlü önünü alamıyor sel gibi önündekini
silip süpürüyor.
Bunu
gören Kara Davud korkudan donup kaldı. Olanlara hayretle bakıyordu ürken
sığırlar kanaralığın başdöndürücü yüksekliğinden kendilerini aşağı attıkça
olgun karpuzlar gibi kayalığın altında parça parça dağılıyordu. Hiç biri sağ
kalmadı. Ardından koyun sürüsü akın etti. Onların sonu da sığırlar gibi oldu.
Kara Davud kederinden inleyerek: “Allahım beni niçin cezalandırıyorsun? Bu
dinsiz ülkede senin kutsallığını yaymak için ateş ve kılıçla az mı uğraştım.
Beni bu vadinin sahibi sen yapmadın mı? Gavur manastırlarını yıkıp onların
üzerinde mum yakmaya cesaret edenlerin tümünü cezalandırmadım mı? Bu bölgedeki
ahalinin dinlerini bırakarak onlara İslamiyeti kabul ettirmedim mi?” diye
söyleniyordu. Bu uğursuzluğun nedenini öğrenmek için okumuş hocaları,
bilginleri topladı. Hocalar kalın kitaplarını açarak başlarını eğdiler. Kendi
aralarında mırıldandılar ve sonra Paşa’ya:
- Bu
yer kutsal bir yerdir. Vakt-ı zamanında burası çiftlik yapılıp hayvan bakmaya
tahsis edilmemiş bir vakıf arazidir. Bu vadinin ve su kaynaklarının başka
sahibi var. Burasının sahibi sen değil kısmetini başka yerde ara Paşa Efendi!
Burada manastır varmış yine olacak. Her yıl bahar bahar gözünü açıp Hıdırellez
geldiğinde manastır üzerinde yüzlerce mum yanacak. Bölgediki insanların dinini
değiştirsen de yüzyıllardan beri yapılan gelenek ve görenekler, adaklar
yapılacak!
Eğer
bu halkın inancına, kutsal yerlerine saygı göstermezsen bu manastırın laneti,
bu manastırın gazabı bu manastırın hışmı senin üzerinden kalmayacak!” deyip
kara kaplı kitaplarını kapadılar. Kara davut birden öfkeye kapıldı. Yanına
önüne bakmadı. Bir emir vermek istedi. Ağzı kurudu sonra düşündü… gün geçtikçe
bir lanet çemberiyle kuşatıldığını ta yüreğinin başında duydu. Birden kararını
değiştirdi. Irgat ve çobanlarına hemen başka yere göçmelerini emretti.
Beşparmak kaynağı alçağına yine karanlık bir ıssızlık çöktü. yAlnız eski Bulgar
Krallığı’ndan kalma bu çevrenin gelenekleri ve eski tapınağın bayramı
unutulmasın diye Hıdırellez günü uzak ve yakın köylerden gökten düşer. Yerden
biter gibi bir kalabalık manastır yıkıntıları üzerine mum yakmaya geliyor
bunların şavkından karanlık Cinkulağı yolumu kesiyor. Aradan çok yıllar geçti.
Nihayet buraya Kızılbaş Dervişi Hasan Pehlivan Baba gelerek bu ıssızlığı bozdu.
Hasan Pehlivan Baba hakkında gizli kitap “Velayetname”nin 21. sayfasında
belirtildiği üzere anası soylu bir Hıristiyan aileden olduğu Derviş Hasan
Pehlivan Baba bu manastır ve vadideki kaynakların daha eski sahibi olan Demir
Baba (jelezniya Başta) denen zatın kendisi olduğu onun hakkında söylenen
efsanelerin kendisininmiş gibi kabul ettirmeye çalıştı. Eski tapınağın bayramı
olan Hıdırellez’i bayram olarak tanıdı. Eski adet ve gelenekleri yapmaya
gelenlere engel olmadı. Demir Baba ölünce mezarı üzerine yedi köşeli bir tekke
yapıp kubbesine ortasında hac olan hilal (polummesets)i koydular. Doğudaki
kayalara da kaynakların suyunu kesen ejderi öldüren “Aziz Georgi”nin resmini
yerleştirdiler.
Çar
İvan ve Hekim Ali Baba
Çar
İvan Şişman Anadolu Türkleri ve Kara Araplarla savaş yaptığı güçlü zamanında
bir defa Deliorman’dan geçmişti. Askerlerinin hepsi zırhlı süvari, atlar da at,
yiğitler de yiğit! Hepsinin par par yanan kılıçları ve uzun mızrakları vardı.
Önlerinde Çar İvan Şişman koyu kırmızı takımla donatılmış bir beyaz aygır
üzerinde, yanında genç kraliçe de al bir kısrağa binmiş. İyi donatılan asker
insana cesaret verir!
Çar
İvan Şişman, Şumnu Ovası’ndaki Şumnu Kalesi’ne savaşa gitti. Bu savaşta Kraliçe
ağır yaralandı. Her ne kadar tedavi etmeye çalıştılarsa da bir türlü
iyileşmediği gibi yara daha da azdı bu nedenle Çar İvan Şişman onu kilise ve
manastırlara götürürken yolda her dinden Hıristiyan olmuş ve olmamış insanlara
rastladı. Kimine yardım etti kimini tepeledi. İlk önce Gökçe-su yakınında
Tekke-Mahalle (Manastrisko-Razgrad ilçesi) Manastırına sonra Sene-bir Şumnu
ilçesi) yanında Karabaşlı (Çernoglavtsi) Manastırına, daha sonra Sipahiler
(Lomtsi-Eskicuma ilçesi) köyündeki Aziz İliya manastırına, Musa Baba
(Tsarkvina-Razgrad ilçesi) köyündeki “Aziz Simeon” manastırına, en nihayet
Mazharpaşa (Voden) köyündeki “Aziz Dimitri” manastırına dayandı, oradan Demir
Baba’ya gitmeyi düşünüyordu. Ormanda koyunlarını güden Demir Baba’nın en büyük
kardeşliğine rastladı. Yüzyaşındaki Bilgin lülesini tüttürmeye çalışıyor, kavı
ateşlemek için ha bire çakmak çakıyordu. Çar İvan Şişman: Hayırlı günler
ihtiyar, “Aziz Georgi” Manastır’ının yolu bu mudur? Kraliçenin derdine derman
aramaya çıktık, günden güne fenalaşıyor.
- Bu
yol Demir Baba Manastırı’nın yoludur. Demir Baba benim kardeşliğimdir, fakat
yüzyıldan beri taş kapıları kapayıp içeri çekildi, kimseye açmıyor, eğer derman
arıyorsanız biraz aşağıda Ayazma kasabasındaki manastırda benim diğer
kardeşliğime, Denizlerli Hekim’e gidiniz, ancak sizin derdinize o çare bulur, o
tüm şifalı bitkilerin etkisini bilir ve bütün hastalıklardan anlar dedi. Çar
İvan Şişman:
-
“Bu Hıristiyan mı, değil mi?” diye sorunca:
-
“Orası sana ne lazım, çok önemli mi siz derman aramaya çıkmadınız mı? Uğurlar
olsun, sağlıkla gidiniz, dille, elle yardım, iyilik yapana dua edin!” Diye yüz
yaşındaki Bilgin yanıt verdi.
Çar
İvan Şişman Çayırdere boyunca Demir Baba altından Zavut (Razgrad ilçesi)
yoluyle Karapança alçağına çıktı, bu vadideki güzelliği görünce hayran oldu.
Askere bir dönemeçte durup istirahat etmelerini buyurdu.
-
Burada biraz durup soluklanalım ileride insanlar buraya yerleşip köy kuracak,
bu köyün adı İvan Şişmanovo (Yeni-Balabanlar Kemaller ilçesi) olacak. Şimdi
hemen haberciler Ayazma kasabası arkasındaki manastırı bulsun, Kraliçeyi
ilaçlamak için oradaki ünlü büyücüyü buraya getirsinler, emrini verdi.
Haberciler gitti, Ayazma kasabını geçip derenin sapa yerlerini hayli dolaştılar
nihayet Belitsa (Tutrakan ilçesi) köyüne vardılar, manastır ve büyücüyü
sordular. Köylüler:
-
Manastır Hıristiyanlar’a ait adı “Aziz İliya” dır, fakat büyücü Hıristiyan
dinini kabul etmemiş, çok eski zamandan kalma bir putperesttir dediler.
Haberciler Denizlili Hekim’in yanına giderek Çar’ın buyruğunu söylediler. Hekim
onlara:
-
Yıllar beni iyice kocattı, baksanıza hepten çöktüm, ancak bastona dayanarak
yürüyebiliyorum. Çar hem genç ve güçlü. Güçsüzü zorla güçlüye iyilik
yaptırmaktan hayır gelmez. Çar’a öyle söyleyin. Kraliçeyi buraya getirsin de
burada ilaçlayayım!dedi.
Haberciler
geri dönüp işittiklerini ve gördüklerini bir bir anlattılar. Bu sözleri
dinleyen Çar bir düşünceye vardı, ve sonra şöyle dedi:
-
Gencin yaşlıyı ayağına getirtmesi doğru değil, ihtiyar Hekim gerçeği söylemiş.
Ordugahı hemen kaldırınız, gidiyoruz!..
-
Denizlili Hekim’e ulaştılar. İhtiyar, Çar İvan Şişman’a bakş eğerek saygı
gösterdi. Yarayı açıp gösterdiler, hekim yaraya bakıp inceledi. Şifalı
Bitkileri, Melhamlerini ne lazımsa çıkardı. Yaraya koyup sardı. Yorgunluk kahvesi
içerken öteden beriden konuşuyorlardı. Bir ara kraliçe gülümseyip ayağa kalktı,
sızıları dinmişti. Çar buna o kadar çok sevinmişti ki, ne yapacağını şaşırdı.
Büyücüye dönerek:
-
İste benden ne isteyeceksin? Bu iyiliğine karşı sana ülkemin yarısını vermeye
hazırım dedi. Denizlerli Hekim gülerek:
-
Bana yarısı lazım değil, bana göç açıp kapayıncaya kadar Çarlık salahiyeti
verecek misin? Elimdeki şu değneği yukarı fırlatacağım, yere düşünceye kadar
Çar olacağım, o süre söyleyeceklerim yerine getirilecek! dedi. Çar İvan Şişman
gülümseyerek:
- Bu
az zamanda ne söyleyebilirsin. Haydi öyle olsun! Dedi. Denizlili Hekim elindeki
değneği yukarı fırlatarak yere düşünceye kadar çabuk, çabuk:
- Şu
gözgörümü topraklar Denizlili Tekkesi’nin vakfı olsun, hiçbir zaman devlet
adamlarının buraya girmeye hakkı olmasın… diye bağırdı. Çar şaşarak:
-
İsteğin bu muydu? Öyle olsun Çar sözü birdir, iki olmaz! Fakat niçin Denizlili
Tekkesi dedin, “Aziz İliya” Manastırı demedin, niçin Çar’ın adamlarından
korkuyorsun?
-
Çünkü Çar İvan Şişman’dan sonra başka Çar gelecek, senin buyruğunu tanımayacak.
Bu manastır sonsuza kadar duracak, insanların din değiştirdiği gibi adını da
değiştirecek. Ey kahramanlar kahramanı Çar İvan Şişman! Hükümdarlığını korkunç
olaylar sarsacak, haçlar indirilerek yerine hilal (yarım ay) konacak. Anlayan
anlasın, sel gidip kum kalacak dedi. Çok geçmeden korkunç Sultan Murat
askerleriyle kükremiş sel gibi geldi. Orduda Anadolu Türkleri en önde arkada
pis manavlar, zeybekler, çirkin Tatarlar, simsiyah Araplar, daha üstelik
Firavun Çingeleri geçtikleri yere hemen konup kilise ve manastırları yakıyor
yahut da camiye çeviriyorlardı. Kısaca haç düşerek yerine hilal yükseliyordu.
Çar İvan Şişman kraliçeyi ve hazineyi bilinmeyen bir mağaraya saklayarak yalnız
başına, doğudan batıya kadar vatanı, dini ve hacı korumak için kahraman
yiğitleri toplamaya çıktı. Deli Marko Makedonyalı ve Transilvanyalı Yanko’yu
buldu. Oradan Deliorman’da avlusunun taş portaların arkasında, çevrede olan
biten kötülüklerle ilgilenmeyen öfkeli Demir Baba’ya gelirken, arkasından
Anadolu Türkleri, kapkara Araplar onu izliyordu. Çar İvan Şişman atını saldı,
kuş gibi uçarak Karapança deresinden uzaklaştı.
Bulgaristan Halklarının Efsanevi Babası:
DEMİR BABA
Azak
dinizinde yedi başlı ejderi öldürüpte geri dönen
Demir
Baba gibi yiğit dünyaya gelmedi
Zindanın
dimir parmaklarını söken
Demir
Baba gibi yiğit dünyaya gelmedi. (1)
Efsaneler
uzak geçmişimizin bizlere bıraktıkları birer mirastır. Bu nedenle efsaneleri,
kadim zamanların tarih kayıtları olarak algılayabileceğimiz gibi, onları aynı
zamanda insanoğlunun dünyaya geliş serencamı esnasında, varoluşun gizini
çözmeye yönelik bir tepki olarak da ele alabiliriz. Belki de bu nedenden
efsaneler tarihçilerin, ilahiyatçıların, psikologların, antropologların ve felsefecilerin
ilgisini çekmiştir.
23 –
25 Ağustos 1996 tarihlerinde Cem Vakfı’nın Bulgaristan Alevileri’ni tanımak ve
onlara kendisini tanıtmak amacıyla düzenlediği gezi esnasında, ziyaret
ettiğimiz Demir Baba söylencesi, Alevilerin bölgedeki yerel kültürlerle kurduğu
yakınlaşmanın bir sonucu olarak Hıristıyan unsurlar da taşıyan bir efsane.
Yerel halk arasında hayli yaygın olan bu efsaneyi, Bulgarlar kendilerine mal
etmek için, epeyce bir çaba harcamışlar. Bunun en bariz örneği, kayalıklarda
varolduğu söylenen ayak izlerinin ve söylencede Demir Baba’ya ait olduğu
belirtilen ve on yıl öncesine kadar dergahta muhafaza edilen demir baltanın
artık ortada olmaması. Sergilenen vandalizm (kültür yıkıcılığı(, tümüyle somut,
elle tutulur fiziksel şeylere önem veren bir kütürün kendisini inkar eden
kanıtları yok etme çabasının traji komik bir örneği sayılabilir.
Demir
Baba Söylencesi
Demir
Baba Tekkesi’nin öyküsü üzerine ilk kez eğilen Bulgar araştırmacı Boris İliev,
kitabında bu öyküyü şöyle anlatıyor: “Çok eski zamanlarda Kral Jid Deliorman ve
Dobruca’daki su kaynaklarını kapatıp kuruttuğunda, bu topraklarda hiç
görülmemiş bir kuraklık başladı, bu kuraklıkta canlı cansız tüm varlıklar
susuzluktan kavruluyordu. İşte tam o sırada su ve ateşe emir veren devler devi
Demir Baba meydana çıktı. Bugün, Karapança Alçağı (Demir Baba Çayırlığı) denen
vadide, su kaynaklarını yeniden açıp suları akıttı. Bununla da yetinmeyip
çakmak taşından ateş elde etti, demiri bularak bundan insanlara silah, çalışmak
için araç gereç yapmasını öğretti. Taş, kemik baltalar, demirden yapılma
kalkanlarla boy ölçüşemezdi.
Demir
Baba kömür ve demirle uğraşırken avuçları simsiyahtı, bundan dolayı ona
Karapençeli Demir Baba da denirdi.
O
ayağında demir ayakkabıları, belinde demir kasaturası, omzunda demir baltasıyla
ortaya çıkmıştı. Bu balta şimdikiler gibi değil, iki yüzlüydü, bir yüzüyle yüz
yıllık ağaçları kesiyor, diğer yüzüyle kayalıklardan kopardığı taşları
yontuyordu. Bu demir ayakkabılarla taşlara bastıkça, derin izler kalıyordu,
(yöre halkının söylediğine göre bu izler daha on yıl öncesine dek varlığını
muhafaza ediyormuş A. H). Attığı adımlar o kadar büyüktü ki, bir tepeden
diğerine, Dipsizgöl’den Kanaralık’a (tekkenin üst başındaki kayalıklara)
ulaşıyor, bir sıçrayışta yukarı yaylaya varıyordu. Bir defasında Karapança
deresi henüz akmazken o vadiye şöyle bir baktı çok beğendi. Kendine bir ev
yapmaya ve buranın sahibi olmaya karar verdi.
Bir
sabah erkenden kalkarak, demir ayakkabılarını ayağına geçirdi, demir
kasaturasını beline taktı, demir baltasını omuzlayarak yola koyuldu. Küçük
Burun yamacında duraklayarak evi için ağaç kesmeye başladı. Düzgün ağaçları
kesip devirdi, öğleye kadar öyle çok çalıştı ki, sonunda yorulup dinlenmek
istedi. Çok susamıştı. Etrafına bakınıp su kaynağı aradı. Ancak hiçbir yerde su
yoktu, çünkü tüm su kaynakları Ceneviz Kralı tarafından kurutulmuştu. Bunun
üzerine Demir Baba define pınarı kayasının altını baltanın sapıyla şöyle bir
eşeledi, açtığı delikten duru bir soğuk su fışkırmaya başladı. Demir Baba bu
sudan kana kana içti, susuzluğunu giderdikten sonra hiç kurumaması için dua
etti. Bu su hala akmaktadır. Yeterince ağaç ve sırık (pardı) kestikten sonra
bunları kanara altına sürükleyip getirdi. Evin kazıklarını kakıp, bunlara sırık
örüp duvarı yaptıktan sonra yine susadı, kalkıp ta Balta Sapı kaynağına gitmeye
üşendi. Karapençeli dev, su ve ateşin amiri, kapanıp kuruyan kaynakları açıp
akıtan, bu vadiyi verimli hale sokmaya ve burasının sahibi olmaya karar veren
Demir Baba parmaklarını şöyle bir açarak kanara altına daldırdı. Parmakların
açtığı deliklerden sular fışkırmaya başladı. (bu sudan tekkeye yaptığımız
ziyaret esnasında biz de kana kana içtik A.H.) Demir Baba bu sudan içtikten
sonra, hasta olanlara şifa vermesi, insan ve hayvanların susuzluğunu
dindirmesi, hiç kurumaması, sonsuza kadar akması için dua etti ve bu suya
‘beşparmak suyu’ denmesini istedi.
Öyküde
Demir babanın dostlarından da söz ediliyor. Denizli’li Hekim Ali Baba’nın bir
çok zenaat ve marifeti vardı. Deniz aşırı bir yerde bulunan ülkesinde yaşarken
şifalı otların etkisini öğrenmiş, şimdi burada onlarla hastaları tedavi
ediyordu. Aynı zamanda arıcılık. Elde ettiği balı halka parasız dağıtıyordu.
Derdine derman arayanlar ona başvurup şifa buldukça Ali Baba halk arasında
efsaneleşmişti. Herkes ondan çok memnundu. Demir Baba bir gün yaralanan
tazısını iyileştirmek için Ali Baba’ya gelir ve böylece tanışırlar. Ali Baba
ona bal ikram ettikten sonra Demir Baba ona dua eder ve Ali Baba’ya balı nasıl
toplayacağı, kalan bal mumunu geceleri mum olarak nasıl kullanacağını öğretti,
ona demir baltasını verip bununla ağaç keserek ve taşları işleyerek bir tekke
yapmasını öğütler.
Aynı
baltayı diğer kardeşliği Hüseyin Baba’ya da vererek ona da kendisine bir tekke
yapmasını öğütler, bu esnada baltasını ormanlardan ve kanaralığın üzerinden
fırlatarak ona yardımda bulunur.
Üçüncü
kardeşliği Yunus Abdal ise yoksul bir çiftçidir. Yoksulluğunun nedeni sabanının
tahta olması ve sabana hayvan yerine kendisini koşmasıdır, bu nedenle herkesin
sabanı toprağı derin kazarken onunki birkaç parmak kazabiliyordu, bu da ürünün
karnını zor bela doyuracak kadar yetişmesine yol açıyordu. Demir Baba onu
ziyaret ederek ektiği karpuzların zamanından önce olgunlaşmasını sağlar ve ona
demir saban yapmasını öğretir. Bütün bu olaylardan sonra Demir Baba bir süre
ortadan kaybolur. Onun yokluğunda ülke Osmanlı işgaline uğrar, halk uzun bir
süre acı çeker, Demir Baba çekildiği yerden çıkıp Osmanlı sultanı ile savaşır,
ancak ona yenilir ve esir düşer. Fakat lanetini araziyi işgal eden Sancak Beyi
üzerinde sürdürerek, onun işgal ettiği araziden çıkmasını sağlar. Sonra bir gün
Demir Baba’nın tekkesine bir Alevi Dervişi (Hasan Baba Pehlivan) yerleşir ve
halka Demir Baba’nın yeniden ama bu kez kendi soylarından geleceğini söyler.
Onun’da öyküsü farklıdır.
Buraya
ilk yerleşen Akyazılı Baba adlı Kızılbaş dervişi halkın inancına dokunmaz ve
adetlerinin aynen süreceğini vurgular. Akyazılı Baba Demir Baba’nın mirasını
korumak ve onun anısını yaşatmak için yöre halkından bir kızla kendi oğlunu
evlendirir ve onlardan doğan oğulları Hasan Baba Pehlivan Demir Babanında adını
alarak onun etkisini sürdürür. Demir Baba söylencesi yöresel inançlarla Alevi
Bektaşi inançlarının bir sentezi gibidir. Söylencenin Kızılbaşlar döneminden
sonraki çeşitlemesi bu inançlardaki hoşgörüyü, olgunluğu ve biçimden çok öze
düşkünlüğü anlatması bakımından hayli hikmetlidir denilebilir.
Demir
Baba Tekkesini ve menkıbesini araştıranlar
Rumeli
Bektaşiliğinin önemli Merkezlerinden biri olan Demir Baba Tekkesine ilişkin ilk
bilgileri veren kişi Evliya Çelebi’dir. 1651 yılında Silistre yolculuğunda
Tekkeyi ziyaret eden Evliya Çelebi Seyahatnamesinde tekkeyi uzun, uzun anlatır.
Tekke ve onun yapılışına ilişkin söylentileri araştıran yabancılar F. Kanitz,
K. J. Jirecek, F. V. Hasluck, F. Babinger, İ. Melikoff, K. Şkorpil, S.
Saverenak gibi isimler tekkeyle ilgilenmişler araştırmalar yapmışlardır.
Bulgarlar arasında Konuyla ilk ilgilenen Razgard’lı öğretmen Anani Yavaşov
1934’de (Bulgar antik eseri kutsal Demir Baba Tekkesi) adlı broşüründe tekkeyle
ilgili ilk derli toplu bilgileri vermiştir. Yavaşovdan sonra konuyla ilgilenen
ikinci kişi ise St. Stoyonov olmuştur. Evgeniy Todorov ise Demir Baba’yı Bulgar
hanı Omortag ile özdeşleştirir.
Konuyla
ilgili en geniş, en objektif sayılabilecek bilgiler ise Bulgar araştırmacı
Boris İliev tarafından verilmiştir. İliev tekke ile ilgili bilgileri de bir
araya getirerek Demir Baba’yı adeta bir başka uygarlık getirici, efsanevi
kahraman Prometheus ile özdeşleştirir. Bu esere değerini veren bir başka nokta
ise İliev’in Osmanlıca basılmış orijinal bir kaynak olan Velayet-name-i Timur
Baba Sultan’dan yararlanarak eserini yazmasıdır.
Hiç
kuşku yok ki Demir Baba söylencesi üzerine daha çok şey yazılacak, daha pek çok
araştırmacı bu konuya ilgi duyacak, ancak bu konuda asıl Alevi Bektaşilere
düşüyor çünkü bu inancın orijinal kaynakları bu efsanelerde yatıyor, bu
efsaneler genç kuşaklara aktarılmalı, onları bu konuda çalışmaya yöneltmeliyiz.
Ne de olsa inanca asıl ruhunu onlar verecek.
(1)
2.5.1982’de Akkadınları Lütfi Cıbırcıev tarafından yazılan Kızılbaş nefesi.
NEFES
Bektaşi
yolunun azametinden
Pir
Balın eseri Demir Baba’dır
Akyazılı
hakkın kerametinden
Beliren
Hak eri Demir Baba’dır
Münkir’in
kalbinden uzağa kaçan
Kanaralarından
yıldırım saçan
Dipsiz
gölde engin deryalar açan
Gerçekler
serveri Demir Baba’dır
Sanında
az gelir onun ne desen
Muhiplere
aşkı sabaca esen
Batın
kılıcıyla ejderha kesen
Dervişler
haberi Demir Baba’dır
Hep
akar deresi yadigarınca
Pir
Hacı Bektaş’ın Akpınar’ınca
Beşparmak
suyunu o çıkarınca
Gösteren
hüneri Demir Baba’dır
Türbe
kubbesinde olan nişanın
Tarzı
ey Haydari Balım Sultanım,
Hacı
Bektaşım söyler Beyanım
Hakk’ım
erenleri Demir Baba’dır.
Cem
Dergisi, Sayı: 60, Yıl: 1996, Sayfa: 70-72
Akyazılı Sultan’ın Müridi Derviş Hasan Pehlivan:
DEMİR BABA
Yazan
: Boris İliev
Bulgarca’dan
Çev: Ahmet HEZARFEN
Ali
Baba’ya der orman
Himmetinden
DELİORMAN
Ruhaniyet
verir her an
Deniz
Ali Baba Sultan
(Denizlerli
Haydar Baba)
Allah
yukarıda; göremiyor. Padişah da uzakta; işitemiyor. Bu, Deliorman’da boyunduruk
altında olanlar kimden yardım bekleyecek? Denizlerin ve dağların ardında, çok
uzaklarda Hıristiyanların koruyucusu Rusya olduğu işitiliyor. Fakat, Karapança
Vadisi’ne topların sesi henüz ulaşamıyor. Demir Baba’nın sesi ise
çağrıldığında, kayalıklarda yankılanıyordu. Onun sağ olduğu, hangi bir
mağaranın derin bir yerine gizlendiği, yahut bir zindanda zincire vurulduğu
sanılıyordu. Deliorman’daki insanlar: “O bir gün mutlaka gelecek, halka baskı
yapanları cezalandıracak, zalimleri kovalayarak, boyunduruk altında olanları
kurtaracak, haksızlığa uğrayanların da hakkını alıp-mükafatlandıracak!”
diyorlar.
“Demir
Baba” adında bir kişinin meydana çıkması, insanlarında da ona inanıp arkasından
gitmesi gerekti. Bunu idrak eden, Muhammed’in damadı Hazret-i Ali’nin inancını
yayan bir grup Kızılbaş dervişlerinin mürşid (önder)i Akyazılı Baba idi. Bu
Kızılbaşlar Anadolu, İran, Sarımdağ ve Bulgardağı’ndan hayvan sürüleriyle göçüp
Dobruca ve Deliorman yerleşmiş, oldukça kalabalık yürük ocakları (zadruga)ndan
idiler.
Akyazılı
Baba müritlerine (öğrenci): “Biz şarap içmeyi yasaklamayacağız, kadınlara
ferece de giydirmeyeceğiz, mum yakmayı da yasaklamayacağız. Burada İslamiyet’i
zorla kabul ettirmişler. Buradaki Hıristiyanlar Hazreti Ali’nin mezhebini
gönüllü olarak kabul etsinler, burada taraftarlarımızı çoğaltmak için buranın
yerli kadınlarıyla evlenip çoluk çocuk yetiştirsinler.
Buradaki
insanlar bir Demir Baba bekliyor. O’nu, onlara biz vereceğiz. O, bir derviş
baba ve buradaki yerlilerden, soylu aile kızı olan anadan doğacak. Bu mürşit,
Demir Baba’nın tüm şan ve şöhretini miras olarak alıp, bizim adımızı, şanımızı
yüceltecek! Diyordu. Bunun için müritlerini Dobruca, Deliorman, Tozluk ve
Polamie’ye yolladı. Kendisi de, Balçık kasabası yakınındaki Batovo alçağında kalarak
bu günkü Obroçişte (….) köyündeki Aziz Atanas manastırının üzerine tekke ve
ocağına kurdu. Yolladığı dervişler Dobruca, Deliorman, ve Polomie’ye giderek,
her yeri dolaştı. Birçok insanla karşılaşarak onların, dertlerini, isteklerini
dinlediler. Dönüp geldiklerinde her biri, görüp işittikleri Akyazılı Baba’ya
anlattılar. Bu dervişlerin arasında Akyazılı Baba’nın çok değer verdiği “Ali”
adında bir derviş vardı. Güçlü, heybetli biriydi. Mürşidini Bulgardağı’ndan
Batova’ya sırtında getirebilecek güçteydi.
Mürşit,
ona “Ali sen neredeydin-ne gördün? Anlat bakalım” dedi. O da, “Ben Deliorman’da
Kuvancılar (Pçelina) denen bir köyde, varlıklı Müslüman ailede konuk olarak
kaldım. Orada dikkatimi çeken, kadınlar şalvarlı değil, fistan giyiyorlar. Bunu
ev sahibine sordum, o da; “İslam dinine alıştık, fakat kadınlar bu çuval
(torba) gibi şalvara alışamadılar. Biz buranın yerlisiyiz yanıtını” verince,
Akyazılı Baba (Boba): “İşte böyle bir aileden, Demir Baba’yı temsil edecek biri
doğmalı” diyerek, merakla: “Daha ne oldu? Öte tarafını da anlat!”
Derviş:”Akşam
namazı kılmaya namazlağı (kilimçe) getirildiğinde hane sahibinin Zayde adındaki
küçük kızı koşarak:”o benimdir, kimseye vermem” diyerek, koltuğumdan namazlağı
çekip aldı?” dedi. Akyazılı Baba: “işte bu küçük kız, Demir Baba’nın anası;
Ali, sen de babası olacaksın!” dedi.
İş
yolunda girdikten sonra Akyazılı Baba büyük düğün cemiyetine kalktı. Düğün çok
tantanalı oldu. Edirne’den, İstanbul’a, Silistre’den, Babadağı’na kadar
anlatıla anlatıla dilden düşmedi.
Akyazılı
Baba’nın Kuvancılar köyündeki yerlilerinden zengin Zayde Hanım’la evlenen
Akyazılı Baba’nın müridi Ali Dede’nin bir oğulları dünyaya geldi. Adını Hasan
koydular.
Bakalım,
büyüyünce, babasının mürşidine layık mürid olabilecek mi? Hasan Baba’nın
öğretileriyle (irşat) çok az ilgileniyor, daha çok akranlarıyla güreşiyor ve
hepsini de yeniyordu. Bu nedenle ona, “Hasan Pehlivan” denmeye başlandı.
Ana
tarafından ünlü soydan geldiği için Osmanlı ordusuna süvari sipahi yazıldı.
Padişahın seferine katılarak Buda-Peşte’ye gitti. Askerlik hizmetini çok
beğendi. Ruhani Babası’nın yanına dönüp Kızılbaş dervişlerinin şanını yüceltmek
için Demir Baba’nın halefi olmaya hazırlanmayı unuttu. Akyazılı Baba, vakit
geçirmeden çağrılmasını ısrar etti. Anası Zayde Hanım mektup yazarak:”Ben seni
doğurdum ünlü veli/Sen gene oldun bir deli/At, giyecek, hizmetçi yolluyorum
sana/Hemen dön, kutsal görevinin başına!” diye yazdı.
Hasan
Pehlivan Buda-Peşte’den ayılarak Deliorman’ın yolunu tuttu. Gelirken Bosna
topraklarına uğradı. Orada Hıristiyan kiliselerinden konulan Bogomillerin
ailece İslamiyet’i kabul ettiklerini gördü. Oradan Ulah ve Boğdan topraklarına
saptı. Babadağ’dan geçerek Batova’daki Akyazılı Baba’nın Ocağı’na ulaştı. Orada
“Hasan Baba Pehlivan’ı adıyla tekkeye hizmet ederek, otuz yaşından sonra
Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tefsirini, tasavvufa ait bilgileri öğrendikten sonra
Demir Baba’nın şan ve şöhretini üzerine aldı ve Kızılbaşlığın şanını yükseltmek
için Deliorman’a yollandı. Hasan Baba Pehlivan adına “DEMİR” (Jelezniya) adını
ekledi.
Önce
Silistre ilçesindeki Yordanovo (?) köyüne uğradı. Köy haklına: “Ben, Hasan
Demir Baba Pehlivan’ım, köyünüze ocak yaptırmak istiyorum.” Dedi. Köylüler:
“Demir Baba’nın ocağı Beşparmak kaynağı yanındadır. Beklediğimiz aziz kişi sen
değilsin. Savul git, buradan!” deyince, Ak-kadınlar (Dulovo) ilçesi,
Kızıl-burun (Ruyno) köyü altındaki kayalık (Bu kayalık tarih öncesi yerleşim
yeri olduğu anlaşılmaktadır. Kayalık içine oyulmuş odacıklar, birbirine geçiş
yolları ve ateş yakılan ocaklar vardır. 1946 yılında, köyde Rüştiye okulu
öğretmeni iken öğrencilerimle ara sıra oraya giderek, kayaların nasıl
yontulduğunu, odacıkların duvarlarında belli belirsiz belirtileri incelerdik.
(Ç.N)) önünde durdu. Köylüler onu oradan da kovdular. Hasan Baba buna çok üzüldü
ve onlara ilenerek: “Yeyiniz, fakat doymayınız. Samanlıklarınız hiç dolmasın!
İnekleriniz alaca olsun, kızlarınız evde kocayıp kalsın! dedi,
Bundan
sonra Demir Baba’nın ilenci tuttu: Kızılburun köyü kızları evde kocadı.
Kuraklık ve dolu yüzünden tarlalardan ürün alamadıkları için samanlıklarına çok
az saman konuyor, inekleri de alaca olduğundan, ta uzaktan belli oluyor, bu
nedenle kimse onlardan damızlık edinmiyordu. (Yukarıda adı geçen köyde 1947 ve
1948 öğretim yıllarında kaldım. Köy, ekonomik bakımından biraz fakir olsa da,
ahalisi çok kültürlü idi. İlçeleri olan Ak-kadınlar’da Rüştiye okulu yokken, bu
köyde 1946 yılında rüştüye açılmıştı. Halkın hemen hepsi tarikat ehli (Bektaşi,
Kadiri, Halveti ve Nakşibendi) idi. Bunlar içinde ünlü öğretmen şair, Bektaşi
Baba Mustafa Efendi (Can), Mahmut Dede, Ahmet Hoca, Boyacı Hasan, Kırıkçı
çıkıkçı Vahit, ustalar ustası Halim Usta vardır. Köyde ilence tutulan kız
yoktu. Sığırlar için bir şey diyemeyeceğim Ç.N.)
Hasan
Pehlivan Baba, Beşparmak Kaynağı yanına GTTİ. Aziz Georgi manastırı üzerine
ocağını yaptı yıllar geçti, çevresine müridler toplandı. Bunlar “Hasan Baba
meydana çıktı!” haberini her tarafa yaymaya başladı. Hayranları, kahramanlar
kahramanı, yiğitler yiğidi Demir Baba’ya koştu. (Kızılbaş Dervişi Demir Hasan
Pehlivan Baba Velayet-namesi’nin 24. sayfasında, onun ünlü bir pehlivan
yetiştirdiği belirtilmektedir.)
Eskiden
beri Deliorman’ın pehlivanlarıyla ünlü olması, Demir Baba’nın bunda etkisi
olduğunu akla getirmektedir. Anadolu ve Rumeli’deki bazı tekkelerde spor
eğitimi (Gülle, ok atma, ağır yük kaldırma, sırığa çıkma, güreş vb.) yapılırdı.
Demir Baba Tekkesi’nde 1944 yılına kadar “Fındık Taşı” denilen 100 kg.’a yakın
yuvarlak bir taşı göbeğine kadar, hele hele omzundan aşırıp arkasına atmak her
babayiğidin harcı değildir. Bunu yapanlara gıpta edilerek bakılırdı.
Kaldıramayanlar, bir yandan bir yana devirerek günahlarının birazından
kurtulacaklarına inanırlardı.
Tekke
ve zaviyelerde zikir/semah yapılırken yukarıda sözü geçen spor hareketlerine de
önem verildiği anlaşılmaktadır.1211/1796’da III. Selim’in beratı ile Filibe
Pirinç Nezaretinden verilen günde yarım kile (25 kg.) pirinç bu tekkedeki
derviş ve idman yapan pehlivanlar tarafından tüketiliyordu. Araştırmacılar
tekkelerin bu yönünü de meydana çıkarsınlar.
KERVAN,
Sayı 69/AĞUSTOS 1998
Kaynak:
Deliorman’ın Koca ;Çınarı Ahmet Hezarfen, Niyaz Yayınları, Hazırlayan: Ayhan
Aydın, 2008, Sayfa: 445-458
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder